• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











RÜYALARIN MAHİYETİ VE BAĞLAYICILIĞI

RÜYALARIN MAHİYETİ VE BAĞLAYICILIĞI - Fatma BAYRAM Başvaiz


RÜYALARIN MAHİYETİ VE BAĞLAYICILIĞI

Fatma BAYRAM

Başvaiz / Üsküdar Müftülüğü
 
İslâm âlimlerinin büyük çoğunluğuna göre insanın ruhu ile gördüğü ve aklı ile idrak ettiği bir olay olan rüya, bizi gerçeğin katı ve kurallı dünyasının dışına çıkararak uyanıkken zihnimizde kuramadığımız bağları kurmamızı sağlar. Böylece pek çok sanatsal ve edebî eserin ortaya çıkmasına, bilimsel çalışmaların tetiklenmesine ve kişisel problemlerin çözülmesine yardım eder. Taşköprizâde, Miftahü’s-Sa’âde isimli eserinde rüyanın nefs-i nâtıka denen düşünme yetisinin bir işlevi olduğunu ve hakikatinin olmaması durumunda insanda var olan yetilerin yaratılmasının bir anlamı olmayacağını söyleyerek, rüyaların işaret ettiği hakikat ögelerine dikkatimizi çeker.

Rüya üzerine çalışmaları ile bilinen Prof. Dr. Hayrettin Kara’ya göre insan düşüncesini kendi kendine bir konuşma olarak kabul edersek rüyalar bu konuşmanın görsel ve metaforik bir devamıdır. Kendisinin Dr. Sait Başer’den yaptığı bir alıntıda belirttiği gibi düş ve düşünce arasındaki ilişki düş görme tabirinde de devam etmekte; insanın düşünerek kendi içine düşme yolculuğu düş yaşantısında da sürmektedir. (Bu vesile ile Kara’nın rüyaların görülen değil, yaşanan bir şey olduğunda ısrar ettiğini de belirtelim.) Böylece düşler yoluyla kendi içimize düşüp kendi hakikatimizle konuştuğumuzu söyleyen Kara, düşlerin insanın kendi hakikatini tanıması için gerçek birer fırsat sunduğunu ve aslında onlardan bundan fazla bir şey de beklenmemesi gerektiğini söylüyor. Ona göre rüyaların çok büyük bir bölümü benliğin kendi kendine konuşmalarıdır. Yani eğer rüyalar bir bilgi kaynağı ise verdiği bilgi kişinin kendi hakkındadır.

Sûfîler ise rüyayı, uykuda misal âlemini seyreden ruhun gördüklerini uyanınca hatırlaması şeklinde açıklamaktadır. Gazzâlî İhyâ’da rüyayı, uykuda insan ruhu ile levh-i mahfûz arasındaki perdenin kalkmasıyla levhte yazılı olan şeylerin bazısının insan kalbine yansıması olarak açıklar. Ona göre kalp eşyanın asıllarını gösteren bir ayna gibidir. Ne var ki kalbin şehvet ve dünya ilgisi, onun perdelenmesine sebep olur. Nasıl esen bir rüzgâr perdeyi savurursa kalp aynası üzerindeki perde de zaman zaman savrularak açılır. Böylece rüyalar keşfî bilgi için bir vesile olur. Rüyaların bağlayıcı bir bilgi kaynağı olup olamayacağı meselesi ilerleyen bölümlerde daha detaylı bir şekilde ele alınacaktır.
 
Rüya Çeşitleri

Hz. Peygamber rüyayı üç kısma ayırmıştır: 1. Allah’tan bir müjde şeklinde gelen sadık rüyalar 2. Şeytandan gelen üzücü ve korkutucu rüyalar 3. Kişinin kendisinden ve günlük yaşantısından kaynaklanan rüyalar (Buhârî, “Ta’bîr”, 26; Müslim, “Rü’ya”, 6).

Hz. Peygamber rahmanî rüya da denilen sadık rüyayı mübeşşirât diye nitelemiş ve peygamberliğin kırk altı cüz’ünden biri olarak kabul etmiştir (Buhârî, “Ta’bîr”, 2). “İnsanın metafizik âlemle olan ilişkisi ve oradan aldığı müjdeleyici bilgi ve işaretler” anlamına gelen mübeşşirâtın nübüvvetin sona ermesinden sonra da devam edeceğini bildirmiştir (Buhârî, “Ta‘bîr”, 5; Tirmizî, “Rü’yâ”, 2-3; İbn Mâce, “Ta‘bîr”, 1). Bununla birlikte bazı alimler sadık rüyanın ancak ismet sıfatına sahip Yüce Allah’ın koruması altında bulunan peygamberler için söz konusu olabileceği, normal bir insan hakkında bu türden bir rüyanın bahis konusu edilemeyeceği görüşündedirler. Bu yüzden hadiste geçen sadık rüyanın peygamberliğin kırk altıda biri olmasını bir kısım ulema çok farklı yorumlamıştır. Bunlar içinde en dikkat çekeni Hz. Peygamber’in nübüvvetinin ilk altı ayının sadık rüyalar görme şeklinde geçtiği, bu sürenin de 23 yıllık peygamberlik süresinin kırk altıda birine tekabül ettiği, dolayısıyla sadık rüyanın sadece Hz. Peygamber’e ait bir olay olduğu şeklindedir. Nitekim Hz. Âişe’den gelen rivayette Hz. Peygamber’e ilk vahiylerin sadık rüyalar şeklinde geldiği bildirilmektedir (Buhârî, “Ta’bîr”, 1). Bu yoruma göre peygamberler dışındaki insanların rüyaları, ilâhî koruma demek olan ismet sıfatları bulunmadığından, sadık rüya olarak değerlendirilemez. Rahmanî rüyalar, gelişmiş bir önsezi gibi kabul edilebilir. Ayrıca peygamberlerden başka hiç kimse masum olmadığı ve şeytanın tesirine açık bulunduğu için, görülen rüyanın rahmanî olduğu kesin olarak söylenemez.

Hz. Peygamber’in “Sizin doğru sözlü olanınızın rüyası da dosdoğrudur.” (Müslim, “Rü’yâ”, 6) hadisine göre kişinin ahlâkı rüyasının niteliğini etkiler. Hayatını yalan ve sahtekârlık üzerine kurmuş kişinin rüyası ile doğruluk ve dürüstlük üzerine kurmuş kişinin rüyasının niteliğinin aynı olması beklenmez. (Yukarıda bahsettiğimiz gibi Hayrettin Kara’nın rüya anlayışı da bu açıklama ile örtüşmektedir.)

Elmalılı Hamdi merhum da Yûsuf Suresi tefsirinde bu gerçeğe işaret eder ve sözün hakikati, mecazîsi, sarihi, kinayesi, iyi tanınmışı, garibi, îmâlısı, remizlisi olduğu gibi, rüya da öyledir, der. Ona göre rüyalar daha ziyade kişinin kendi iç dünyasındaki, benliğindeki gizli şuur algılamaları özelliklerine göre söylenen bir muamma, bir lügaz ve bir bilmece niteliğinde ledünnî birer remiz ve ilâhî birer semboldürler.

Bundan dolayı onların te’vîli de kesbî ilimler ile değil, vehbî ilimler ile bilinir ki, bunun en aşağı derecesi ferâset ve ilhamdır, zirvesi ise vahiydir. Ve bundan dolayı peygamberlerden başkasının rüyası ya da rüya tabiri, ilm-i yakîn ifade etmez. Ancak görenin ve görüşün özelliklerine göre basit bir vehimde başlayarak yüzde yüz kesinlik ifade eden cezme kadar varabilecek çeşitli mertebelerde ferdî anlamda bir bilgi husûle getirir.
 
Rüya Tabiri

Metafizik merakın, insanoğlunun rüyalar aracılığı ile gaybdan bir şeyler öğrenme çabasını nasıl kışkırttığı, binlerce yıl öncesinden bugüne kalan ilk yazılı metinlerin rüya tabirnameleri olmasından da anlaşılmaktadır. Rüya tabiri konusunda ilk metinler M.Ö. 5000’li yıllarda Asurlular tarafından yazılmıştır. Eski Mısırlılar, Asurlular ve Yunanlılarda kâhin ve büyücülerin en önemli görevlerinden biri rüyaları yorumlamaktı. Antik çağdan Hıristiyanlığın ortaya çıkışına kadar geçen sürede Grekçe olarak yirmi altı rüya tabiri kitabının yazıldığı tespit edilmiş olması konuya verilen önemi ortaya koyar.

İslâm kültüründe rüya kadar rüyanın yorumu da önem arzeder. Yorum için te’vîl ve ta’bîr kelimeleri kullanılır. Te’vîl Arapça’da “dönmek” anlamına “evl” kökünden; “ta’bîr” “geçmek” anlamına gelen “ubûr” kökünden alınmıştır. Görülen rüyanın aslına döndürülmesi te’vîl, rüyanın zâhirinden bâtınına geçmek ise ta’bîrdir. Kur’an’da rüyaların yorumu için ta’bir ve te’vîl (Yûsuf, 12/6, 21, 43-44, 100) kelimeleri yanında “iftâ” (hüküm açıklama) kelimesinin çeşitli türevleri (Yûsuf, 12/43, 46) kullanılmıştır. Hz. Yûsuf’a rüyaların yorumunun öğretildiği (Yûsuf, 12/6, 21), Hz. İbrahim, Ya‘kūb ve Yûsuf’un gördükleri rüyaları tabir ederek bu yorum ışığında hareket ettikleri (Yûsuf, 12/4-6; Sâffât, 37/102) belirtilmektedir.

Elmalılı merhum da “ru’yet” kökünden gelen rüyanın hayalin ötesinde bir hakikat ifade ettiğini ve rüyanın asıl ilişkisinin de o hakikat ile olduğunu söyler. Ona göre rüyada görülen hayal, o hakikatin, insanın iç dünyasında temessül etmesidir. İşte bundan dolayıdır ki, rüyanın haddi zatında bir anlamı ve tabiri vardır. Rüya tabiri veya tevîli demek de o görülen hayalden bir ipucu bularak onun arkasındaki hakikate geçebilmek demektir ki, bunda en önemli olan nokta, o hayalî görüntünün enfüsî (öznel) olan özelliği ile âfâkî (nesnel) olan özelliğini ayırabilmektir.

İslâm’da rüya tabiri rastgele kişilere yaptırılmaz. Rüyaları tabir edecek kişinin rüyaların rahmanî olanını şeytanî olanından ayırt edecek maharette olması, Kur’an’da geçen teşbihleri ve sembolik ifadeleri bilmesi, rüyaları yorumlarken bunlardan yararlanması gerekir. Ayrıca kelimelerin etimolojisini, darbımeselleri, deyimleri iyi bilmelidir. Her ne kadar rüyaları tabir edebilmenin Allah vergisi olduğunu, dolayısıyla sonradan kazanılamayacağını ileri sürenler varsa da çoğunluk, onun sembollerle ifade edilen şifreleri çözmeye dayanan bir maharet sayıldığını ve bu hususta başarılı olmak isteyenlerin rüyanın cinsi, sınıfı ve tabiatı gibi hususları bilmesi, bunlardan birini diğeriyle telif etmeyi başarması ve yorumlamak istediği rüyanın nerede, nasıl, ne zaman ve kim tarafından görüldüğünü tespit etmesi gerektiğini söylemektedir. Burada rüyanın doğru tabir edilebilmesi için tabir edecek olanın rüya sahibini tanıması şartı rüyaların öznelliği meselesine bir kez daha vurgu yapmamızı gerekli kılıyor.

Rüyaları benliğin kendi kendine konuşması olarak gören Hayrettin Kara onların anlamına ulaşmamızı engelleyen şeyin bu gerçeği göz ardı etmemiz olduğunu söyler. Bu anlama ulaşabilmek için öncelikle rüyalarda, uyanıklıkta olduğu kadar açık bir biçimde benlik algısının söz konusu olduğunu, uyanıkken süregiden iç konuşmalarımız ne kadar bu benliğin etkisinde ise rüyaların da o kadar kendi benliğimizin etkinliği olduğunu belirtir. Bu bakış açısında öne çıkan en önemli gerçek rüyaların öznelliği, yani kişinin benlik algısı ve karakteristik özellikleri bilinmeden doğru yorumlanamayacağıdır. Ona göre İbn Sirin gibi meşhur tabircilerin tabirnamelerinde aynı sembolün 8-10 farklı yorumunun olması rüyaların anlamının kişiye özel olduğunu gösterir. Dolayısıyla bir rüyayı iyi yorumlamak, rüyayı göreni iyi tanımaya ve rüya içindeki kendilik algısı hakkında doğru sorular sorabilmeye bağlıdır. Rüyalardaki kendiliğimizin rüya içinde olan bitenler karşısında ne hissettiği kişinin gerçek hayattaki ahlâk ve karakteri hakkında bilgi verir. Kişiyi diğerlerinden ayıran kimliğinin en önemli ipuçları olan niyet ve yönelimleri rüyalarda belirgin bir şekilde ortaya çıkar. İnsan niyetlerinden ibarettir ve o niyetler de rüyalarda apaçık ortadadır. Rüyaların ve yorumlarının öznelliği üzerinde ısrarla duran Kara, aynen çıkan rüyaların bir tür önsezi olduğunu, fakat hiçbir şekilde tahmin edilemez ve tamamen aynı çıkan rüyalar için ise bilimin söyleyeceği bir şey olmadığını ifade eder.

Hz. Peygamber de gördüğü rüyaları ashabına anlatır, onlardan rüya görenlerin rüyalarını dinler ve yorumlardı (Buhârî, Ta’bîr, 48). Hadis mecmualarında “Kitâbü’r-Rü’yâ” ve “Kitâbü Ta‘bîri’r-Rü’yâ” başlığı altında Hz. Peygamber’in rüyalarına ve yorumlarına yer verilmiştir. Resûlüllah’ın sabah namazından sonra sahabîlere, “İçinizde rüya gören var mı?” diye sorduğu, varsa tabir ettiği (Buhârî, “Ta‘bîr”, 47; Ebû Dâvûd, “Îmân” 10), zaman zaman kendi rüyalarını da anlattığı ve tabir ettiği yahut ashaptan birine tabir ettirdiği, güzel rüyaların anlatılıp tabir edilmesini hoş karşıladığı, kötü rüyaların anlatılmasını ve tabir edilmesini istemediği belirtilmiştir.

Hz. Peygamber görülen bir rüyanın, kişi onu anlatmadıkça bir kuşun ayağında asılı gibi olduğunu, ne zaman tabir edilirse o zaman zuhur edeceğini bildirmiş ve rüyalarımızı anlatacağımız kişinin akıllı, bilgili, bizi sevdiğini bildiğimiz ve güzel nasihatlerde bulunacak yani hayra yoracak kişiler olması gerektiğini söylemiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. XXVI, s. 103). Hz. Yâkub’un oğlu Hz. Yûsuf’tan rüyasını kardeşlerine anlatmamasını istemesi de bu gerçeği teyid etmektedir.

Öte yandan yapılan yorumların mutlaka isabet etmesi gerekmediği, bazı bakımlardan isabet etmeme ihtimalinin her zaman mümkün olduğu geçmiş tecrübelerden bilinmektedir. Mesela Hz. Peygamber’e gelip rüyasını anlatan bir şahsın rüyasını Hz. Ebû Bekir yorumlamış ve Hz. Peygamber’e isabet edip etmediğini sormuştur. “Bazısında isabet ettin, bazısında ise hata ettin.” cevabını alınca yemin vererek isabet ve hata ettiği hususların açıklamasını istemiş, fakat Hz. Peygamber “Yemin etme!” diyerek onu uyarmış ve isteğine cevap vermemiştir (Buhârî, “Ta’bir”, 47; Müslim, “Rü’yâ”, 17). Hz. Ebû Bekir gibi sahabenin en faziletlisi kabul edilen bir şahsiyetin rüya yorumunda hata ihtimalinin bulunması diğer insanların yorumlarının değerinin ne olacağını göstermesi bakımından son derece önemlidir. Bu olayda dikkate değer ikinci husus, hatalı dahi olsa yorum üstüne yorum yapılmasının Hz. Peygamber tarafından uygun bulunmamış olmasıdır.

Hadis kaynaklarında bolca rastlanan benzeri örneklerden anlaşılıyor ki, rüya yorumunu talep eden ve yorumu yapan kişiler asla çıkan sonuca kesin gözüyle bakmamalıdırlar. Nitekim Hz. Peygamber’in ashabıyla umre için Hudeybiye’ye doğru yola çıktıkları sırada gördüğü rüyanın o yıl gerçekleşmeyeceği anlaşıldığında, rüyasının yanlış çıktığına dair münafıklar tarafından yapılan nezaketsiz yorumlar karşısında Yüce Allah Fetih Suresi 27. ayeti inzal buyurarak münafıklara karşı Hz. Peygamber’in rüyasının yorumunu yapmış, fakat yorumun içine ihtimal bildiren ve her şeyin Allah’ın iznine bağlı olduğunu ihtar eden “Allah izin verirse” (inşâallah) ifadesini eklemiştir. Ayette bu şekilde bir ara cümleye yer verilmesi, rüya yorumunda ihtiyatlı davranılmasını öğretmek ve yorumun başına veya sonuna mutlaka Allah izin verirse anlamına gelen “inşallah” kaydının konulması uyarısında bulunmak içindir.
 
Rüyalar Bilgi Kaynağı Olabilir mi?

İslâm’da üzerinde ittifak edilen bilgi kaynakları üçtür: Doğru nakil, sâlim akıl ve tecrübe (duyular yoluyla elde edilen müsbet bilgi). Rüyaların -özellikle bir hükme medâr olacak şekilde- bir bilgi kaynağı olarak görülmesi zâhir ulemasına göre mümkün değildir.

Mütekellimîn, muhaddisîn ve fukahâ rüya ile dinî bir hükmün sabit olmayacağı konusunda müttefiktir. Dinin esası ve ahkâmla ilgili olmayan konularda, rüya sahibinin kendi rüyasından yararlanabileceğini söyleyen bazı hadisçiler ise rüya ile bağlayıcı bir hüküm sabit olmayacağı gibi, hadis rivayet ve tashihinin de caiz olmadığı görüşündedirler. Çünkü hadislerin, her türlü sübjektiflikten uzak, ilmî ve teknik bir usulle rivayet ve tashih edilmesi gerekir. Şiî bilginler ise rüyanın delil olduğunu ileri sürerler ve imamların rüyalarının vahiy mahiyetinde olduğunu kabul ederler.

Tasavvufî hayatta rüyalar çok merkezî bir rol oynar. Sufîlere göre rüya marifet ve hikmet kaynağı olabilir; sahibini irşad eder ve uyarır. Rüyalar seyr ü sülûkün önemli bir parçasıdır ve mürşidin öncelikle görevlerinden biri müridinin gördüğü rüyayı tabir etmektir. Rüyayı, bilgi yollarından biri kabul eden sûfîlerin bir kısmı daha da ileri giderek, rüyada hadis alınabileceğini veya tashih edilebileceğini iddia ederler. Aralarında Ebu Talib Mekkî, İbn Arabî, Konevî, İbn Hacer Heytemî ve Aclûnî gibi bilginlerin bulunduğu tasavvuf ehli, hadis rivayetinde rüyanın bilgi kaynağı olduğu görüşündedir. Bazı sûfî müellifler de eserlerini Resûl-i Ekrem’den aldıkları talimatla yazdıklarını ileri sürmüştür. Kaynaklarda bazı sûfîlerin virdlerini rüyada Hz. Peygamber’den aldıkları belirtilir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî, 627 Muharrem’inde Dımaşk’ta Hz. Peygamber’i rüyasında gördüğünü, onun kendisine bir kitap uzatarak, “Bu Füsûsu’l-Hikem’dir, bunu al ve halkın faydasına sun.” dediğini, bunun üzerine kitabı alıp fazlasız ve noksansız halka sunduğunu ifade eder.

Rüyaları uykuda mazhar olunan keşifler olarak gören Gazzâlî onlara bilgi kaynağı olarak önemli değer verir. Aynı şekilde Kuşeyrî rüyayı bilgi edinme yollarından birisi olarak değerlendirir. Sühreverdî ise insanın iç dünyasının nefsanî hevâ ve isteklerden, dünya sevgisinden temizlenmesinin, kin ve hasetten arınmasının sadık rüya görmeyi sağlayan bir temizlik olduğuna dikkat çeker. Rüyanın bir bilgi yolu olmakla beraber yorumunun mürşid tarafından yapılması gerektiğinin üzerinde durur.

Rüyaya verilen büyük öneme karşın onu esbâb-ı ilimden saymayan sûfîler de vardır. Bazı tarîkatlerde “rüyâyı bırak ru’yete bak” anlayışı hakimdir. Hatta bazıları rüyaya “uyku pisliği” demişlerdir.

Kur’an ve sünnetin çizdiği çerçevenin dışına çıkmayan büyük sûfîler zâhire zıt olan her bâtının bâtıl olduğunu söylemişler ve bu ölçü ile hareket edebilmek için gönüllerine doğan vâridâtın sağlamasını yapmadan söylememeyi prensip olarak kabul etmişlerdir. Ebu Süleyman Dârânî bazı keşfî bilgiler kırk gün kalbini sardığında iki şahit olmadan onların gönlüne girmesine izin vermediğini söyler. Onun ifadesi ile o iki şahit Kur’an ve sünnettir.

Sûfî olsun olmasın hiç kimsenin dinin hoş görmediği bir meseleyi ilham ve rüyalarına dayanarak ters yüz etmesi kesinlikle kabul edilemez. İmam Rabbânî Mektubat’ında şer’î hükümlerin kaynağının dört olduğunu (kitap, sünnet, icmâ ve kıyas), bunların dışında hiçbir şeyin hüküm ispat etme vasıtası olamayacağını ifade eder. Ona göre ilham, keşfî bilgiler ve marifet ancak şeriatın tam olarak yaşanması ile elde edilir. Şeriatı ağacın köklerine benzeten İmam, kök çürüyünce meyvelerin de bozuk olacağını ifade eder. Şeriata bağlılık gösterişinde olanların ise marifetten nasiplerinin olmayacağını bunlarda görülen bazı maharetlerin istidrac kabilinden şeyler olduğunu ve bunların Hint brahmanlarında ve yogilerinde de görülmekte olduğunu söyler.

Ona göre ilham, dinde zaten var olan gizli bir takım kemâlâtı ortaya çıkarır, yoksa dinde olmayan bir takım kemâlâtı ona ilave ediyor değildir. Nasıl içtihad, hükümleri izhar ediyorsa, ilham da birçok insanın anlamaktan aciz olduğu incelikleri ve sırları izhar etmektedir. Aynı şekilde İmam Rabbânî rüyalara da ihtiyatla yaklaşılmasını tavsiye eder, her ne kadar rüyalar insanın ulaşabileceği müspet mertebeleri işaret etse de çoğu zaman gerçekleşmez ve rüya sahibini hüsrana uğratır. Bu noktada hayatı boyunca kaydettiği sayısız rüyada kendisini sadrazam, vezir, nâzır, başkâtip, ferik gibi mertebelerde gören İbnülemin Mahmut Kemal’i hatırlamamak kâbil değildir. İmam Rabbânî aynı durumun tarîkat sâliklerinde de manevî mertebeler şeklinde zuhur edebileceğini ve onların da rüyalarında kendilerini yüksek makamlarda görüp, velâyet mertebesine nâil olduklarını sanabileceklerini hatırlattıktan sonra “Bu sebeple bir insanı değerlendirirken onun şehâdet yani şu âlemdeki haline bakılır, rüyalarına değil.” der. Bu durumda İmam’a göre ilham ve rüya dinin aslında olmayan bir konuda delil olamaz, onlar dinde olup da ilk bakışta anlaşılmayan manevî inceliklerin anlaşılmasını ve şahsî takvanın artmasını sağlar, müminlere dinin açık bir emrini daha güzel yerine getirme hususunda destek olur.
 
Rüya İle Amel

Yukarıda da anlatıldığı gibi peygamberler dışındaki insanların gördükleri rüyaların dinî bakımdan bir delil niteliği taşımadığı, rüyalara dayanarak inanç veya amele dair meselelerde hüküm ortaya konamayacağı hususunda İslâm alimleri arasında geniş çaplı görüş birliği vardır. Gerek fıkıh usûlünde gerekse fer’î meselelerde, peygamberlerin rüyaları dışındaki rüyalar delil kabul edilmez. Peygamberlerin rüyası, hem kendisi hem de diğerleri için bağlayıcıdır. Nitekim Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail’i rüyasında kurban ettiğini görmesi üzerine onu kesmek istediği Kur’an’da anlatılmaktadır (Sâffât, 37/105). Peygamberlerin dışındaki kimselerin rüyası ise, vahiy kapsamında değerlendirilemez. Çünkü bütün insanlar içinde sadece peygamberler hatalı hüküm vermekten korunmuştur; onların dışındakiler ise, her zaman dış etkilerin tesiri altında kalabilir. Nitekim rüyanın mahiyeti ve çeşitleri ile ilgili açıklamalarda belirtildiği gibi insanın içinde bulunduğu psikolojik durum, hayal ve kuruntular, uyku esnasındaki dış etkiler ve günlük meşgaleler rüyalara tesir edebilmektedir. Bunun yanında, peygamberlerin dışındaki insanlar, şeytanın vesvese ve etkisine de açıktır. Rüyada görülen kimsenin kimliği de rüyanın delil olmasında etkili değildir; dolayısıyla görülen kişi Hz. Peygamber de olsa rüya bir hükme medâr olacak şekilde delil olmaz.

Özellikle haram-helâl gibi konularda rüyalar ile amel edilmeyeceğine dair bir iki örnek vermek yerinde olabilir. Mesela Hz. Peygamber bir kişiye rüyasında eşinin üç talakla boş olduğunu bildirse, eşi kendisine haram olmaz; çünkü şer’î hükümle sabit olan rüyada görülenden evlâdır. Zerkeşî de, rüya ile herhangi bir hükmün sabit olmayacağını belirtmiş; hatta bir kimsenin rüyasında Hz. Peygamber’in kendisine bir şey emrettiğini görse, bunu yapması gerekmediğini ifade etmiştir. Yine bir başka örnek olarak bir kimse rüyasında Hz. Peygamber’i görse ve kendisine ertesi günün Ramazan olduğunu haber verse veya eşini boşamasını emretse, o kişinin bu rüyayı uygulaması gerekmez.

Muhakeme ve ceza hukukunda da rüya delil kabul edilmemiştir. Bunun için öldürülen kişi birinin rüyasına girip, kendini öldüren kimseyi söylese bu rüyaya itibar edilmez. İmam Şâfiî bu konuya örnek verirken bir kişinin rüyasında bir adamı gördüğünü ve onun kendisine, annesi ile zina ettiğini söylediğini, bunun üzerine adamın ertesi gün o kişiyi yakalayıp cezalandırması için Hz. Ali’ye götürdüğünü anlatır. Hz. Ali’nin bu talebe verdiği cevap rüya ile hüküm vermeye kalkmanın yanlışlığını göstermesi bakımından çok manidardır. Hz. Ali rüyayı gören adama, davacı olduğu kişiyi güneşe dikip gölgesine vurmasını söylemiştir.

İslâm’ın şiarından biri olan ezanın, ashaptan bazılarının rüyası üzerine meşrû olması (Buhârî, “Ezan”, 1), peygamberlerin dışındakilerin rüyasının da delil olduğunu akla getirebilir. Ancak ezanın meşrûiyeti, rüya ile değil, Hz. Peygamber’in rüyada görülen şeyi onaylayıp Bilâl’e okumasını emretmesiyledir. Ezan görülen rüya ile değil, Hz. Peygamber’in takrîri ile meşrû olmuştur. Hadislerin sıhhatinin rüya yolu ile tespit edilmesi meselesine gelince hadis alimleri bu yolu kabul etmemişler ve bir hadisin sıhhatinin ancak senet yoluyla tespit edilebileceğini; bu konuda keşif ve kerâmet gibi birtakım yollarla asla hadisin sıhhatinin objektif bir şekilde tespit edilemeyeceğini bildirmişlerdir.
 
İstihare ve Rüya ile İlişkisi

Bazı fıkıh kitaplarında, nasıl hareket etmenin doğru olacağı bilinemeyen mübah işlerde manevî bir işaret elde etmek için iki rekat namaz kılıp istihare duası okunduktan sonra kıbleye yönelerek yatılacağı, rüyada beyaz veya yeşil görmenin hayra, siyah veya kırmızı görmenin ise şerre delâlet edeceği belirtilmektedir. İstiharenin bu şekilde anlaşılıp uygulanması, rüya ile amel etme sonucunu doğurmaktadır. Halbuki rüya delil değildir. Bu sebeple, öncelikle istiharenin ne olduğunun açıklanmasına ihtiyaç bulunmaktadır.

Aslında istihare, gerekli araştırma ve istişare yapıldıktan sonra karar verilen meşrû ve mübah bir işin hayırlı ise kolaylaştırılıp nasip etmesi, değilse nasip etmemesi için Allah’a dua etmektir. Fakat uygulamada, olumlu veya olumsuz bir işaret almak için rüyaya yatmaya dönüşmüştür. Halbuki istihare ile ilgili Hz. Peygamber’den gelen hadislerin hiç birinde rüyadan bahsedilmemektedir (Buhârî, “Teheccüd” 25, “Deavât” 48; Nesâî, “Nikâh” 27; Ebû Dâvûd, “Vitr” 31; Tirmizî, “Vitir” 18; İbn Mâce, “İkâmetü’s-Salât” 188).
 
İrşad Eden Rüyalardan Rüya ile İfsad Etmeye

İnancında samimi, Peygamber’e aşkla bağlı, dinini duygu boyutuyla yaşamak isteyen temiz gönülleri yalan yanlış söylemlerle kandırmanın en kısa yolu, buna soyunan kişinin, ispatı objektif olarak imkânsız olan keşfî bilgilere sahip olduğu imajını vermesi ve Efendimiz’le veya başka İslâm büyükleriyle görüştüğünü iddia etmesidir. Bunu yapanlar söyleyeceklerini onlara söyleterek sözlerine inandırıcılık katmakta ve manevî tesir elde etmeye çalışmaktadırlar. Günümüzde insanları gördüğü rüyalar ile kandırmaya çalışan, Peygamber Efendimiz’le her gece görüştüğünü iddia ederek yaptığı yanlış hattâ haram işlere kılıf uyduran din simsarlarının sayısı giderek artmaktadır. Son devrin ünlü sûfîlerinden Mehmed Zâhid Kotku da kendisine rüya yolu ile irşad izni verildiğini iddia eden şeceresiz şeyh taslaklarına “tarîkat hırsızı” denildiğini aktarır. Ne ki bu durumun yeni bir hâdise olmadığı, tarih boyunca rüyaların çeşitli sosyal ve siyasî amaçlar için kullanıldığı Schimmel tarafından da ifade edilmektedir. Hatta onun ifadesine göre bazı rüyalar olan hâdiselere uygun biçimde sonradan uydurulmuştur.

Hz. Peygamber kişinin görmediği bir rüyayı görmüş gibi anlatmasını “yalanların en büyüğü” olarak nitelendirmiştir (Buhârî, “Ta’bir”, 45; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. II, s. 96, 119). Çünkü bu durum, doğrusunu ispat etmek için hiçbir yol ve şahit bulunmayan bir konuda yalan söylemek demektir. Öte yandan böyle bir kişi, rüyasında Hz. Peygamber’i veya toplum içinde itibar sahibi salih bir kimseyi gördüğünü iddia etmişse bu durumda onların itibarını kullanarak kendi emellerine ulaşmak isteme gibi katmerli bir çirkinlik söz konusudur. Yukarıdaki hadise ilaveten Hz. Peygamber şu üç hususta gerçek dışı beyanda bulunmayı yalanların en büyüğü olarak nitelemiştir: “Bir kişinin kendisini babası dışında birine nispet etmesi, görmediği rüyayı gördüm demesi ve Hz. Peygamber adına yalan uydurması.” (Buhârî, “Menâkıb”, 6). Bu durumda böyle bir rüya anlatan kişi, hem gerçek dışı bir beyanda bulunmak hem de bunu Hz. Peygamber’e isnad etmek suretiyle çifte ihanete imza atmış olmaktadır.

Hz. Peygamber’i rüyada gördüğünü iddia edenler zaman içinde bu iddialarını Efendimiz’i uyanıkken gördükleri, hatta onların tüm toplantılarına katıldığı iddiasına kadar vardırabilmişlerdir. Ebü’lYüsr el-Pezdevî bu şekil iddiada bulunan bir kişinin kendi dönemlerinde yaşadığını, Buhara ulemasının tepki göstermesi üzerine bölgeyi terk etmek zorunda kaldığını bildirmektedir. Onun bildirmesine göre bu kişi rüyada değil, uyanıkken Hz. Peygamber’i gördüğünü ve dini ona göre yaşadığını iddia etmekteydi. Tarihî ve güncel gelişmeler gösteriyor ki, bu tür iddialar hemen her dönemde olmuş ve ulema bunlara karşı gerekli cevapları vermiştir. Bu tip kişiler dinî bilgiler konusunda cahil, duygularla hareket etmeye müsait ve yönlendirmeye açık insanlar üzerinde büyük etkiler yapabilmektedir. Her dönemde çeşitli isimler altında ortaya çıkabilecek bu tip hareketlere karşı alınacak en güzel tedbir doğru din eğitiminin yaygınlaştırılması ve aklı etkili bir şekilde kullanmanın öğretilmesidir. Rüyalar söz konusu olduğunda ise onların kendimizi tanımak ve bize özel -hüküm içermeyenirşadî tavsiyeler, ilhamlar olduğunu bilerek, onlardan kişiliğimizi tekâmül ettirmek ve ahlâkımızı geliştirmek doğrultusunda yararlanmak, hatta en başta söylediğimiz gibi rüyaların, yaratıcılık gerektiren sanat ve bilim çalışmalarında tetikleyici rolüne odaklanmaktır. Kişi nefsinin bulunduğu mertebeyi tanımak için rüyaların rehberliğinden yardım alabileceği gibi Mustafa Merter’in tespitiyle rahmanî rüyaların, ruhunu üst mertebelere çağıran bir davet olduğunu da bilmeli, ama her konuda olduğu gibi burada da rüyalara haddini aşırmamalıdır.
 
Kaynakça
• Çelebi, İlyas, “Rüya”, DİA, 2008, c. 35, s. 306-309.
• Derin Süleyman, “Marifette Hudutlar”, Altınoluk, Şubat, 2016, S. 360.
• ……………….. “Rüya İlham Keşf”, Altınoluk, 2014, Nisan, S. 338, s. 40.
• Kara, Hayrettin, “Psikoterapide Rüyalarla Çalışmak/Yeni Bir Yaklaşım”, Başka Dergisi, İst. 2008, s.8
• Karadaş, Cağfer, “Rüyanın Mâhiyeti Bilgi ve Hüküm Değeri”, Diyanet İlmi Dergi, 2017, c. LIII, S.1, s. 43-62.
• Merter, Mustafa, Dokuzyüz Katlı İnsan, Kaknüs Yay., 2012.
• Öztürkçü, İbrahim, İbnülemin’in Rüyaları, Dergâh Yay., 2018.
• Paçacı, Ibrahim, “Rüyâ’nın Delil Değeri ve İstihâre”, Dinî Araştırmalar, 2016, c. XIX, S. 48, s.103-128.
• Schimmel, Annemarie, Halifenin Rüyaları, Kabalcı Yay., 2005.
• Teoman, Sefer, Beyin Kontrolüyle Rüya Simülasyonu Tekniği, kendi yayını, 2014.
• Uludağ, Süleyman, “Rüya”, DİA, 2008, c. 35, s. 309-310.
• Yazır, Elmalılı Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, 2011.
• Yılmaz, Hasan Kâmil, “Konevi’nin Rüya Anlayışı”, I. Uluslararası Sadreddin Konevî Sempozyumu Bildirileri=The First International Symposium on Sadraddin Qunawi, 2010, s. 237-248
 
Kaynak: Din ve Hayat Dergisi, Kış-2019, Sayı: 12


1407 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi5
Bugün Toplam605
Toplam Ziyaret4763455
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI