• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











ZEKÂT ÂDÂBI

ZEKÂT ÂDÂBI - Dr. Fatma Bayraktar Karahan

ZEKÂT ÂDÂBI

Dr. Fatma Bayraktar Karahan
Diyanet İşleri Uzmanı

 

İslam dininin üzerine bina olduğu temel esaslardan olan zekât[1] ferdi ve ictimai yönleri bulunan bir ibadettir. Ferdi düzeyde insanın mal ve madde ile ilişkisini tanzim eder. Zekât faili olan insanı mala düşkünlük ve hırstan arındırarak iç huzura kavuştururken kendisine zekât verileni yoksunluk ve yoksulluğun tehdit ve sıkıntılarından uzaklaştırır. Mal, zekâtı verildikçe değerlenir, hak sahiplerinin iade edilen hakkı ile temizlenip arınır [2], sadece sahip olunan mülk olmaktan çıkıp üzerinde tasarruf imkânının kendisine verildiği bir emanete dönüşür.[3] Böylelikle zekâtın lügat anlamında var olan temizlik, safvet, nema, bereket, medh, yüceltme ve artırma [4] anlamları kendini hem alanda hem verende hem de verilen de gösterir. 

Istılahi olarak zekât: “Servetin belli bir kısmından insanların belli bir kısmına bir miktar mal vermek zorunluluğudur.”[5] İbn Kudame bu tanıma “karşılıksız olarak”[6] ilavesinde bulunmaktadır. Dini terminolojide, özellikle fıkıh dilinde de zekât; “Yüce Allah’ın, Kur’an’da ifade edilen sınıflara verilmek üzere farz kıldığı, zengin sayılan kişilerin malından alınan belirli paya verilen addır.” [7] Zekâtı vermesi gereken belirlendiği gibi kimlere zekât verileceği de Kur’an’ı Kerim’de detaylı şekilde izah edilmiş ve belirlemiştir. Tevbe suresi 60. ayette zekât verilmesi gerekenler sırasıyla sayılmaktadır: “Sadakalar (zekâtlar), Allah'tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslam'a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihat edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Kimin kime malından ne ölçüde infak edeceğini belirleyen zekât, mal ve maddiyatın kendisine hükmettiği insanı mülkün asıl sahibinin farkında olan, mala hükmeden ve onu gereği gibi kullanabilen fertlere dönüştürür. İnsana dünya hayatının geçici menfaatlerinden olan mal ve mülk sevdirilmiştir.[8] Diğer yandan şeytan tarafından da insana fakirlik korkusu verilmektedir. [9] Bu sevgi ve korku ile mal ve metanın bir nesne olmaktan çıkıp temel bir amaç haline dönüşmesine engel olacak ise zekâttır. [10] Zekâtını veren mümin malın doğru ve yerinde kullanımı ile cennete ulaşabileceğini bilir. “Şüphesiz Allah, müminlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe 9/111) Zekât, ferde ahiret hayatını kazandırırken dünya hayatında da daha duyarlı, cömert ve diğerkâm; fakirlik korkusu, mala aşırı düşkünlük hırs ve zafiyetlerinden kurtulmuş güçlü bir şahsiyet kazandırır.

Toplumda ise zekât servet dağılımını ve ihtiyaç sahibi ile imkân sahibi arasındaki ilişkiyi düzenleyerek sınıfa dayalı ayrımı ortadan kaldırmakta sosyal dayanışma ve yardımlaşma imkânını sistematik hale getirmektedir. Toplumsal barışın ve gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesini tesis eden bu yönüyle zekât ictimai bir ibadettir. Yokluk ve yoksulluğun ortaya çıkarabileceği suçların, karışıklıkların, insan onurunu zedeleyen dilencilik ve dolandırıcılık gibi davranışların engellenmesinde zekâtın önemli bir rolü vardır. Temel ve zaruri ihtiyaçları giderilen insanların suçtan daha kolay uzak duracağı da aşikârdır. [11] İnananlar arasında kardeşlik tesis eden, müminleri birbirlerine yaklaştırıp kaynaştırarak, aralarında kardeşlik duygularını da geliştiren zekâtı Hz. Peygamber (s.a.s)’in “İslam'ın köprüsü” [12] olarak tarif etmesi zekâtın oluşturacağı bu bağı anlatması bakımından önemlidir.

Zekâtın gerek ferdi gerek ictimai düzeyde bir takım faydalar sağlayabilmesi, ifasında dikkat edilmesi gereken bazı hususlar ile mümkündür. Zekâtın adabı olarak da adlandırılabilecek bu hususlar ibadetin, asıl amacına hizmet etmesini sağlayacaktır.

Âdâb, dinin gerekli gördüğü ve aklın güzel saydığı bütün söz ve davranışları içerir.[13] İbadetlerin ifasında da söz konusu bu ahlaki düsturları ve nezaketin gerektirdiği usulleri bir diğer ifade ile söz konusu ibadetin âdâbını ihmâl etmemek gereklidir. Zira zengin ile fakir arasında dengeyi sağlaması beklenen zekâtın adabına riayet edilmediğinde yeni dengesizliklere sebep olabildiği görülmektedir.

Zekâtın kimlere verileceği ayeti kerimede detaylı olarak belirtilmekle beraber bu kişilerin nasıl tespit edileceği ve uygulama esnasında nasıl bir tutum sergilenmesi gerektiği dikkat edilecek bu hususların başında gelmektedir.

Ayette zikredilen ve kendisine zekât verilmesi uygun görülen kişilerin tespitinde isabet öncelikli bir durumdur. Müslümanın dikkatsizce, emin olmadan ve nereye gideceğini araştırmadan zekâtını vermesi doğru bir tutum değildir. Zira sorumluluk sadece malın verilmesi ile düşmemekte malın Allah’ın murat ettiği kimselere ulaştırılabilmesi ile yerine getirilmiş olmaktadır. Böylesi bir ön araştırmanın önemi hiç araştırma yapmaksızın zekâtını birisine verip sonrasında onun zekât almaya uygun olmadığı anlaşıldığında zekâtın geçersizliğine ilişkin fıkhi mülahazalarda kendini göstermektedir. [14]

Zekâtın ihtiyaç sahiplerinin mükellefin malındaki hakkı olduğundan hareketle “hak sahibini” [15] arayıp bulmak da ibadetin ifasının bir gereğidir. Bu arayışta da nezaket ve incelik beklenmektedir. Yüce Allah: “Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır” (Zariyat 51/19) buyurmakta, ihtiyacını dile getiremediği halde muhtaç durumda olanları da fark edebilmemiz için bize tanıtmaktadır: “(Sadakalar) kendilerini Allah yoluna adayan, yeryüzünde dolaşmaya güç yetiremeyen fakirler içindir. İffetlerinden dolayı (dilenmedikleri için), bilmeyen onları zengin sanır. Sen onları yüzlerinden tanırsın. İnsanlardan arsızca (bir şey) istemezler. Siz hayır olarak ne verirseniz, şüphesiz Allah onu bilir.” (Bakara 2/273) Bunun yanında günümüzde ihtiyaç sahiplerinden haberdar olmanın kolaylaştığı ancak bu hususta istismarların da arttığı bilinen bir gerçektir. İhtiyaç sahiplerini doğru olarak tespit edebilmek için tasaddukta Kur’an’ın en yakınlardan başlamak konusundaki yönlendirmesi önemli bir yöntemdir.[16] Diğer yandan Peygamber Efendimiz (s.a.s): “Yoksula verilen sadaka bir, akrabaya verilen ise hem sadaka, hem de sıla-i rahim olmak üzere iki sadaka sayılır” [17] buyurarak en yakından başlamanın ayrıca sevabına işaret eder.

Zekât ibadetinde dikkat edilecek bir başka husus “gönül hoşluğu” ile “sevdiğinden” ve “doğru ölçüde” vermektir. Kur'an'da iyiliğe ulaşma yollarından biri olarak malı gönül hoşnutluğu ile vermekten söz edilir. [18] Gönül hoşluğu, kalpte fakirlik korkusu ve mal sevgisi yerine Allah sevgisinin hâkim kılınmasıdır. Çünkü “müminlerin Allah'a olan sevgisi daha güçlü bir sevgidir.” (Bakara 2/165)

İnfak etmekte esas olan “sevdiğinden” vermek zekât için de geçerlidir. “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu bilir.” (Ali-İmran 3/92) Zekâtta diğer infak çeşitlerinden farklı olarak mala ve miktarına dair ilave bazı belirlemeler daha vardır. [19] Fıkıh terimi olarak nisab da denilen zekât yükümlülüğünde esas alınan zenginlik ölçüsü her tür mal için ayrı ayrı belirlenmiştir. [20] Bu belirlemeleri layıkıyla dikkate almak ve “doğru ölçüyü” tespit için günümüzün değişen şartlarını da göz önünde bulundurmak gereklidir. [21]

            Zekâtta önemli bir başka husus da gösteriş ve riyaya düşmemeye dikkat etmektir. Bu riskten tamamen kurtulabilmenin yolu zekâtı verirken gösterilecek gizliliktir: “Sadakaları açıktan verirseniz ne güzel! Fakat onları gizleyerek fakirlere verirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmına da kefaret olur. Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.” (Bakara 2/271) Bu gizlilik, zekât alan ile veren arasında, zekât veren ile toplum arasında oluşacak olumsuz karşılık beklentisi, mahcubiyet, riya ve gösteriş duygularını ortadan kaldırmak içindir. “Sağ elinin verdiğini, sol elinin bilmeyeceği” [22] nebevi ilkesi de bu amaca yöneliktir.

Zekâtta verenin alana yaklaşımındaki tavrının da bir âdâbı vardır. İnsanın onur ve şahsiyetini zedeleyecek durum ve şartlara mahkûm olmasını engelleyen zekâtın insan onurunu zedeleyecek bir şekilde ifası söz konusu olmamalıdır. Yüce Allah, isteyenin azarlanmamasını[23], “arkasından incitici bir tavrın geldiği sadaka yerine güzel bir sözün söylenmesini” (Bakara 2/263) emretmektedir. Öyle ki ihtiyaç sahibinin rencide olma ihtimali sebebiyle zekât verilirken, 'bu benim zekâtımdır' denmesi dahi zaruri tutulmamakta [24] zekât verenden başa kakma ve gönül kırmaktan sakınması beklenmektedir. [25] Veren olmanın üstünlüğü duygusu ve böbürlenme yahut teşekkür ve minnet beklentisi ile değil malından hak sahibinin hakkını veriyor olmanın mahcubiyeti ile davranılmalıdır. Çünkü “zekât bir köprüdür” ve aslında alan ile veren arasında tesis edilecek bu köprü en önce kalpten kalbe kurulmalıdır. Gönül kırıklığı, incinme, başa kakma, gösteriş ve riya bu köprünün kurulmadan yıkılmasına neden olacaktır. Bu sebeple zekât nezakete ve inceliğe ve âdâba en çok dikkat edilmesi gereken bir ibadettir.


[1] Müslim, “Îmân”, 19

[2] Tevbe 9/103

[3] Hadid 57/7

[4] İbn Manzur, Muhammed b. Mükerrem, Lisanü'l-Arab. Beyrut 1990, II,36; Zebidi, Muhammed Murtaza el-   Hüsyni, Tacu'l-arus, Beyrut ts., X,164.

[5] Seyyid Şerif el-Cürcani, Ta'rifat, s. 77.

[6] İbn Kudame, el-Mıığni, Beyrut, 1994, II, 433

[7] Kardâvî, Yusuf, İslam Hukukunda Zekât, çev. İbrahim Sarmış, Kayıhan Yayınları, İstanbul 1984, I, 54.

[8] Ali-İmran 3/14

 [9] Bakara 2/268

[10] Nur 24/37

[11] N. Haydar Nakvi, Ekonomi ve Ahlak, Çev: İlhan Kutluer, İnsan Yayınları, İstanbul, 1985, 105-110

[12] el-Munavi, Abdurrauf, Kfınüzu'l-Hakaik, I. el-Cami'u's-Sağir kenarında, 5. baskı, Matbaatu'l-Mustafa. Kahire, 1982, 144.

[13] İslam Ansiklopedisi, TDV Yayınları, 1988, c.1, 334

[14] Mevsıli, el-İhtiyar, I, 122.

[15] “Öyle ise akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak isteyenler için daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” Rum 30/38

[16] Bakara 2/177

[17]  Nesâî, “Zekât”, 82

[18] Bakara 2/177. Ayette geçen “alâ hubbihî”, “seve seve vermek” şeklinde tercüme edilmektedir. Oradaki “He” zamiri bazı müfessirlere göre Allah’a gider. Bazı müfessirler ise “malı sevmelerine rağmen” anlamını vermektedirler. Her iki görüşte de “gönüllülük ve gönül hoşluğu” anlamını görmek mümkündür.

[19] Bkz. “Buhârî”, “Zekât” 1, 32, 55; Ebû Dâvûd, “Zekât” 28; Nesâî, “Zekât” 25; Buhârî, “Zekât” 4; Ebû Dâvûd, “Zekât” 5; Tirmizî, “Zekât” 3

[20] İslam Ansiklopedisi, TDV Yayınları, 2007, c. 33, s. 138-140

[21] Geniş bilgi için bkz. Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz, “Hz. Peygamber Dönemi Hayat Standartlarında Belirlenen Klasik Ölçüler Dikkate Alınarak Zekât Nisabının ve Fitre Miktarının Çağdaş Parasal Değerinin Belirlenmesi”, Zekât Nisabı ve Fitre Miktarının Çağdaş Parasal Değeri [Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri], Kurav Yayınları, Bursa, 2007, s. 78-96

[22] Buhari, “Ezan” 36, “Zekât” 16; Müslim, “Zekât” 91.

[23] Duhâ 93/10

[24] İslam Ansiklopedisi, TDV Yayınları, 2013, c. 44,  s. 197-207

[25] Bakara 2/264

Kaynak: Din ve Hayat Dergisi, Yıl: 2016, Sayı: 29


178 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam196
Toplam Ziyaret4767869
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI