• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Dr. Murat KALIÇ
MAGANDANIN ONTOLOJİK ÇÖZÜMLEMESİ
26/04/2019

İnsanoğlunun dış dünyayla münasebeti bugüne kadar çeşitli aşamalar kaydetmiştir. Başlarda insanın tabiatla doğrudan temas kurmasını gerekli kılan bu ilişki, beşerin nahif tarafını perdeleyip hoyratlaşmasına sebebiyet vermiştir. Sonraki süreçte dünyayı şekillendiren coğrafi keşifler, rönesans, reform, aydınlanma çağı, sanayi devrimi vb. gelişmeler, insanın sözü edilen yapısında birtakım değişikliklerin kapısını aralamış, onu kısmen de olsa bilgiyle buluşturarak yavaş yavaş tabiattan uzaklaştırmıştır. Modern zamanlara gelindiğinde ise çevreyi bırakıp merkeze çekilerek pasif bir yaşamı tercih eden insanoğlunun derinliklerindeki kemale ermeyen bazı yönleri, enformatik iletişim/etkileşim neticesinde ıslah edilmiş ve tüm ilişkiler ölçülü bir biçimde yürütülmeye başlamıştır.

Resmedilen süreçte ilkel, feodal ve kentli kimliklerine bürünen insanda, analojik olarak psikanalizmin önde gelen ismi Avusturyalı psikolog Sigmund Freud’un (ö. 1939) sistematize ettiği “id-ego-süper ego” formunun tekâmül süreci müşahede edilmektedir. Nitekim ilk etapta beynin sürüngen ve duygusal bölümünün aktif olduğu, cinsellik ve saldırganlık potansiyelinin sevk merkezi “id” ile eylemlerini şekillendiren insan, devamında “ego” ile davranışlarını dengelemiş, son tahlilde ise toplumun değer yargılarına kıymet verdiği “süper ego” ile rafine bir karakter ortaya koymuştur.

Bugünkü gelinen noktada, modern yaşayış biçimlerinin bizlere sunduğu imkânlar neticesinde insani ilişkilerin arzulanan seviyede gerçekleşmesi beklenirken; bilgiyi elde etme, güncelleme ve nihayetinde ahlaka dönüştürme konusunda yaşanan travmalar, insanı ideal konumdan bir hayli uzaklaştırmış ve maalesef en baştaki ilkel boyuta sürüklemiştir. Özellikle her geçen gün medyaya yansımasıyla aşina olduğumuz, cinsiyet farkı gözetmeksizin trafik, düğün, spor gibi kent/kırsal her türlü aktif yaşam alanında kuvvetle muhtemel karşılaştığımız ve dolaşımdaki ifadesiyle “maganda” olarak isimlendirilen stereotip, söz konusu tespitin vücut bulmuş halidir.

Bu bağlamda, öncelikle maganda figürünün yaşadığımız topraklara nasıl kolaylıkla uyum sağlayabildiği sorusunun tatminkâr yanıtını aramak gerekir. Bu suale cevap sadedindeki en derinlikli izah ise analitik psikolog Carl Gustav Jung’un (ö. 1961) ortaya koyduğu ve her neslin eğilim ve potansiyelinin diğerine genetik yolla miras kaldığını belirttiği “kolektif bilinçdışı” düşüncesinde saklıdır. Buna göre, genetik kodlarında edilgen yahut baskın eylem ve reaksiyonlar bulunan bir millet, sonraki fertlerine bunu tüm yönleriyle bilinçdışı düzeyde aktarmaktadır. Bu kertede, tarih boyunca olanca yoksulluk ve yoksunluklarla sürekli mücadele ederek kendisini var eden, bu yönüyle de eşya ve hadiseler arasında aşırı duygusal bağ kuran atalarımızın savaşçı karakterinin gereği at binip ok atmasının veya kılıç kuşanmasının bizlerdeki bilindik tezahürleri, bu görüşü haklı çıkarmaktadır. Hal böyle olunca, toplumumuzun bünyesinde barındırdığı bu yerleşik kodların, günümüz maganda kültürünü besleyen büyük hareketlere dolaylı yönden kaynaklık ettiği hemen tebarüz etmektedir.

Buradan hareketle ifade edelim ki maganda, günümüz insani ilişkilerinde birtakım huzursuz yönelimlere sıkça başvurmaktadır. Bu durum, kendisine manevra imkânı sağlayabilmek için başkasının varlık alanına tecavüzde bulunma, diğer bir ifadeyle sistemine müdahale etme olarak yansıma bulmaktadır. Bu meyanda, kendini var etme adına her imkânı fırsata çeviren, dinimizin “başkasına zarar vermeme; zarar karşısında da aynıyla mukabelede bulunmama” (bkz. İbn Mâce, Ahkâm, 17) şeklinde, ideal beşeri münasebet usulü olarak bizlere sunduğu kaide-i külliyesinden nasibini alamayan maganda için başkasının hukukunu çiğneme, sıradan bir hâl almıştır. Öfke ve şehvet kuvvesini akıl nimetiyle dengeleyemeyen magandanın bunu hoyrat, umarsız ve sorumsuz bir ısrarla devam ettirmesinin altında yatan etmen ise mevcut kazanımlarından yoksun olma korkusudur. Zira korku, ait olduğu varlığa saplantılı bağlanmayı ve beraberinde plansız, şuursuz, pervasız bir tepkiyi zorunlu kılmaktadır. İşin ilginç tarafı bu tipoloji, günümüzde domino etkisi yaratarak toplumun asıl unsurlarını korku zeminine çekip pasifize ederek egemenliğini ilan etmiştir. Bu itibarla dinî literatürde iyi insan olmanın yolunun, güzel ahlak merkezli erdemli davranışlarda bulunmaktan önce “şerden emin olma” prensibiyle (bkz. Buhari, Edeb, 29; Müslim, İman, 73 [46]) karşımızdakine korkudan emin olma duygusunu ihsas ettirmekten geçtiği göz önüne alındığında, toplumun bugünkü gelinen noktada külli bir güven problemi yaşadığını ifade etmek izahtan varestedir.

Magandanın teşhis edilen davranışları sergilemesinin temel sebebi; insan, eşya, tabiat ve kâinatla ilişkisinde anlam sorunu yaşaması ve kendini gerçekleştirememesidir. Onun varlık problemini gün yüzüne çıkaran bu tespitte, geçmiş yaşam yoksunluklarının fevkalade büyük pay sahibi olduğunu söylemek mümkündür. Dolayısıyla magandanın, ihya edil(e)meyen düşüncelerine veya yarım kalan yaşanmışlıklarına gayri meşru zeminlerde can suyu aradığını belirtmek gerekir. Öte yandan, esasen özünde pasif bir karakterin teşhis edildiği, özgüvenden yoksun bırakılmış, cehaletle harmanlanan bu kimliğin fıtratla buluşmamış, akıl ve zihin dünyasında rafine edilmemiş, zahiren makul bir gerekçesi olmayan ham davranışları calibi dikkattir. Özellikle sosyolojik etkileşim ve değişimin neticesinde yaşanan kırılmaların bu tabloyu meydana getirdiği bilinen bir gerçektir. Nitekim kırsalın hoyratça boşalmasıyla kutup bölgeleri daralarak ekvator çevresi genişleyen ve kent hazımsızlığı şeklinde yansıma bulan bu yeni yapıda, alt kültürün beraberinde getirdiği müktesebatın kent kültürüyle birleşmesi sonucu ortaya çıkan resim, magandanın şahsında tam manasıyla ete kemiğe bürünmüştür.

Modern hayatın, kapitalizmin fısıldamalarıyla vizyonu parlatarak güçlü ve muktedir profil anlayışını zihinlere telkin ettiği günümüzde, bu durumun herkeste doğal olarak makes bul(a)maması, bazı travmatik yan etkilere sebebiyet vermektedir. Neticede, asaleten bu kazanımı elde edenlerle diğerleri arasında açılan makas, toplumun alt kültürüne kendisini var edecek yeni, ucuz yollu mecralar açmıştır. Nitekim günümüz sosyal yaşamında, az maliyetle çokça görüntü sergilemeye imkân sunan araçların cadde ve sokaklardaki film sahnelerini aratmayan ortalama üstü atraksiyonlarını, meskûn mahaldeki gecenin koyu karanlığını delen müzik sesini, örfî kodlarımızda karşılığı bulunmayan havai fişek gösterisini vb. nevzuhûr toplumsal tezahürleri, bu doğrultuda ele alıp değerlendirmek isabetli olacaktır. Bununla birlikte, sadece maddi varlığa sahip olmakla da bahse konu mesafenin kapanması imkân dâhilinde değildir. Dolayısıyla vurgulanmaya çalışılan husus, “…ama para bende!” tesellisi ve pişkinliğiyle örtbas edilemeyecek bir cevheri zaruri kılmaktadır.   

Dünya ve ahiret saadetinin yegâne teminatı olan dinin insana dönük nihai amacı; kendilik algısı gelişmiş, özünü bulan/bilen, çevresine karşı edilgen tutum sergileyen, hayatı anlamlandıran; hülasa, “insan-ı kâmil” olarak muttasıf bir kişilik modeli ortaya koymaktır. Sözü edilen beşeri ideal; bilgi merkezli, fikrî temelleri olan, belirli bir usul ve esas dairesinde istendik sistematik aksiyon içeren zor ve meşakkatli bir süreci öngörmektedir. Fakat kolaycı, pragmatik, bilgi ve bilinçten ziyade duygunun şekillendirdiği maganda kültürü, hüdâ-i nâbit bir yapı arz ettiğinden, talibi de bir hayli fazla olmaktadır. Bu zahmetsiz edinimin en kötü hasılası ise uyma davranışı neticesinde sevâd-ı a’zamın zikredilen cephede konuşlanmasından dolayı bazı selim fıtrat sahiplerinin doğru istikametin bu yönde olduğu zehabına kapılmalarıdır.

Buraya kadar bir sosyal sendrom olarak derinlemesine analiz etmeye çalıştığımız maganda kültürünün yaşamın tüm şubelerinden bertaraf edilebilmesinin biricik çaresi, kent hayatının idealize edilmesi ve bu ufkun içselleştirilip erdemli davranışlarla uç vererek toplumla buluşmasında saklıdır. Nitekim Hz. Peygamberin (s.a.s.) şehirlerin anası Mekke’den Medine’ye hicretini, bu doğrultuda bir tutum ve davranış numunesi olarak görmek mümkündür. Yesrib’i medenileştiren bu devrim; bilgi, hikmet ve marifet yurdunda doğup iman ve ahlakla neşvünema bulan kadim medeniyetimizin şekillendiği milattır. Bu nirengi noktayı merkeze alarak kuşanmamız gereken tutum; tefekkürü, kâğıt-kalemi, ifadeyi, etik ve estetiği elden bırakmadan iyi(lik)lerin yoluna revan olmaktır. Söz konusu husus topyekûn temin edildiğinde, insanlık filizlenecek ve nihayetinde kavruk toplumsal haritamız yeşile boyanacaktır.



1265 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

AKIL MI DUYGU MU? - 23/05/2023
Yüce dinimiz İslam her şart ve durumda orta yolu benimsediği gibi kişi, durum, olay ve meselelere yaklaşımda da akıl ve duygu dengesini önemsemektedir. Çünkü bir şey akılla bilinip duyguyla yaşandığında tam ve anlamlı olur.
ÇAD: SAKLI BİR İSLAM DİYARI - 07/03/2022
Afrika kıtasının tam ortasında yer alan, keşfedilmemiş bir ülke Çad Cumhuriyeti. Hakkında çok şey söylense de gelip görülmeden asla anlaşılamayacak ülkelerden birisi...
GENÇLER ve SOSYAL MEDYA AHLAKI - 07/09/2021
Sanal âlemin ve bu mecradaki sosyal ağlarda gerçekleşen her türlü eylemin de gerçekliği tartışmasızdır. Dolayısıyla, gerçek yaşamda kendisine iyi veya kötü değeri atfedilen ne kadar davranış varsa, bunların hepsi sanal dünyada da aynı hükme tabidir.
DİN İSTİSMARININ ANATOMİSİ - 17/09/2020
Dinî değerleri örseleyip vasıfsızlaştıran istismara karşı bilgi, hikmet ve marifeti kuşanıp agâh olmak bizi sabitkadem kılacak biricik reçetedir. Bu asil gayret, dinimizi korumakla mükellef olan bizler için önemli bir şuur ve sorumluluk dersidir.
DİNSEL TARAFTARLIĞIN DOGMATİK İZDÜŞÜMÜ - 31/08/2020
Tek başına yaratılıp yine tek başına hesaba çekilecek insana yaraşan, yüce Mevla’nın bahşettiği akıl nimetiyle, Kur’an-sünnet bütünlüğünü merkeze alan bir anlayışı kuşanıp bilgi-duygu dengesini kurarak dinî metinleri anlama gayretine girişmesidir.
İYİ BİR BAŞLANGIÇ - 28/04/2020
Her daim yaratma hâlinde olan yüce Allah’ın dünya ile yüzleştirdiği insan, esasen hayatta kaldığı her an yeni bir oluşa yeşil ışık yakmaktadır. Dolayısıyla yeni bir başlangıca imza atmak, yaşama daha sıkı sarılmak için tabii bir vazgeçilmezdir...
CESARET EDİMİNİN VARLIK HARİTASI - 24/02/2020
Yeryüzünün en değerli sakini insan, her yönden öncelikle cesaret değerine muhtaçtır. Hayat, ölüm denilen vadesi bilinmeyen hakikatle mahdut olduğuna göre, bu faziletin önüne çıkan hiçbir çeldirici, insanı hakikat yolundan alıkoymamalıdır.
KİFAYETSİZ MUHTERİSİN SUSMAYAN MERAKI: OLMAK YA DA ERMEK - 27/01/2020
Her şart ve durumda Allah için olmak ve O’na ermek, kişiyi mâsivâdan mâverâya, fenâdan bekâya ulaştıracak ve nihayetinde son gülen olarak bu dünyadan kazançlı çıkaracak yegâne stratejidir.
BİLGECE FARKINDALIK - 16/01/2020
İnsanın kendiyle baş başa kalamadığı ve tükenmişlik girdabında vurgun yediği modern zamanın hengâmesinden kurtulabilmesi için bilgece farkındalık tecrübesiyle hem zaman hem de mekânca yükselmesi şarttır.
 Devamı
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi20
Bugün Toplam1915
Toplam Ziyaret4728482
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI