• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Hz. Şuayb as Medyen ve Eyke Kavmi

Hz. Şuayb as Medyen ve Eyke Kavmi

KAVİMLERİN HELAKİ

ŞUAYB(a.s) MEDYEN ve EYKE KAVMİ

 

Hz. Şuayb

Hz. Şuayb (a.s) tahminen günümüzden 3.500 sene önce yaşamıştır. Kur’an’da Şuayb adı on bir yerde geçer (el-A‘râf 7/85, 88, 90, 92 [iki defa]; Hûd 11/84, 87, 91, 94; eş-Şuarâ 26/177; el-Ankebût 29/36);gönderildiği kavmin ismi Medyen(el-A‘râf 7/85; Hûd 11/84; el-Ankebût 29/36)ve Eyke(eş-Şuarâ 26/176)şeklinde zikredilir.

İslâm kaynaklarında Hz. Şuayb’ınrisâlet görevi yaptığı yerin Hûd ve Sâlih peygamberlerin yurdu gibi Kuzeybatı Arabistan ve Akabe körfezinin doğu kıyıları olduğu kabul edilir. 

Hz. Şuayb, kavmine karşı güzellikle yaptığı uyarılardan ve öğütlerden dolayı Peygamberlerin hatibi unvanıylaanılır: kendisine “Hatibü'l-Enbiya" adı verilmiştir.

KasasSûresi'ndeifade edildiği gibi MusaAleyhisselam, Şuayb peygambere hizmet etmiş ve kendisine damat olmuştur.

Hz. Şuayb (a.s) Ashab-ı Medyen'in ve Ashab-ı Eyke'ninhelâkından sonra kendisinetabi olanları yanına alarak Mekke-i Mükerreme'yegitti. Vefatına kadar orada yaşadı.Vefat edince, Kâbe’de Rükn ile Makam arasına defnedildiği rivayet edilmektedir.(Mehmet Ümit, “Şuayb”, DİA, XXXIX, 222-223)

Şuayb (a.s)’ın kıssası değişik halkalarıyla Kur`ân`da dört ayrı sûrede geçmektedir.

Bu sûreler nüzul sırasına göre:

a.      A`raf sûresi

b.      Şuara sûresi

c.       Hûd sûresi

d.      Ankebût sûresidir.

 

Hz. Şuayb’ınGönederildiği Kavimler

1.     Medyen

Medyen’in bulunduğu yer ile ilgili söylenen rivayetler farklı olup Kur`ân’da da buhususta isminin zikrinden başka her hangi bir net işaret bulunmamaktadır. Yalnız buşehrin Filistin ile Hicaz arasında Tebuk`akomşu, Kızıl Deniz sahilinde olduğu görüşüağır basmaktadır.(Ömer Faruk Harman, “Medyen”, DİA, XXVIII, 346)

2.     Eyke

Hz. Şuayb’ın peygamber olarak gönderildiği kavimden biri de Eyke halkıdır.(eş-Şuarâ 26/176-189)Eyke¸ ağaçları sık ve birbirine örülmüş koruluk ve orman demektir. Eyke, Hicaz bölgesinin sonunda ve Şam bölgesinin de başlangıcı ile Mekke-iMükerreme'nin ortasında bir şehirdi. Tebuk'un kuzeyinde¸ Ürdün Nehri'nin doğu yakasında bir yerdir.Dört mühim bölgenin ortasında olması dolayısıylaönemli bir ticaret merkeziydi. Eyke halkı Eyke’yi çok güzel imar etmişler bağ ve bahçelerle süslemişler bağlarını sarmaşıklar şeklinde koruluklar haline getirmişlerdi. Şimdi harap bir haldedir.(Kamil Miras, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi,c. 8, s. 45.)

 

Hz. Şuayb (a.s)’ ın Daveti

Kıssanın geçtiği ayetlere göz atacak olursak Şuayb (a.s)’ın davetinin diğerpeygamberlerin davetlerinde olduğu gibi üç ana noktada birleştiği görülür:

1-Allah`a Şirk Koşmamak

Tevhit inancı bütün semavi dinlerin ortak ve değişmeyen davetidir. Hayatin da gayesibudur. Toplum içindeki sosyal ilişkilerin de vazgeçilmez esasıdır.

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ

… قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ

“Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size rabbinizden açık bir delil gelmiştir…”(A’râf,7/85.)

 

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ

“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Onlara şöyle dedi: "Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur…”(Hûd, 11/84.)

Yani böyle devam eder giderseniz, noksan ölçü ve tartı ile haksızlığı sürdürürseniz, elinizdeki hayrı yitirdikten başka, bir gün gelecek ki, onun azabı hepinizi kuşatacak, hiçbiriniz ondan kurtulamayacaksınız. Sizin böyle top yek ün bir azaba uğramanızdan korktuğum size acıdığım için bu nasihatleri yapıyorum. (Elmalılı HamdiYazır, Hak Dini Kur’an Dili,IV, 560.)


2-İbadet etmek

 

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ

 قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ

“Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size rabbinizden açık bir delil gelmiştir…”(A’râf,7/85.)

 

فَاتَّقُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُونِۚ ﴿١٧٩﴾

“Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”(Şuarâ, 26/179.)

 

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ

“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Onlara şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur.’…” (Hûd, 11/84.)

 

وَالَّذ۪ينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا وَاسْتَكْبَرُوا عَنْهَٓا اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ النَّارِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ ﴿٣٦﴾

“Âyetlerimizi asılsız sayan ve büyüklenip onlardan yüz çevirenlere gelince, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.”(Ankebût, 7/36)

 

3-Münkerden alıkoymak

 

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْباًۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ قَدْ جَٓاءَتْكُمْ بَيِّنَةٌ مِنْ رَبِّكُمْ فَاَوْفُوا الْكَيْلَ وَالْم۪يزَانَ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تُفْسِدُوا فِي الْاَرْضِ بَعْدَ اِصْلَاحِهَاۜ ذٰلِكُمْ خَيْرٌ لَكُمْ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِن۪ينَۚ ﴿٨٥﴾

وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِه۪ وَتَبْغُونَهَا عِوَجاًۚ وَاذْكُرُٓوا اِذْ كُنْتُمْ قَل۪يلاً فَكَثَّرَكُمْۖ وَانْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُفْسِد۪ينَ ﴿٨٦﴾

 

“Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı (gönderdik). Dedi ki: "Ey kavmim! Allah’a kulluk edin; sizin O’ndan başka tanrınız yoktur. Size rabbinizden açık bir delil gelmiştir. Artık ölçüyü tartıyı tam yapın, insanların mallarının değerini düşürmeyin, düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapamayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.

İnananları tehdit edip Allah yolundan alıkoyarak ve onu eğri göstermek maksadıyla her yolun başında (pusu kurup) oturmayın. Düşünün ki, siz az sayıdaydınız, sonra O sizi çoğalttı. Bozguncuların sonunun nasıl olduğunu da düşünün!”(A’râf,7/85-86.)

. اَوْفُوا الْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا مِنَ الْمُخْسِر۪ينَۚ ﴿181﴾وَزِنُوا بِالْقِسْطَاسِ الْمُسْتَق۪يمِۚ ﴿182﴾وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَۚ ﴿183﴾

 

“Ölçüyü tam tutun, eksik verenlerden olmayın. Doğru terazi ile tartın. İnsanların hakkı olan şeyleri kısmayın, bozgunculuk yaparak yeryüzünde karışıklık çıkarmayın.”(Şuarâ, 26/181-183.)

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْبًاۜ قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ مَا لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْرُهُۜ وَلَا تَنْقُصُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ اِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ بِخَيْرٍ وَاِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُح۪يطٍ ﴿84﴾وَيَا قَوْمِ اَوْفُوا الْمِكْيَالَ وَالْم۪يزَانَ بِالْقِسْطِ وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ ﴿85﴾

“Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Onlara şöyle dedi: "Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, O’ndan başka tanrınız yoktur. Ölçüyü, tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi maddî bakımdan iyi bir durumda görüyorum; ama doğrusu hakkınızda kuşatıcı bir azap gününden de korkuyorum. Ey kavmim! Ölçüyü, tartıyı adaletle tam yapın; insanların mallarının değerini düşürmeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak başkalarına zarar vermeyin.”(Hûd, 11/84, 85.)

وَاِلٰى مَدْيَنَ اَخَاهُمْ شُعَيْبًاۙ فَقَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُوا اللّٰهَ وَارْجُوا الْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَ

“Medyenliler’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. ‘Ey kavmim’ dedi, ‘Allah’a kul olun, âhiret gününü ümitle bekleyin; yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın!”(Ankebût, 29/36.)

Medyen ve Eyke Halkı’nın Davet Karşısında Tutumları

Hz. Şuayb'ın samimi ve insan fıtratına uygun olan ve onların dünya âhiret hayırlarına olan çağrılarına kavminin cevabı nasıl oldu? Tıpkı önceki helâk edilen kavimlerin cevabı gibi oldu. NitekimKur’an-ı Kerîm’deMedyenehlinin peygamberlerini ve ona inananlarıkendi dinlerine dönmedikleri takdirde yaşadıkları bölgeden çıkarmakla tehdit ettikleri görülmektedir:

قَالَ الْمَلَأُ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا مِنْ قَوْمِه۪ لَنُخْرِجَنَّكَ يَا شُعَيْبُ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَكَ مِنْ قَرْيَتِنَٓا اَوْ لَتَعُودُنَّ ف۪ي مِلَّتِنَاۜ قَالَ اَوَلَوْ كُنَّا كَارِه۪ينَ ﴿٨٨﴾

“Kavminden büyüklük taslayan önderler kesimi şöyle dediler: ‘Ey Şuayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kesinlikle şehrimizden çıkaracağız veya mutlaka dinimize döneceksiniz!’Şuayb dedi ki: İstemesek de mi?”(A’râf,7/ 88.)

Hûdsûresinde ise peygamberlerinin söylediklerini anlamadıkları, kabilesininhatırına kendisine ilişmedikleri, aksi takdirde recm edilecekleri anlatılmaktadır:

قَالُوا يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ۬ كَث۪يراً مِمَّا تَقُولُ وَاِنَّا لَنَرٰيكَ ف۪ينَا ضَع۪يفاًۚ وَلَوْلَا رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْنَا بِعَز۪يزٍ ﴿٩١﴾

“Medyenliler, ‘Ey Şuayb! Söylediklerinin çoğunu anlamıyoruz, ayrıca aramızda seni zayıf görüyoruz! Eğer kabilen olmasaydı, seni mutlaka taşlayarak öldürürdük. Bizim karşımızda sen güçlü biri değilsin.’ dediler.”(Hûd, 11/91.)

MedyenlilerŞuayb’ın davetinin etkili olmasından endişeye kapıldılar. Onun sade bir vatandaş olarak varlığından rahatsız olmayanlar, Şuayb’ın uyaran ve hakka çağıran Müslümanca tavrından, hatta ibadetlerinden endişe duymaya başladılar.

قَالُوا يَا شُعَيْبُ اَصَلٰوتُكَ تَأْمُرُكَ اَنْ نَتْرُكَ مَا يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَٓا اَوْ اَنْ نَفْعَلَ ف۪ٓي اَمْوَالِنَا مَا نَشٰٓؤُ۬اۜ اِنَّكَ لَاَنْتَ الْحَل۪يمُ الرَّش۪يدُ

 “Ey Şuayb! Atalarımızın taptığı şeylerden yahut mallarımızda neyi dilersek onu yapmamızdan vazgeçmemizi sana namazın mı emrediyor? Hâlbuki sen yumuşak huylu, aklı başında bir adamsın.”(Hûd, 11/87)dediler.  

Evet, Medyen ve Eyke ekâbirinin ilk itirazi sorularının hemen başında ve merkezinde Hz. Şuayb’ın namazı yer alıyordu: “Senin namazın mı emrediyor bunları?!.” İşte bu çok önemli, anlamlı ve hayati bir soru idi!

Peki, Medyen-Eyke zorbaları, neden öncelikle Hz. Şuayb’ın (a.s) namazını boy hedefi haline getirmişlerdi? Niçin onun Tevhid çağrısı ile kendi yaşam biçimlerine müdahale girişimini hemen namaza fatura etmişlerdi?

Şuayb(a.s) çok namaz kılardı ve öyle tanınıyordu. İbadetler içinde dinin direği olan namaz ise

وَاسْتَع۪ينُوا بِالصَّبْرِ وَالصَّلٰوةِۜ وَاِنَّهَا لَكَب۪يرَةٌ اِلَّا عَلَى الْخَاشِع۪ينَۙ

"Gerçekten de namaz Allah'a saygılı olanların dışındakilere ağır gelir." (Bakara, 2/45)âyeti gereğince huşu ehlinden olmayanlara pek ağır gelen, Allah’tan başkasını bir yana bırarıp, Allah huzurunda divan durmanın, secdelere varmanın zevk ve ulviyyetini idrak edemeyenlere boş ve faydasız bir uğraş gibi geldiğinden, namaz kılanlarla alay edip eğlenmek küfrün gereği ve azgın kâfirlerin ötedenberi âdetleridir. Çünkü Allah’a ibadet, O’nun birliği ilkesine dayanan dinin direği hükmünde olduğu ve putperestlere açıkça muhalefeti temsil ettiği için putperestler daima müminlerin ibadetiyle alay ederek dini yıkmaya, yıkamadıkları takdirde ise zayıflatmaya çalışmışlardır. Hz. Şuayb’ın kavmi de aynı maksatla onun ibadeti ile alay ederek tebliğ ettiği dini etkisiz hale getirmeye gayret ettiler.

“Anlamıyorlardı, çünkü kulak vermiyorlardı, dikkatle dinlemiyorlardı, vahiy ve nübüvveteönem vermiyorlardı. Genellikle bütün fena insanlarda olduğu gibi, herkesin arzularınıkendi arzu ve istekleri gibi zannettiklerinden dolayı, bir insanın dünya çıkarlarından vekişisel duygulardan kurtularak, sırf Allah rızası için çalışıp çabalayacağını "Ben ıslahtanbaşka bir şey istemiyorum." sözünde samimi olacağını kafalarına sığdıramıyorlardı. İhlas vetevekkülün ne olduğunu anlayabilmeleri için kendilerinde de biraz samimiyet, içtenlik,ihlas ve tevekkül bulunması gerekiyordu. Kendilerinde böyle bir duygu bulamadıkları,özellikle tevhit inancını tanımadıkları için kör bir tabiatçı, bir materyalist kafayla düşündüklerinden,beşerin işlediği günahlarla birtakım semavi afetler arasında bir ilişki bulunabileceğineihtimal vermiyorlardı. Allah'ı bırakıp, şuna buna tapmakla, ölçüyü, teraziyi, eksikyapmakla, fitne fesat çıkarmakla dünyadaki düzenin bozulacağını, tufanlar ve zelzelelerinolacağını anlamıyorlardı. Velhasıl sarih ve apaçık olan bu sözlere inanmakistemiyorlar, bu gibi sözlerin arkasında gizli niyetler, art düşünceler ve başka maksatlararamaya çalışıyorlar, bu sözlerden gocunuyorlar, endişeleniyorlar da "biz senin söylediklerininçoğundan bir şey anlamıyoruz", "sen ne demek istiyorsun?" "Sen neye güvenip de bizi böyle tehditediyorsun?" Kesinlikle biz seni kendi içimizde zayıf biri olarak görüyoruz, eğer rahtın (yanihısım akrabandan, saygı duyduğumuz yakınlarından beş on kişi) olmasaydı, muhakkakki seni recm eder, taşa tutar, öldürürdük. Sen bize karşı güçlü biri değilsin, aziz değilsin.

Yani bizim gözümüzde şahsen senin bir değerin, bir önemin yoktur, bize göre sen hatırısayılan, kıymet verilen biri değilsin. Yani sana saygımızdan dolayı değil, senin yakınlarındanolup da bizimle beraber olan, sana uymayıp bizim dinimizde bulunan bir kaç hısımakraban var ki, işte biz onların hatırı için şimdiye kadar sana dokunmadık.”(Elmalılı HamdiYazır,Hak Dini Kur’an Dili, IV, 560,561)

Ankebûtsûresinde ise durum net bir şekilde tespit edilmiş, tek bir kelime ile ortayakonmuştur;

فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۘ ﴿٣٧﴾

“Ama onu yalancılıkla suçladılar. Bunun üzerine kendilerini o dehşetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yere serildiler!”(Ankebût, 29/37.)

Ashab-ıEyke`ye gelince durum pek farklı değildir. Onlarda Yüce peygamberleriniyalanlamışlar, kendisinin büyülendiğini ve herhangi bir beşerden farklı olmadığını belirtmişlerdir.

Ayrıca peygamberlerinden vaat ettiği azabı getirmekteacele etmesini istemişlerdir:

قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ ﴿185﴾وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ ﴿186﴾فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ ﴿187﴾

“Şöyle cevap verdiler: "Sen, gerçekten büyü yapılmış birisin! Sen de sadece bizim gibi bir beşersin. Biz senin kuşkusuz yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz. Eğer doğru sözlü isen, haydi üstümüze gökten azap yağdır.”(Şuarâ, 26/185-187.)

Dikkat edilecek olursa Yüce peygamberin davetine karşı her iki kavmin tutumuher konum da farklı zaviyelerden ele alınmaktadır. Ve her halkada diğerinde yer almayanfarklı bir yön işlenmektedir. İşte bu halkaları bir araya getirecek olursak önümüze her ikikavminde peygamberlerine karsı olan tutumlarının ayrıntılarını kapsayan bütün bir portreortaya çıkacaktır ki o da:

a.      Davet ettiği dini bırakıp kendi dinlerine dönme talepleri,

b.      Aksi takdirde yaşadığı memleketinden ihraç etme tehdidi,

c.       Kendisinin tek başına zayıf olup onların nazarında bir kıymet arz etmediği,

d.      Mensup olduğu kabilesi olmasa recm edecekleri,

e.       Kendisine sihir yapıldığı isnadı,

f.        Peygamber olamayacağı, herhangi bir beşerden farkı olmadığı,

g.      Söylediklerinin doğruluğunu ispat sadedinde vaat ettiği azabı getirmesi talepleri,

h.      Tüm bunların özeti mahiyetinde tek kelimeyle “tekzip”etmeleri.

 

Medyen Halkı’nın Akıbeti

Kur`ân-ı Kerim’de Medyen halkı için şöyle buyrulmaktadır;

فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ ﴿91﴾اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ ﴿92﴾

“Nihayet o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar. Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yurt tutmamış gibi oldular.Böylece asıl hüsranauğrayanlar, Şuayb’ı yalanlayanlar oldu.”(A’ raf, 7/91-92.)

 

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ ﴿٩٤﴾

“Emrimiz gelince, Şuayb’ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; haksızlık edenleri de korkunç bir gürültü yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.”(Hûd, 11/94.)

فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۘ ﴿٣٧﴾

“Ama onu yalancılıkla suçladılar. Bunun üzerine kendilerini o dehşetli sarsıntı yakaladı da yurtlarında yere serildiler!”(Ankebût, 29/37.)

 

فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ ﴿187﴾قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿188﴾فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿189﴾

“Eğer doğru sözlü isen, haydi üstümüze gökten azap yağdır." Şuayb, "Yaptıklarınızı en iyi bilen rabbimdir" dedi. Onu yalancılıkla suçladılar, derken gölge gününün azabı üzerlerine çöküverdi. O gerçekten büyük bir günün azabıydı!”(Şuara, 26/187, 189.)

 

وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ ﴿89﴾ وَاسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ ثُمَّ تُوبُٓوا اِلَيْهِۜ اِنَّ رَبّ۪ي رَح۪يمٌ وَدُودٌ ﴿90﴾

“Ey kavmim! Sakın bana karşı muhalefetiniz sizi, Nûh kavminin veya Hûd kavminin yahut Sâlih kavminin başlarına gelenlerin benzeri bir musibetin başınıza gelmesine sebep olacak günahlar işlemeye sürüklemesin! Lût kavmi zaten sizden uzak değildir. Rabbinizden bağışlanmayı dileyin, sonra O’na tövbe edin. Muhakkak ki rabbimin merhameti ve sevgisi boldur.’ dedi.” (Hûd, 11/89-90)

Bu ayetlerden anlaşıldığına göre Medyen Halkı ile Eyke halkına iki ayrı ilâhî musibet gelmiştir. Medyen halkı Lût Kavmi gibi şiddetli bir sarsıntı ileEykeliler ise, NuhKavmi, Hûd ve Salih (a.s)’in kavmi Semûd gibi, içinde rahmet olmayan azap kasırgaları,fırtınaları, yıldırımları ve büyük tufanın azgın dalgalı sularıyla helâk edilmişlerdir. BuradaHz. Şuayb’ın

وَيَا قَوْمِ لَا يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاق۪ٓي اَنْ يُص۪يبَكُمْ مِثْلُ مَٓا اَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ اَوْ قَوْمَ هُودٍ اَوْ قَوْمَ صَالِحٍۜ وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِنْكُمْ بِبَع۪يدٍ

“Ey kavmim! Sakın bana karşı muhalefetiniz sizi, Nûh kavminin veya Hûd kavminin yahut Sâlih kavminin başlarına gelenlerin benzeri bir musibetin başınıza gelmesine sebep olacak günahlar işlemeye sürüklemesin!”(Hûd, 11/89.)

derken, kavmine o felaketlerin büyüklüğünü hatırlatıyor, mekân olarak yakın oluşunadikkat çekiyor ve aynı zamanda ciddi ciddî endişe duyuyordu. Her şeye rağmen, Rabbiniz’denaf dilerseniz, tövbe ederseniz, Rabbim bağışlar, çünkü O, çok merhametlidir. O, iman edip Salih amel işleyenleri sever...derkenkavmine olan merhametini ortaya koymakta idi ve ‘geliyorum’ diyen muhtemel azaptan da kurtulmanın mümkün olabileceğini bir kez daha hatırlatmış oluyordu.

Bunca ikazlara rağmen kavminin inkârı karşısında azabın mukadderliğini görenHz. Şuayb (a.s);

فَتَوَلّٰى عَنْهُمْ وَقَالَ يَا قَوْمِ لَقَدْ اَبْلَغْتُكُمْ رِسَالَاتِ رَبّ۪ي وَنَصَحْتُ لَكُمْۚ فَكَيْفَ اٰسٰى عَلٰى قَوْمٍ كَافِر۪ينَ۟ ﴿٩٣﴾

“Şuayb onlardan ayrıldı ve (bu arada) "Ey kavmim!" dedi, "Ben size rabbimizin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir bir kavme nasıl acırım!”(A’raf, 7/93)

Burada dikkati bir hususa çekmek istiyoruz. Afrika kıtasının doğusundan başlayıpHabeşistan platosunu kırarak Kızıl Deniz’in dibinden geçip Akabe Körfezi’nden LûtGölü’ne çıkan GorÇukurluğu’ndan kuzeye oradan doğu Anadolu’ya kıvrılan güney vekuzey Anadolu fay hattı ile birleşen, kuzey Arabistan fay hattının Medyenliler’in yaşadığıbölgeden geçmesi ve helâk olan Sodomve Gomore’nin yani LûtKavmi’nin ve Medyenhalkının yerleşim mekânlarının bu hat üzerinde olması oldukça düşündürücüdür.(Bilim ve Teknik, sy. 152, s. 17, TUBİTAK, Ankara, 1980)

Medyen halkı; caka yapıp çalım sattığı, üzerinde mesken tuttuğu fay hattının hesabınıyapmıyor, peygamber uyarılarına kulak asmıyor, insanlara zulmetmeye devam ediyor,haksız kazançla ve şeytanın bile aklına gelmeyen bin bir çeşit hile ve tuzaklarla halklardanhortumladıkları, çaldıkları, zorla aldıkları fahiş haraçların hesabını yapıyorlar, dürüstve namuslu vatan evlâtlarını yurtlarından yuvalarından sürmekle taşa tutmakla tehditediyorlar, vatana ihanet etmekle suçluyorlar ve yargılıyorlar,toplum içinde anarşi vefitne çıkarıyorlar, suç ve cinayet işlemek için oluşturdukları çetelerle halkın anasındanemdiği sütü burunlarından getiriyorlar, sıkıntılarını isyanlarını fikirlerini dile getirmek veifade etmek isteyenlere mani oluyorlardı. Her türlü ekonomik, siyasi ve askerî güç ellerindeolduğu için halkın helal alın terinden olan, alternatif dürüst sermayeye renklerinçeşidi sayısınca kulp takıyorlar, onlara geçit vermiyor ve hayat hakkı tanımıyorlardı. İştekendi hesaplarına kurdukları böyle sırçadan bir dünyada yaşarken,

فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ ﴿91﴾اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ ﴿92﴾

“Nihayet o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar. Şuayb’ı yalanlayanlar sanki orada hiç yurt tutmamış gibi oldular. Böylece asıl hüsrana uğrayanlar, Şuayb’ı yalanlayanlar oldu.”(A’raf, 7/91-92.)

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ ﴿٩٤﴾

Emrimiz gelince, Şuayb’ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; haksızlık edenleri de korkunç bir gürültü yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.”(Hûd, 11/94.)

قَالُٓوا اِنَّمَٓا اَنْتَ مِنَ الْمُسَحَّر۪ينَۙ ﴿185﴾وَمَٓا اَنْتَ اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُنَا وَاِنْ نَظُنُّكَ لَمِنَ الْكَاذِب۪ينَۚ ﴿186﴾فَاَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِ اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَۜ ﴿187﴾قَالَ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿188﴾فَكَذَّبُوهُ فَاَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ الظُّلَّةِۜ اِنَّهُ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ ﴿189﴾اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةًۜ وَمَا كَانَ اَكْثَرُهُمْ مُؤْمِن۪ينَ ﴿190﴾

“Şöyle cevap verdiler: "Sen, gerçekten büyü yapılmış birisin! Sen de sadece bizim gibi bir beşersin. Biz senin kuşkusuz yalancılardan biri olduğuna inanıyoruz. Eğer doğru sözlü isen, haydi üstümüze gökten azap yağdır." Şuayb, "Yaptıklarınızı en iyi bilen rabbimdir" dedi. Onu yalancılıkla suçladılar, derken gölge gününün azabı üzerlerine çöküverdi. O gerçekten büyük bir günün azabıydı! Doğrusu almak isteyenler için bunda büyük bir ders vardır; ama çokları iman etmezler.”(Şuara, 26/185-190.)

Eyke Halkının Akıbeti

Şuayb (a.s) Medyenliler’e tebliğde bulunmuş onların helâkı’ndan sonra yanındaki inananlarıyla daha güney doğuda Hicaz’a yakın bölgede oturan Eyke halkı na tebliğde bulunmak üzere emin bir elçi olarak gelmişti. Eyke halkı şirk ve birtakım ticarî ahlâksızlıklara sahipti. Ölçüde tartıda hile yapıyorlar, terazilerin ayarlarını bozarak haksız kazançlarla başkasının hakkını yiyorlar, kul hakkına riayet etmiyorlar çeşitli yolsuzluklarla elde ettikleri haksız kazançlarla sermayelerini arttırıyorlardı. Yemen ile Suriye’yi birleştiren ticaret kervan yollarının üzerinde yerleşim merkezleri olduğu için onların yollarını kesip, ellerinde ve avuçlarında ne varsa yağma etmek onlar için sıradan bir olaydı. Onlardan ağır haraçlar ödemedikçe hiçbir kervanın geçmesine izin vermiyorlardı. Eyke halkı da Medyenliler gibi Şuayb (a.s)'ı yalanladılar, “gölge günü” nün azabıyla helâk oldular.

“Eykeliler üzerlerine gökten bir azap yağmasını Hz. Şuayb’ın yalan söylemediğininbir göstergesi olarak kabul edeceklerdir. Aslında onların zannına göre bu mümkün değildirde. ‘Hele bir görelim doğru mu söylüyor’ dercesine öylesine gökten bir azap yağmasınıistiyorlar. Şimdi bakın neler oluyor..?!

Artık onlar gökten yağacak azabı beklemeye başladılar. Azap vakti gelince, ortalığıkasıp kavuran bir sıcaklık sardı. O kadar ki, akan sular bile kaynadı. Eykeliler ne yapacaklarınışaşırdılar. Rivayetlere göre bu sıcaklık yedi gün yedi gece devam etmişti. Sıcaklığınşiddetinden ve rutubetin yoğunluğundan nefesleri tıkanmış, boğulacak gibi olmuşlardı.

Su kaybını önlemek için soğuk su yerine aşırı sıcaklığın tesiriyle kaynayan sulardan içmekzorunda kalmışlardı. Ancak o su da onları kandırmıyor içtikçe içiyorlardı. Dışarıda duramayanEykeliler bu sefer çaresizlik içerisinde bir gölgeden öbür gölgeye koşuşturuyorlar,ağaç gölgelerine, mağaralara ve evlerinin içine girip sokulmuşlar ama oralarda daduramamışlar ve sonra ovalarına fırlamışlardı serinlemek için... Sekizinci gün, geniş ovalarınufkunda koyu gölgeli kubbemsi siyah bir bulut güneşin önüne geçip gölge oluşturmuştu.

Bunu gören Eykeliler gölgeden yararlanmak için birbirlerine seslenerek o bulutunaltına tek bir fert kalmaksızın can atarak toplanmışlardı. Fakat heyhat ..! Serinlemekiçin altına toplandıkları buluttan gölgelik, o zulle, Eykeliler’ in acı kaderini belirleyecekti.

O gölgelik Allah tarafından ilâhi bir azap olarak ateş halinde üzerlerine inmiş,hepsini alevler yemiş bitirivermişti. Böylece üzerlerine gökten yağmasını alaylı bir sabırsızlıklaistedikleri azap gelmiş oldu.”(Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, c. 6, s. 113-114)

Eykeliler’in bir kara buluttan çıkan alevli ateşle helâk olmaları üzerinde durulmayadeğer bir husustur. Çünkü bu kara buluttan çakan yıldırımların kıvılcımlarıyla Eykelilercezalandırılmışlardır. Onlar alev alev bir sıcaktan kaçarken serinlemek için sevinçle gölgesinekoştukları bir başka kıvılcımlar saçan azap bulutunun arasında yok olup gitmişlerdi.

“Eykeliler sıcaktan bunaldıkları için bulutun gölgesine koşmuşlardı. Fakat onlarsaumduklarının aksiyle, yıldırımlarla karşılaşmışlardı. Bir tek yıldırımın 3.750 milyon kw’lıkelektrik gücünü taşıyabileceğini düşündüğümüzde Eykeliler’in maruz kaldığı buluttan boşalanelektrik akımından oluşan ateş topunun sahip olduğu sıcaklığın cehenneme rahmetokutacak korkunçlukta olduğunu bilmem ki hatırlatmaya gerek var mı?”(Eren, Cüneyt - Muharrem Yıldız
“Kur’ân-ı Kerim ve Kitâb-ı Mukaddes’te Şuayb Aleyhisselam”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 2002, c. II, sy. 2, ss. 107-132, s. 129.)

Yıldırımların sıcaklığı güneşin yüzeyindeki sıcaklıktan beş kat daha fazladır. Resûl-i Ekrem Efendimiz bütün bunları bildiği için, hava bulutlandığında veya rüzgâr arttığında Allah Resûlü endişelenir ve bu hâl yüzünden belli olurdu.

Bir defasında Hz. Âişe, “Ey Allah'ın Resûlü! İnsanlar bulut gördükleri zaman yağmur vardır ümidi ile sevinirler. Hâlbuki bunu sen gördüğünde, yüzünden hoşnutsuzluk okuyorum!” demiş, bunun üzerine o şöyle buyurmuştu:

يَا عَائِشَةُ مَا يُؤَمِّنُنِى أَنْ يَكُونَ فِيهِ عَذَابٌ قَدْ عُذِّبَ قَوْمٌ بِالرِّيحِ وَقَدْ رَأَى قَوْمٌ الْعَذَابَ

 فَقَالُوا ( هَذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَا )

“YâÂişe! Bunda bir azap bulunmadığına dair bana kim teminat verebilir? Halbuki bir kavim (Âd kavmi) rüzgâr ile helâk edilmişti. Onlar (aslında) azabı görmüşler fakat (ümitlenerek) 'Bu bize yağmur yağdıracak bir buluttur.' demişlerdi.”(Müslim, İstiskâ, 16.)

Hatta gökte ne zaman bir bulut, fırtına, gök gürültüsü ve şimşek çaktığını görse Onu bir endişe sarar, mübarek benzi sararır ve solardı ve şöyle duaederdi:

عَنْ عَائِشَةَ زَوْج النَّبِيِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ، أَنَّهَا قَالَتْ :

 كَانَ النَّبِيُّ صَلَّىاللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا عَصَفَتِ الرِّيحُ ، قَالَ

اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ خَيْرَهَا وَخَيْرَ مَا فِيهَا وَخَيْرَ مَا أُرْسِلَتْ بِهِ ،

وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّهَا وَشَرِّ مَا فِيهَا وَشَرِّ مَا أُرْسِلَتْ بِهِ

“Allah’ım! bu rüzgârın hayrından, taşıdığı şeyin hayrından ve gönderildiği hususun hayrından senden ister, bu rüzgârın şerrinden, taşıdığı şeyin şerrinden, gönderildiği hususun şerrinden Sana sığınırım.”(Müslim, İstiska, 15)

Her dört sûrede Yüce peygamber Şuayb (a.s)’ın davet ettiği Ehl-i Medyen ileAshab-i Eyke`nin akıbetlerini değişik tabirlerle ortaya konmaktadır. Sonuç çok açık ve nettir;

فَاَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۚۛ ﴿91﴾اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَاَنْ لَمْ يَغْنَوْا ف۪يهَاۚۛ اَلَّذ۪ينَ كَذَّبُوا شُعَيْبًا كَانُوا هُمُ الْخَاسِر۪ينَ ﴿92﴾

Ansızın yakalayıveren bir deprem,

Korkunç bir gürültü,

Sarsıntı,

Gölge gününün azabı.

Derkeno şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında yere serilip kaldılar

Şuayb`i yalanlayanlar sanki orada hiç yurt tutmamış gibi oldular. Böylece Asıl hüsrana uğrayanlar Şuayb’ı yalanlayanlar oldu.(A’râf, 7/91, 92.)

Azabın şiddetini tasvir edecek daha etkili bir kelime olamazdı herhalde! Korkudanbir anda diz üstü çöküverme, kıpırdamadan ölme ve sanki o yurtlarda daha önce oturanolmaması…

وَلَمَّا جَٓاءَ اَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْباً وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مِنَّا وَاَخَذَتِ الَّذ۪ينَ ظَلَمُوا الصَّيْحَةُ فَاَصْبَحُوا ف۪ي دِيَارِهِمْ جَاثِم۪ينَۙ ﴿٩٤﴾

“Emrimiz gelince, Şuayb’ı ve onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; haksızlık edenleri de korkunç bir gürültü yakaladı, yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.”(Hûd, 11/94.)

Selam Şuayb (a.s)’a ve ona tabi olanlara olsun…


Hazırlayan: Doç Dr. Ömer MENEKŞE


3319 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam331
Toplam Ziyaret4757857
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI