• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











PEYGAMBERLERİN ORTAK SÜNNETİ HİCRET

PEYGAMBERLERİN ORTAK SÜNNETİ HİCRET

....
PEYGAMBERLERİN ORTAK SÜNNETİ HİCRET
Doç. Dr. Halil ALTUNTAŞ

Hicret terk edip uzaklaşmak kök anlamı etrafında şekillenen bir ifade yapısına sahiptir. Anlam detayına inildiğinde ise bu kavramın, herhangi bir şey, kişi veya bir mekândan bedenen ya da ruhen ve davranış olarak ayrılıp uzaklaşmak şeklindeki açılımını görürüz. Sayısız dünyevi amaçla ortaya çıkabilecek olan bu uzaklaşma eylemi dinî amaçla yapıldığı zaman hicret olur. Bu işi yapana da muhacir denir.

İslami kaynaklarda ise hicret iman eden kişi ya da kesimin, inancını yaşama imkânını yitirdiği ortamdan bu imkânı bulacağı yere göç etmesini ifade eder. Bu tarif gerçekte hicretin fiziki mekân ve bedensel eylem nitelikli yönünü anlatır. Çünkü hicret zihinlerde daha çok bu fiziki ve coğrafi niteliği ile yer etmiştir. Bu da fiilen yaşanmış olan tarihî nitelikli zor olayların ve sıkıntıların daha derin ve kapsamlı iz bırakması ile açıklanabilir. Fiziki ve coğrafi yönü ile hicret sürekli değildir. Yeni bir mekâna göçerek yerleşik düzene geçme ve inanca dayalı baskılardan kurtulma ile sonra erer.

Bir de hicretin ahlaki yönü diye ifade edebileceğimiz ruhi ve sosyolojik boyutu vardır ki yanlış inanç, davranış ve eylemleri terk etmek, bunların yaşandığı ortamlarla ilişkiyi kesmek şeklinde olur. Psikolojik ve ahlaki dönüşüm anlamındaki bu tür hicret temelde bireysel ve davranış niteliklidir. Coğrafi ve fiziki hicrete göre sürekli ve günlük hayatın içindedir. Kişi öz yurdunda iken de hayatın her aşamasında bu tür hicret her zaman söz konusudur. “Murdar/pis olan şeyleri hecr et (onlardan uzak dur).” (Müddessir, 74/5.) ayeti hicretin bu yönü ile ilgilidir. “(Asıl) muhacir, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.” (Ebu Davud, Cihad, 2.) hadisi de aynı anlamı vurguluyor. Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu hicret olgusu, işin bu iki yönünü de olması gerektiği gibi kapsam içinde tutar. Zira ruhi ve manevi hicret fiziki ve coğrafi hicretin sebebi ve gerekçesidir.

Yurt değiştirme eylemini hicret, hicreti de makbul kılan temel unsur niyettir. Kim yurdundan Allah ve Resulü’nün (s.a.s.) gösterdiği hayat çizgisini yaşayabilmek amacıyla ayrılırsa Allah katında onun hicreti makbul olur. Kim de bir dünyalık hedefe ulaşmak niyeti ile ayrılırsa o da bu amacına ulaşır ama eyleminin hicretle ilgisi yoktur. (Buhari, Vahy, 1.)

Hicret olgusu peygamberler tarihinin ürünüdür. Peygamberler ve inananları ilahi yol gösterme ile kendi toplumlarının şirk, fuhuş, ahlaksızlık, zulüm gibi kirli tutum ve işlerinden uzak durarak ruhi ve ahlaki hicreti gerçekleştirip toplumlarını da aynı şeye davet edince ipler kopagelmiştir. Ruhi ve manevi hicret konusunda ikna olmayan toplumlar peygamberlerini ve inananları tehdit, işkence ve cana kıyma yoluyla hicrete zorlamışlardır.

Peygamberler getirdikleri tevhit sistemi çizgisinde kulluğu esas alan bir kimlik ortaya koyarken, karşı duruşta ısrar edenler de kendi kimliklerine taassupla tutunurlar. Bu gerginlikten doğan çatışma ortamında yerleşik anlayış, ezberleri bozmaya çalışan yeni inanış ve düzeni dışlar. Bu dışlama duruma göre aşamalardan geçerek ülkeden, yurttan çıkarmaya kadar varır. Ancak peygamberler hicret için Allah’tan emir ve izin alıncaya dek bu tehditlerine boyun eğmez, baskılara katlanırlar. Hicret ilahi izne bağlı olarak yapılmalı ki yurttan ayrılış ümitsizlik, öfke ve kızgınlık duygularının eseri olmasın. Nitekim peygamberler kavimleri ile ilgili olarak “Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında gerçekle hükmet. Çünkü sen hükmedenlerin en hayırlısısın.” (Araf, 7/89.) şeklinde hicret için izin istemişlerdir. Bu ilkeyi bir an olsun gözden kaçıran Yunus (a.s.) öfkelenerek kendi inisiyatifi ile görev bölgesini terk etmiş ve bu sebepten ciddi sıkıntılar yaşamıştır. (Enbiya, 21/87.)

Bütün peygamberler vahiy yolu ile aynı tevhit merkezli mesajı alıp toplumlarına sunmuş ve onlardan da bu mesajın reddi yönünde sözlü ya da fiili aynı tepkiyi görmüşler (Fussilet, 41/43.), şartlar oluşunca da hicret etmişlerdir. Kur’an-ı Kerim bu hicret kıssalarından ilgi çekici örnekler sunar. Bunların belli başlılarına kısaca değineceğiz.

Hz. İbrahim (a.s.) putlara, yıldızlara, kral ve yöneticilerine tapan halkını tevhide çağırınca Kral Nemrut tarafından atıldığı ateşten ilahi rahmet sayesinde kurtulmuştu. Kendisine iman eden amcası oğlu Lût (a.s.) ile birlikte bulunduğu Irak bölgesinden Şam bölgesindeki Filistin’e hicret etti. Burada Lût’dan ayrılarak Mısır’a geçti. Oradan eşi Hacer ve oğlu İsmail ile birlikte Hicaz’a gitti. Oğlu ile birlikte Kâbe’yi inşa ettikten sonra ailesini orada bırakarak (İbrahim, 14/37.) tek başına tekrar Filistin’e döndü.

Lût (a.s.) Filistin’den bugünkü Ürdün’de bulunan Sodom ve Gomore şehirlerine gidip buraların halklarını Allah’a ibadete çağırdı. Günah, isyan ve fuhuştan vazgeçmelerini öğütledi. Ama onlar çirkin işlerinde ısrar edip onu öldürmeyi planladılar. O da Allah’ın emri ile eşi dışında ailesini alarak emredilen yere gitmek üzere bulunduğu yerden hicret etti. Geride kalanlar helak edildi. (Hicr, 15/65.)

Yunus (a.s.) Asurluların egemenliği altında bulunan Irak’taki Ninova (Musul) kentine peygamber olarak gönderilmişti. Tevhit inancına çağırdığı halk, çağrısını reddetmişti. Yunus (a.s.) bu zor durum karşısında çok daraldı. Allah kendisine henüz izin vermeden görev yerinden ayrıldı. (Enbiya, 21/87.) Deniz tarafına yönelip bir gemiye bindi. Fakat denizde şiddetli bir fırtına çıktı. Geminin yükünü azaltmak için yolcular arasında çekilen kura Yunus (a.s.) isabet etti. Yunus (a.s.) denize atıldı ve dev bir balık onu yuttu. Yunus (a.s.) Allah’a yönelip yalvardı. Duası kabul edildi ve balığın karnından çıkarıldı. O da davetine devam etmek üzere kavmine döndü. Halkı daha önce yapılan uyarıların farkına varmış, tövbe edip peygamberleri Yunus’un iadesini istemişlerdi. Yunus (a.s.) şehre ulaşınca hepsi birden ona iman ettiler. (Saffat, 37/139-148.)

Musa (a.s.) doğumundan itibaren yaşadığı Mısır’da İsrailoğullarını putlara ve firavuna ibadeti terk edip Allah’a ibadet etmeye davet etti. Bazı insanlar bir tek Allah’a iman etmeye başlayınca firavun askerlerine iman edenlerin öldürülmesini emretti. (Mümin, 40/25.) Musa (a.s.) zorda kalınca firavundan iman edenlerin Mısır’dan çıkmalarına izin vermesini istedi fakat isteği reddedildi. Allah Teâlâ Musa (a.s.) ve iman edenlere gece vakti Mısır’ı terk etmeleri emrini verdi. (Duhan, 44/23.) Kızıl Deniz yönünde yola çıktılar. Firavun’un askerleri peşlerine takılıp onları kuşattılar. İşte burada denizin yarılması mucizesi gerçekleşti. Musa (a.s.) ve beraberindekiler denizden geçtiler. Firavun ve askerleri suda boğuldu. (Şuara, 26/63-66.) Musa ve kavmi Filistin’e doğru yola çıktılar. Yolculuk sırasında kavmi ile aralarında geçen çeşitli olaylar Kur’an-ı Kerim’de oldukça detaylı şekilde verilir. (Araf, 7/142-155; 156-162.)

Nihayet Hz. Peygamber’in (s.a.s.) İslam’ı tebliğe başladığı Mekke’den on yıllık bir süreç sonunda başta en yakın akrabaları olmak üzere kabilesi Kureyş’ten gördüğü eziyet ve baskılar üzerine Medine’ye hicret etmiştir. Şüphesiz tevhit inancının son evrensel şeriatını tebliğ eden Son Peyamber’in (s.a.s.) bu hicreti bıraktığı etkiler bakımından en büyük ve önemli hicret hareketidir. Hz. Peygamber (s.a.s.) hicretinin bu özelliğine işaret ederek “Eğer hicretin kazandırdığı ayrıcalık olmasaydı muhacirlerden biri olmayı isterdim.” (Buhari, Fedail, 1.) buyurmuştur. Resulüllah (s.a.s.) bu yolculuk sırasında ölümle burun buruna geldikleri sırada bile arkadaşı Hz. Ebubekir’e yönelttiği “Üzülme, Allah bizimledir.” hatırlatmasını Kur’an-ı Kerim temel bir iman yönelişi olarak kaydeder. (Tevbe, 9/40.)

Kur’an-ı Kerim’de dini serbestçe yaşayabilmek, böylece Allah’ın rızasını kazanabilmek amacı ile hicret etmek teşvik edilmekte ve mazereti bulunmadığı hâlde hicret etmeyenler kınanmakta ve cezalandırılacakları bildirilmektedir. (Nisa, 4/97-100.) İman sahiplerinin ortak hedefi uğruna hicret etmeleri gerekiyorsa, zorunlu bir durum olmadıkça bireysel olarak organizasyondan ayrılmamak gerekir. (Nisa, 4/98.) Bu yönü ile hicret bir imtihan vesilesidir. (Nisa, 4/88-89; Enfal, 8/74.) İmanları sebebi ile zorda, darda kalanlar geniş olan yeryüzünde hicret edeceklerdir. (Ankebut, 29/56.) Zayıf ve güçsüz olan, çaresiz kalan ve hicrete yol bulamayanlar sorumlu değillerdir. (Nisa, 4/98.) İmkânları olduğu hâlde dünyevi sebeplerle hicret etmeyip inanç dünyasından taviz vermeye hazır konuma gelenlerin ileri süreceği “güçsüz ve çaresizdik” mazeretleri dikkate alınmayacaktır. (Nisa, 4/97.)

Hicreti gerektiren olumsuz şartların düzelmesi hâlinde hicret zorunluluğu ortadan kalkar. Hz. Peygamber (s.a.s.) “Mekke fethinden sonra zorunlu hicret yoktur.” (Buhari, Cihâd, 1.) buyurmuştur. Çünkü fetih sonrası şartlarında ortam İslamileşmiş, dinî pratiklerin önünde engel kalmamıştır. Ancak hicret kavramı gerektiğinde başvurulmak üzere varlığını hep sürdürecektir. (Ebu Davud, Cihad, 2-3.)

Hicret kaçış değil, tevhidi yaşama ve yaşatma hedefi yönünde bir koşudur. Yerel zorlukların başlattığı bir koşudur bu. Gerekli enerji ise yüreklerdedir; adına iman diyoruz. Eğer bu enerji kullanım alanı bulamazsa kayba uğrar, zamanla varlığını hissettiremez olur. Vakti geldiği hâlde hicret etmeyip yerleşik şirk düzenine müdahil insanlar ile bir arada yaşamaya devam etmek mümini, süreç içinde ortama uyum sağlama durumuna getirebilir. “Ben müşriklerin arasında oturan Müslümandan uzağım.” (Ebu Davud, Cihad, 105.) hadisi bu tehlikeye karşı bir uyarıdır. Müşrik sistemin cendereye aldığı inanmış ruhların huzuru ve can güvenliğini sağlama ihtiyacı değişik bir ortam arayışını getirir.

Günlük hayatımızın “tebdil-i mekânda ferahlık vardır” şeklindeki söylemi özel bir çerçeve ile hicret hazırlıklarının mayasını oluşturur. Hicret yolu ile yaşanan mekânı değiştirmek muhacirleri sosyolojik bir hareketliliğe sokmuştur. Yeni bir toplum, yeni bir coğrafya, yeni bir kültür ve ekonomik hayat. Bu durum terk ettikleri ortama kıyasla daha iyi bir statü de kazandırabilmektedir. Bu aşamada muhacir temsil ettiği değerlerin vitrini konumundadır. Hicret edenin maddi güven ve rahatını sağlayacak imkânları beraberinde götürme lüksü yoktur. Vazgeçilemez gibi duran canı bile güttüğü hedef uğrunda sıradanlaşır. Gidilecek yerde ne ile karşılaşılacağı net değildir. Hicret ruhuna sahip olunmaması hâlinde göze alınamayacak birçok zorluk bu çizgide “başla göz üstüne” diye karşılanır. Ebedî sermaye olan din ve inanç uğuruna dünyalık ne varsa hepsini terk ederek çıkılan kutlu yolculuktur hicret.

Kaynak: Diyanet Aylık Dergi

228 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi16
Bugün Toplam1475
Toplam Ziyaret4725970
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI