• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











BİYOTEKNOLOJİ ÇAĞINDA MAKİNE VE İNSAN

BİYOTEKNOLOJİ ÇAĞINDA MAKİNE VE İNSAN - Mücahit GÜLTEKİN

BİYOTEKNOLOJİ ÇAĞINDA MAKİNE VE İNSAN

Dr. Mücahit GÜLTEKİN
Afyon Kocatepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi

Marc Goodman güvenlik teknolojileri alanında çalışan bir polis, aynı zamanda INTERPOL’e danışmanlık da yapıyor. Silikon Vadisi’ndeki Tekillik Üniversitesi’nde politika, hukuk ve etik bölümünün başkanlığını da yapmış. 2012’de TED’de yaptığı bir konuşmada Goodman, aynen şunları söylemişti: “Kişiselleştirilmiş kanser tedavileri kişiselleştirilmiş biyolojik silahların bir yüzüdür. Bu herhangi birine biyolojik saldırı yapabileceğiniz anlamına gelebilir, bu resimdeki tüm insanlar dâhil (dünya liderlerinin resimlerini gösteriyor). Gelecekte onları nasıl koruyacağız?”

30 Aralık 2019 tarihinde Çin’den gelen bir haber bütün dünyayı ürküttü. Çinli bilim adamı He Jiankui, Lulu ve Nana isimli ikizlerin genlerini “anne karnındayken” değiştirmişti. Jiankuli, “Crispr-Cas9” adı verilen gen değiştirme teknolojisini kullanmıştı. Yasak olan bu uygulamadan dolayı Çinli bilim adamı 3 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Jiankui’nin çalışması “tasarım bebekler” tartışmasını beraberinde getirdi.

Jeremy Rifkin 1998’de yayınlanan “Biyoteknoloji Yüzyılı” kitabında sadece ABD’de 1300’den fazla biyoteknoloji şirketinde, 100 binden fazla kişinin çalıştığını yazmıştı. 2006 yılında biyoteknoloji şirketlerinin sayısı bütün dünyada 3 bin civarındaydı. 2016’da ise bu rakam 77 bine çıktı. Rifkin’in de belirttiği gibi 1990’lı yılların ortalarından itibaren gündeme gelen gelişmeler biyoteknoloji yüzyılına girdiğimizi gösteriyordu. Daha o yıllarda; toprağa bağımlı olmayan tarım, biyoteknolojik müdahalelerle “verimliliği” arttırılmış süper hayvanlar, sayborglar, hayvanların bir tarla gibi kullanılmak suretiyle insanlar için üretilmiş yedek organlar ve hayvanlara nakledilmiş insan kromozomları gündemdeydi. Nitekim dünyaca ünlü Nature dergisi, 2019 yılında Japonya’da “insan-hayvan karışımı” embriyo deneylerine izin verildiğini yazdı. Hiromitsu Nakauchi isimli bilim adamı, insan hücreleri taşıyan hayvan embriyoları geliştirip bunları “taşıyıcı” hayvanlara aktarmayı ve hayvanlar üzerinde insan organları yetiştirip bunların insanlara nakledilmesini amaçlıyordu.

Peki, bütün bu gelişmeler neyi gösteriyor, nasıl bir geleceği hedefliyor?

2018’de Davos’ta yaptığı konuşmada “Çünkü öyle bir noktaya ulaştık ki sadece bilgisayarları hacklemiyoruz, insanlığı ve diğer organizmaları da hackleyebiliyoruz.” diyen Yuval Noah Harari bu soruya açıklıkla cevap veriyor. Ona göre canlılığa müdahale etmek için evrime ya da bir yaratıcıya ihtiyacımız yoktur. Artık canlı organizmalar bir “tasarım” konusudur. O buna “akıllı tasarım” diyor ve ekliyor: “Bu akıllı tasarım, göklerdeki bir tanrının tasarımı şeklinde değil, bizim kendi akıllı tasarımımız.”

Nitekim Harari, çok satan kitabı Homo Deus’un girişine koyduğu yapay döllemeyi gösteren fotoğrafın altına şu cümleyi yazmıştı: “In vitro fertilizasyon: Yaratılışa hükmetmek!”

Yaratılışa hükmetmek!

Bu arzunun, bu motivasyonun izlerini ta Nemrut’a kadar götürmek mümkündür. “Allah’ın kendisine verdiği iktidara/mülke dayanarak, İbrahim ile Rabbi hakkında tartışan kimse” olarak tanıtılan Nemrut’un İbrahim’le tartıştığı mevzu ilginçtir: Ölüm ve yaratma. Hz. İbrahim, “Benim Rabbim öldürür ve diriltir.” deyince, Nemrud, “Ben de öldürür ve diriltirim.” demiştir. (Bakara, 2/258.)

Hz. İbrahim’den yaklaşık 3 bin 500 yıl sonra, 1624 yılında, modern bilimsel yöntemin kurucusu kabul edilen Sir Francis Bacon Yeni Atlantis ismindeki ilk “ütopya”lardan birini yazdı. Kitap insanın varlığa hükmettiği bir geleceğe işaret ediyordu. “Ben Salem” halkının yaşadığı Yeni Atlantis etrafı denizlerle çevrili, dünyanın geri kalanının gözlerinden uzak hayali bir ülkedir. Dünyanın geri kalanı bu ülkeden habersizdir ama Yeni Atlantis dünyanın her yerini görüp gözetler. Bu ülkede, adına “Altı Günlük İşler Koleji” (diğer adı, Solomon’s House: Süleyman’ın Evi) denilen bir merkezde bilim adamları akıllara durgunluk veren deneyler yapmakta, merkezin isminin de işaret ettiği gibi evreni âdeta yeni baştan “yaratmak”tadırlar.

Merkez’in yöneticisi Altı Günlük İşler Koleji’nin amacını şöyle açıklar: “Kurulumuzun gayesi olayların sebepleri ve gizli saikleri hakkında bilgi edinmek, mümkün olan her şeyi yapabilmek için, insanın tabiat üzerine hâkimiyetinin sınırlarını genişletmektir.”

Merkez müdürü, Yeni Atlantis’te, “antiaging” çalışmaları yapıldığını, tohumsuz bitki üretildiğini, türler arası geçiş yaparak “yeni türler” üretildiğini gururla anlatır. Hatta Kolej’de, “suni gökkuşağı” bile yapılabilmektedir.

Bacon’un 400 yıl önce kaleme aldığı Yeni Atlantis’te yazılanlar o yıllarda “ütopya” olarak kabul edilse de bugün artık en azından bazıları gerçekleşmiş, bazıları da olası şeyler olarak görülmektedir. Lewis Mumford 1944’te yazdığı “İnsanlık Durumu” adlı eserinde Bacon’un ütopyasından gerçekleşmiş olanların bir listesini verir.

Transhümanizmin öncü ismi Ray Kurzweil, Solomon’s House’un 400 yıl önceki hayali müdürünün günümüze yansımış temsilcisi gibidir. Kurzweil bedenin biyoteknolojik müdahalelerle güçlendirilebileceğinin çeşitli örneklerini verir ve insanoğlunun kaçınılmaz olarak “tekillik” evresine doğru yol aldığını iddia eder. Tekillik evresi insan ve makinenin birleşeceği, birinin bir diğerinden ayırt edilemeyeceği bir aşamayı ifade eder. Ona göre, tekillik dönemine erişildiğinde hayatı anlamlandırmak için bel bağladığımız bilgi, beden, cinsiyet, hukuk, üreme, hayat ve ölüm gibi kavramlar radikal bir dönüşüme uğrayacaktır.

Nitekim yazının girişinde verdiğimiz örnekler, bu kavramlardan bazılarının şimdiden dönüşüme uğramaya başladığını göstermektedir. Bu örneklerden biri de 2016’da ABD’nin Texas eyaletinde kamuoyuna tanıtılan Sophia isimli “humanoid” robottur. Humanoid kavramı “insansı” anlamına gelmektedir. İlk kez 1870’lerde Avrupalıların işgal ettikleri coğrafyalardaki yerli halkı tanımlamak için kullandıkları bu kavram, şimdi makineler için kullanılmaktadır. Sophia’nın Texas’taki tanıtımından bir yıl sonra Suudi Arabistan Sophia’ya “vatandaşlık” vermiştir. “Şeriatla” yönetildiği iddia edilen bir ülkenin, Sophia’ya vatandaşlık vermiş olması ayrıca tartışılması gereken bir konudur. Ama asıl dikkat çekici olan şey bir makineye hukuki statü tanınmış olmasıdır. Aynı yıl AB Parlamentosu robotlara “elektronik insan” kimliği verilebileceğini duyurmuştur. Bir sonraki yıl Sophia Nepal’in başkenti Katmandu’da yapılan BM toplantısına katılmış ve orada bir konuşma yapmıştır. Sophia, “hukuk” kavramının bildiğimiz anlamının dönüşümüne ilişkin yapılan tartışmaların tanınmış örneğidir. “Robot hakları” kavramı şimdiden hukuk literatürüne girmiş bulunmaktadır. Nitekim İzmir, Ankara ve İstanbul Barolarının 2019 yılında düzenlediği “Yapay Zekâ Çağında Hukuk” başlıklı çalıştay “robot hakları” kavramını tartışma konusu etmektedir. Şu sıralarda ise hâlihazırda Suudi Arabistan’da NEOM projesi devam etmektedir. Bu projede Akabe Körfezi’ne yakın bir yerde, 26 bin 500 km karelik bir alan üzerine “akıllı şehir” inşa edilmektedir. 500 milyar dolara mal olacak projenin diğer iki ortağı ise ABD ve İsrail’dir. Projenin bittikten sonra Suudi Arabistan yasalarına tabi olmayacak olması da oldukça dikkat çekicidir.

Bugün insanlık, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar bilgi üretmekte, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar insana ve tabiata müdahale edebilecek teknolojik imkânlara sahip bulunmaktadır. Ulrich Eberl, “Akıllı Makineler: Yapay Zekâ Hayatımızı Nasıl Değiştiriyor?” başlıklı kitabında, insanoğlunun 2 bin yıl içinde toplam 2 milyar gigabayt bilgi ürettiğini, günümüzde ise bu bilginin tek bir günde üretildiğini söylemektedir. Üretilen bu bilgiye rağmen insanlık, yine tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar, küresel ısınma, uzay çöplüğü, açlık ve savaşlar gibi küresel ölçekte felaketlerle karşı karşıya bulunmaktadır. Bunun yanı sıra psikiyatrik hastalıklarda da trajik bir artış söz konusudur. Bundan birkaç yıl önce Jean Twenge ve arkadaşlarının, 12-25 yaş arası kişilerden oluşan 400 bin kişi üzerinde yaptığı araştırma bunu ortaya koymaktadır. Bu araştırmaya göre 12-17 yaş arasında son 12 ayda majör depresyon semptomları 2005’ten 2017’ye yüzde 52 artmış. 17-25 yaş arasında ise artış oranı yüzde 63. 2008-2017 arasında 17-25 yaş grubunda ciddi psikolojik sorun yaşayanların oranında ise yüzde 71’lik bir artış olmuş. Yine yetişkinlerde intihar düşüncesi ve intiharla ilişkili sonuçlar yüzde 47 oranında artmış. Bu verilerin dünyanın süper gücü kabul edilen ABD’den toplanmış olması araştırmanın sonuçlarını daha bir önemli kılmaktadır.

Üretilen bunca bilgiye, sahip olunan bunca teknolojiye rağmen bu trajik tablonun sebebi nedir? Şüphesiz bu tablonun asıl sorumlusu üretilen bilgi ya da üretilen teknoloji değildir. Sorun, makinede değildir. Sorun; makinenin arkasında durarak, bilgiyi ve teknolojiyi insanlığın hayrına değil, kendi nefisleri için araçsallaştıran elit zümredir. Sorun, “güç ve iktidar” sahiplerinin bitmek tükenmek bilmeyen ihtirasları ve ilahlık iddiasında bulunmalarıdır.

Kur’an bize Samiri kıssasında bilgi ve teknik sahibi kişilerin, bu bilgi ve teknikle toplumu nasıl saptırabileceklerinin çarpıcı bir örneğini sunar. Bilindiği gibi Musa (a.s.) Tur Dağı’ndayken, Samiri adlı kişi toplumu saptırmak amacıyla “ses çıkaran” yani canlılık özelliği gösteren bir buzağı yapmıştır. Orijinal bir put yapan Samiri bu bakımdan belki de tarihin ilk yapay zekâ uzmanı kabul edilebilir. Taha suresinin 96. ayetinde Samiri yaptığı “icada” ilişkin ilginç bir itirafta bulunur ve “Böyle yapmayı bana nefsim güzel gösterdi.” der. Dolayısıyla söylediğimiz gibi sorun insanın bilgi üretmesinde, alet yapmasında, teknoloji üretmesinde değil bunu “Samirice” yapmasında, ilahlık iddia etmesindedir.

Bu iddia bugün kevnî ayetlere saldırı katmanına taşınmış görünmektedir. Günümüzde kadın erkek, insan hayvan, canlı cansız arasındaki sınırlar giderek bulanıklaşmakta, belirsizleşmektedir. Bu, insanoğlunun varlık tasavvurunun ve ilahi varlık hiyerarşisinin ifsada uğrayabileceği anlamına gelmektedir. İnsanın, hayvanın ve tabiatın ağır bir tahribat ve tahrifle karşı karşıya olduğu bugünlerde, sorumluluk sahibi insanların üstüne önemli vazifeler düşmektedir. İnsanın bilgi, veri ve teknolojinin yanında dürüstlüğe, eminliğe ve doğruyla yanlışı ayırt edecek ilahi bir rehbere ihtiyacı olduğunu hatırlatmak bu vazifelerin başında gelmektedir.

Kaynak: Diyanet Aylık Dergi

627 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi17
Bugün Toplam893
Toplam Ziyaret4727460
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI