• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Dr. Mehmet ÖZEL
mehmetozelli@hotmail.com
DARBELERLE YETİŞMEK VE 28 ŞUBAT
02/03/2018

Nerdeyse her aya bir darbe yerleştirmeyi başarmış bir toplum olarak, darbeleri iyi anlamalıyız. Kısacık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bile Temmuz sıcağına, Şubat soğuğuna, hazan mevsimi Eylül'e, baharın habercisi Mart'a, bir darbe ya da muhtıra kondurmuşuz. Darbeler ülkesinin insanı olmak böyle bir şey işte…

En iyi beyinlerimizi, her on yılda bir, darbeyle ihraç etmişiz. Eğitim kurumlarımızı, zaten bir gelenekleri yokken, 20 yıllık gelenekten bile mahrum bırakmışız. Ekonomiyi üç beş bankaya teslim etmişiz. Kavgaları ve kinleri her darbede biraz daha büyütmüşüz. Hiç sevmediğimiz darbelerde, bir şekilde kavganın tarafı olmuşuz. Darbe yapmışız derken, biz darbe yapmadık ama bu ülkede yapılan her şey hiç ilgisi olmayanların bile hesabına yazılıyor.

Oturup düşünmeliyiz…

Bizim seksen kuşağı gözlerini darbeye açmış. Daha dört yaşında çocuklarken, köylülerin köy meydanında asker dayağına maruz kaldığını izlemişiz. Meydan dayakları, aramalar, soruşturmalar, bir korkudur yerleşmiş içimize…

Tam, darbe sathı mahallinden çıktık derken, 97 yılında Türkiye tarihinin en karanlık, en sinsi darbesine maruz kalmışız. 28 Şubat post modern darbesi. İçinde modern kelimesi geçen her şeye ön yargıyla bakar oluşumuz. Bundan dolayı; kimimiz modern olana hayran, kimimiz kinli… "Darbe darbedir, bunun post moderni mi olurmuş?" sorusu hep zihnime yerleşti. Postmodern kavramı hep sevimsizliğini korudu. Postmodern, sinsilik demekti. Demokratik görünüp diktatörlük ihraç etmek demekti. Dost görünümlü düşman demekti. Onun için etkisi çok fazla oldu.

Peki, 28 Şubatta ne oldu?

Anadolu insanının kendi kaynaklarıyla kurduğu 300 küsur vakıf ve dernek kapatıldı ve tüm mal varlıkları “the cemaate” verilerek birilerine yol verildi. Sonra bu yol verilenler, aslında 28 Şubat dönemindeki akıllı eylemleriyle hedef olmaktan kurtulduklarını ve diğerlerinin, radikal çıkışlarla bu ülkeye zarar verdiğine toplumun büyük bir kesimini ikna ettiler. Bu taktik yeni değildi aslında. Daha önce tekke ve zaviyeler kapatılarak Anadolu'nun ve ümmetin 1000 yıllık tasavvuf geleneği yok edilerek yerine, yeni yetme, köksüz, paragöz, “materyalist” dergâhlara yol verildi. Toplumun dokusu bozulurken, bu dokuyu kısa sürede onaracak tasavvuf geleneği ciddi kesintiye uğradı. Onun yerine ikame edilen ise gelenekten uzak ve pragmatistti.

28 Şubatta kendilerine yol verilen cemaatler, kendilerini sorgulamadan yollarına devam ettiler. Kerameti, kendilerinden menkul bildiler. Devlet denen mekanizmaya bir kene gibi yapışmanın nelere yol açacağını hiç tahlil etmediler.  Sonuçta, bu kene öyle büyüdü ki 17-25 Aralık süreci ve 15 Temmuz faciasıyla sonuçlandı. Kendilerine yol veren ağa babalarına çok güvenmenin bedeli ağır bir şekilde sadece bu cemaatlere değil, tüm Müslümanlara kesildi. On yılda bir darbe gerçekleştiren kesim, İslamcılara darbeci demeye başladı.

Her darbeden sonra –bundan sonra kimse darbe yapamaz- zehabına kapılıyoruz ama gerekli dersler alınmadığı için, yeni darbelere gebe olduğumuzun hiç farkında değiliz. 15 Temmuz’dan sonra kendilerine yol verilenler, toplumun önünü açacak sivil çözümler bulmak yerine, Fetö’nün boşalttığı mevzileri tahkim etmekle meşgul. Genel müdür, müsteşar, daire başkanlığına tensip edilen dindar kardeşim kendisine yol verildiğini anlamak yerine, kerameti kendinden menkul bir başarıya haiz olduğunu düşünüyor.

Devlet, sömürülmesi gereken bir kan deposu olarak görülüyor. Tabii ki kendini sömüren sülükler çoğaldıkça, devlet refleks vermek zorunda kalıyor. Bu refleks de bizim ülkemizde, her on beş-yirmi yılda bire tekabül ediyor. Aslında temel soru Müslüman açısından şu olmalı: “Bana ihtiyaç duyulan yerde mi duruyorum, yoksa benim ihtiyaç duyduğum, -gelmek için türlü torpil yaptırdığım- makamda mı duruyorum?..”

28 Şubat'ta -her darbede olduğu gibi- bir de eğitim ve öğretime el atıldı. Kimse bunu görmedi ama en büyük darbe meslek liselerine vuruldu. Meslek liselerine vurmak istedikleri darbeyi ve “dolayısıyla ihaneti” İmam-Hatip Liseleri ile kamufle ederek, laik kesime sevimli gösterdiler. Meslek liselerinin bir ülkenin eğitiminin temeli olduğunu herkes kabul ediyor. Ancak, o gün en çok rağbet edilen okullar olan meslek liseleri, bu gün hala ölü durumdalar.

Akademik liselerin gün geçtikçe arttığı bir noktadayız. Bu memlekette işsizliğin en büyük sebebi akademik liselerdir. 20 yaşına kadar hiçbir meslek öğrenmeden okula devam eden çocuklar, büro işi bulamadıkları zaman ancak kahve ya da kafelerin müdavimi olabilirler. Bu açıdan o mel’un darbenin etkilerinin halen devam ettiğinin farkında olmalıyız. Çocuklarımızı, devletten büro kapma çabası ile değil, özgüveni olan, elinden iş gelen, meslek sahibi, aynı zamanda ahlaklı bireyler olarak yetiştirmenin yollarını aramazsak, bu eğitim sisteminin çarkları arasında ezilen zavallılar olmaktan kurtaramayız ve de darbeler ülkesinin çocukları olmaktan…

28 Şubat denince akla çok şey gelir bizim kuşak için. Başörtüsü yasağı, lise ve üniversite önlerinde polis panzerleri, kapatılan okullarımız, ertelenen hayallerimiz, yasaklı kitaplar, ikna odaları… Yazmakla bitmez.

Gerçekten olanlar küçük bir yazıya değil, koca kitaplara bile zor sığar. Ancak bütün mesele 28 Şubat değil, mesele darbeler ülkesi olmak. Onun için herkes kendi hesabına darbelere ne kadar mesafeli, onu hesap etmeli. Yoksa bir müdürlük, idarecilik kapmak; istediği yere tayin yapmak için türlü yollara başvuranlar, hiç çekinmeden başkalarının yerine göz dikenler, darbe karşıtı gözükseler de zımnen darbe değirmenine su taşımaktadırlar. Devlet sülükleri taşıyamaz duruma geldikçe refleks vermeye devam edecek, birileri silleyi en ağır şekilde yemenin acısıyla hak, hukuk, adalet diye bağıracak ve fakat hak da hukuk da, adalet de, insan hakları da, demokrasi de, şeriatı Muhammedi de bizim ahlakımız kadar bize nasip olacak.



1180 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

KUR’AN’IN YAKILMASI, YERYÜZÜNDE TANRILAŞANLARIN HÜSRANI VE KÜRESEL DİRENİŞ - 03/02/2023
Kur’an’ın savunduğu hakikat ve değerler batıda onu tehdit edecek kadar dile gelmiştir ki kitleler ona dikkat kesilir ve yakar olmuştur. Yoksa mesela; Tipitaka’yı, Veda’yı, Avesta’yı, kimse yakmaz. Çünkü bunların kutsal kitap olduğu bile bilinmez.
KUL VE TAKDİR - 03/11/2020
Niyet kulluk ise, “insan kaderini yaşar” cümlesi ile “insan kaderini çizer” cümlesi arasında pek bir fark yoktur. Her ikisi de kulluğa götürür. Ama eğer niyet isyan ise; “kaderini yaşamak”, günahları Allah’a fatura etmeye sevk eder.
TARTIŞMALARIN ODAĞINDAKİ OKULLAR: İMAM-HATİP OKULLARI - 02/10/2020
İmam hatip okulları gerek (ön yargılı)dindar gerekse dine mesafeli kesimler tarafından ideolojik ve kategorik bir kadre tabi tutulmaktadırlar. Bu okulları aşan bir din eğitimi modeli önermedikçe, yapılan bu tip ithamlar ahlakî olmaz.
SÜNNET Mİ GELENEK Mİ? - 16/06/2020
Şunu da söylemeliyim ki kitap ve sünnet dinin kaynaklarıdır, gelenek ise dinin kaynağı değil, "kitap ve sünnetin nasıl yorumlamalıyız" sorusunun cevabıdır. Tenkide açık olmak kaydıyla, bu günkü sorunlarımızın çözümü için umut vaad etmektedir.
VİRÜSTEN Mİ, YOKSA KİRLERİMİZDEN Mİ ARINMALIYIZ? - 11/04/2020
Tam bu noktada, insan olarak karar vermeliyiz; kirlerimizden mi arınmalıyız, yoksa virüslerimizden mi? Bence kirlerimizden arınmazsak virüsten kesinlikle arınamayız.
KUR’AN-I ANLAMAK MÜMKÜN MÜ? - 03/08/2019
Eğer Kur’an-ı anlamaktan kasıt muradı ilahiye tekel uygulamak ya da muradı ilahiyi anlama ameliyesini yöntemsiz kılmak ise böyle bir anlama mümkün değildir ve faydalı da değildir.
SORU SORMAK SANATTIR YA DA KISSADAN HİSSE - 16/07/2019
Aynı zamanda kıssanın kendisi zaten bir hisse barındırır. Onun için sen kıssayı anlat, isteyen hissesini alır.
AHLAK EĞİTİMİ ÜZERİNE - 10/07/2019
Sonuç olarak genel geçer bir ahlaki sisteme sahip olmadığımız gibi, eskileri bir kenara atmayı aydınlanmacılık kabul eden hastalıklı bir zihinle de karşı karşıyayız.
HANGİ NİMET DAHA BÜYÜK? - 21/05/2019
“En büyük nimet hangisi?” derlerse, “bana küçüğünü söyle ki ben de büyüğünü söyleyeyim” demelisin.
 Devamı
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi8
Bugün Toplam695
Toplam Ziyaret4769823
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI