• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Fıkıh ve İctihad: Derin Kavrayış, Hakikati Arayış

FIKIH VE İCTİHAD

Hüküm Vermede Usul:

Hicretin üzerinden dokuz yıl geçmişti. Allah Rasûlü yeni fethedilen yerlere dini öğretmeleri için elçiler gönderiyordu. Sıra Yemen'e gelmişti. Yemen'e elçi, zekât memuru ve kadılık yetkileriyle gönderilecek kişi, helâli ve haramı en iyi bilen,1 Rasûlullah'ın kendilerinden Kur'an öğrenilmesini tavsiye ettiği dört sahâbî arasında bulunan Muâz b. Cebel'di.2 

Genç yaşta Müslüman olan ve Rasûlullah'la birlikte hemen hemen bütün savaşlara katılan Muâz, Allah Rasûlü tarafından Yemenlilere, “Size arkadaşlarımın en uygun olanını gönderiyorum.” denilerek takdim edilmişti.3 

Peygamberimiz, yolculuktan önce, Ebû Musa el-Eş'arî ile Muâz'ı Yemen'e uğurlarken, onlara halka karşı nasıl davranacakları hususunda bazı uyarılarda da bulunmuştu: 

 يَسِّرَا وَلاَ تُعَسِّرَا ، وَبَشِّرَا وَلاَ تُنَفِّرَا ، وَتَطَاوَعَا وَلاَ تَخْتَلِفَا

“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin ve hüküm verirken birbirinizle uyum içinde olun!”[1]

Ayrıca, onlara Ehl-i kitap bir kavme gittiklerini hatırlatarak, belde halkını öncelikle Allah'tan başka tanrı olmadığına ve Resûlullah'ın Allah'ın Peygamberi olduğuna inanmaya çağırmalarını, kalpleri imana ısındıkça da yavaş yavaş ibadetleri anlatmalarını istemişti.5 İşte bu uğurlama esnasında Allah Resûlü ile o çok sevdiği ve kıyamet günü âlimlerin önünde yürüyeceğini müjdelediği sahâbîsi Muâz6 arasında şöyle bir konuşma geçti:

(Sana bir dava geldiğinde) nasıl hüküm vereceksin?

—Allah'ın Kitabı'na göre hüküm vereceğim.

(O konuda) Allah'ın Kitabı'nda bir hüküm bulamazsan?

—Resûlullah'ın (sav) sünneti ile (karar vereceğim).

Resûlullah'ın (sav) sünnetinde de yoksa?

—Kendi görüşümle ictihad ederek bir karara varacak ve ona göre hüküm vereceğim.

Allah Resûlü elini Muâz'ın göğsüne koydu ve şöyle dedi:

 الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِى وَفَّقَ رَسُولَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم

“Resûlü'nün elçisini (Resûlü'nün arzuladığı cevabı vermeye) muvaffak kılan Allah'a hamdolsun.”[2]

Buna göre Hz. Peygamber, kişisel ictihadın dayanması gereken ilk kaynağın Kur'an, ikinci kaynağın ise kendisinin söz ve uygulamaları olduğunu belirtmiş olmaktadır.

Peygamberimiz 

 مَنْ يُرِدِ اللَّهُ بِهِ خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِى الدِّينِ

“Allah her kimin iyiliğini dilerse, onu dinde fakih kılar (dinin inceliklerini anlama konusunda ona kabiliyet verir).” 8 sözüyle fıkhın önemini vurgulamıştır.

******

Fakih sahâbî Abdullah b. Mes'ûd, bir gün pek çok hususta görüşü sorulduğunda o şöyle demiştir:

“Bir zamanlar biz hiç hüküm veremezdik, daha sonraları Allah takdir buyurdu da bu gördüğünüz seviyeye ulaştık. Bundan sonra sizden biriniz, hüküm verilmesi gereken bir sorunla karşılaşırsa, Allah'ın Kitabı'ndaki hükümlere göre karar versin. Allah'ın Kitabı'nda bulunmayan bir işle karşılaşırsa, O'nun Peygamberi'nin (sav) hükümleriyle meseleyi çözmeye çalışsın. Allah'ın Kitabı'nda ve Resûlullah'ın (sav) hükümlerinde söz konusu edilmeyen bir mesele ile karşılaşırsa, salih insanların verdiği hükümlere göre cevap versin. Allah'ın Kitabı'nda, O'nun Peygamberi'nin (sav) hükümlerinde ve salih insanların fetvalarında bulunmayan bir durumda ise, kendi görüşüne göre ictihad etsin. 'İctihad etmekten korkuyorum. Ben korkuyorum.' demesin. Çünkü helâl bellidir. Haram da bellidir, bu ikisinin arasında ise (helâl mi haram mı olduğu belli olmayan) şüpheli meseleler vardır. Seni şüpheye düşüren şeyleri bırak, şüphe duymadığın şeylere bak.”30

 

İlim Öğrenmenin Fazileti:

Allah Resûlü, hayatının her döneminde dini öğrenmeyi, dinin detaylarına vâkıf olmayı teşvik etmiş, âlimler için her fırsatta güzel sözler söylemişti. Günün birinde, mescitte iki gruba rastlamış ve 

 كِلاَهُمَا عَلَى خَيْرٍ وَأَحَدُهُمَا أَفْضَلُ مِنْ صَاحِبِهِ ، أَمَّا هَؤُلاَءِ فَيَدْعُونَ اللَّهَ وَيُرَغِّبُونَ إِلَيْهِ فَإِنْ شَاءَ أَعْطَاهُمْ وَإِنْ شَاءَ مَنَعَهُمْ ، وَأَمَّا هَؤُلاَءِ فَيَتَعَلَّمُونَ الْفِقْهَ وَالْعِلْمَ وَيُعَلِّمُونَ الْجَاهِلَ فَهُمْ أَفْضَلُ ، وَإِنَّمَا بُعِثْتُ مُعَلِّماً

“İkisi de hayır üzeredir. Ama biri, diğerinden daha üstündür. Bir kısmı, Allah'a dua ediyor ve ondan bir şeyler istiyorlar. Allah onlara ister verir, isterse vermez. Diğerleri ise, fıkıh (dini anlamaya yönelik meseleler) ve ilim öğreniyorlar ve bilmeyene öğretiyorlar. Bunlar daha üstündür. Şüphe yok ki, ben de sadece bir öğretici olarak gönderildim.” diyerek ilim öğrenenlerin yanına oturmuştur.[3]

******

Peygamberimizin her fırsatta, dini anlamaya ve hikmetini düşünerek kavramaya verdiği değeri gösteren bir başka sözü de şudur:

 فَقِيهٌ أَشَدُّ عَلَى الشَّيْطَانِ مِنْ أَلْفِ عَابِدٍ

“Şeytan için fakih (dini hakkıyla kavramış) bir insanı ayartmak, bin âbidi ayartmaktan daha zordur.” 15 

******

Rasulullah’ın fıkhın faziletiyle ilgili olarak ayrıca şöyle buyurmuştur: 

 إِنَّ الْحَيَاءَ وَالْعَفَافَ وَالْعِىَّ ، عِىَّ اللِّسَانِ لاَ عِىَّ الْقَلْبِ ، وَالْفِقْهَ مِنَ الإِيمَانِ وَهُنَّ مِمَّا يَزِدْنَ فِى الآخِرَةِ وَيُنْقِصْنَ مِنَ الدُّنْيَا ، وَمَا يَزِدْنَ فِى الآخِرَةِ أَكْثَرُ ، وَإِنَّ الْبَذَاءَ وَالْجَفَاءَ وَالشُّحَّ مِنَ النِّفَاقِ ، وَهُنَّ مِمَّا يَزِدْنَ فِى الدُّنْيَا وَيُنْقِصْنَ فِى الآخِرَةِ ، وَمَا يُنْقِصْنَ فِى الآخِرَةِ أَكْثَرُ

“Hayâ, iffet, kalbine değilse de diline sahip olma ve fıkıh (dini derinden anlama) imandandır. Bunlar dünyevî kazançları eksiltseler bile âhirette kişiyi zenginleştirecek hususlardandır. Âhirette sağlayacakları kazanç çoktur. Kötü söz, kabalık ve cimrilik nifak alâmetleridir. Kişiyi dünyada zenginleştirseler de, âhirette yoksullaştıran hususlardandır. Âhirette kaybettirdikleri daha çoktur.”[4]

Fıkıhta Vehbi Özellik:

Gerçek şu ki, bir sözün ya da eylemin hakiki anlamını, hikmetini ve sonuçlarını kavramak, doğuştan gelen ve eğitimle edinilen kabiliyetlere bağlı olarak kişiden kişiye değişen bir husustur. Herkes bir sözü, düşünme ve kavrama istidadı oranında anlayabilir. Bundan dolayıdır ki, Hz. Peygamber, sözlerinin dinleyenler tarafından başkalarına aktarılmasını teşvik etmiş, böylece sözlerinin hakikatini, aktarandan daha iyi kavrayabilecek olanlara ulaşmasını arzulamıştır. Resûl-i Ekrem, ashâbına verdiği bir hutbede17 şöyle buyurmuştur: 

 نَضَّرَ اللَّهُ امْرَأً سَمِعَ مِنَّا حَدِيثًا فَحَفِظَهُ حَتَّى يُبَلِّغَهُ فَرُبَّ حَامِلِ فِقْهٍ إِلَى مَنْ هُوَ أَفْقَهُ مِنْهُ وَرُبَّ حَامِلِ فِقْهٍ لَيْسَ بِفَقِيهٍ

“Allah, bizden bir hadis işitip, başkasına aktarana kadar onu belleyen kişinin yüzünü ak etsin. Fıkıh (dini hakkıyla anlamaya yönelik bilgiler) öğrenip onu kendisinden daha kavrayışlı olanlara aktaran nice kimseler vardır! Fıkıh öğrenen nice kimseler de vardır ki haddizatında kendileri fakih (derin kavrayış sahibi) değildir.”[5]

Bilgiyi Kendine Saklamak:

Allah Resûlü, bilginin esirgenmesini asla hoş görmemiştir.

 مَنْ سُئِلَ عَنْ عِلْمٍ فَكَتَمَهُ أَلْجَمَهُ اللَّهُ بِلِجَامٍ مِنْ نَارٍ يَوْمَ الْقِيَامَةِ .

“Her kim, kendisine sorulan bir meseleyi yahut kendisinden istenilen bir bilgiyi bile bile gizler de cevabını vermezse, kıyamet günü ona ateşten bir gem vurulacaktır.” 19 

Bilmediği Konuda Hüküm Vermek:

Aynı şekilde kişinin bilmediği hususlarda görüş beyan etmesini ve fetva vermesini hoş görmemiştir. Nitekim Peygamberimiz döneminde yaşanan bir olay, bilmeden fetva vermenin kötü sonuçlarını gösteren örneklerden sadece biridir.

Seferdeyken kafası yarılan bir sahâbîye arkadaşları su olduğu için teyemmüm yapamayacağını söylemişlerdi. Bu fetva üzerine yaralı sahâbî başını yıkamış ve bu nedenle de vefat etmişti. Olayı duyunca Peygamberimiz (sav), buna sebep olanları şu sözüyle azarlamıştı: 

 قَتَلُوهُ قَتَلَهُمُ اللَّهُ أَلاَّ سَأَلُوا إِذْ لَمْ يَعْلَمُوا فَإِنَّمَا شِفَاءُ الْعِىِّ السُّؤَالُ إِنَّمَا كَانَ يَكْفِيهِ أَنْ يَتَيَمَّمَ وَيَعْصِرَ

“Onu öldürdüler, Allah da onların canını alsın! Mademki bilmiyorlar, bir bilene sorsalardı ya! Cehaletin ilacı sormaktır.” 20

Alimlerin Fazileti:

Rasulullah buyurdular ki: 

 إِنَّ اللَّهَ لاَ يَقْبِضُ الْعِلْمَ انْتِزَاعًا ، يَنْتَزِعُهُ مِنَ الْعِبَادِ ، وَلَكِنْ يَقْبِضُ الْعِلْمَ بِقَبْضِ الْعُلَمَاءِ ، حَتَّى إِذَا لَمْ يُبْقِ عَالِمًا ، اتَّخَذَ النَّاسُ رُءُوسًا جُهَّالاً فَسُئِلُوا ، فَأَفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ ، فَضَلُّوا وَأَضَلُّوا 

“Kuşkusuz Allah, ilmi kullarının arasından çekip almaz. Bilakis âlimlerin vefatıyla ilmi alır. Sonunda hiç âlim kalmayınca, insanlar cahil kimseleri önder edinirler. Onlara birtakım sorular sorulur, onlar da bilgisizce fetva verirler. Böylelikle hem kendileri sapar hem de (insanları) saptırırlar.” 22

Kendi Reyi ile Hüküm Vermek:

Görüş bildirme ve topluma rehberlik etme, ağır sorumluluk gerektiren bir iştir. Derin bir anlayış ve öngörüye sahip olmayı gerektiren bu işin hukukî ve ilmî boyutlarının yanı sıra, ahlâkî bir boyutu da olduğu unutulmamalıdır. Abdullah b. Mes'ûd'un, bilmediği konularda “Allah daha iyi bilir.” deyip susmasını kişinin fıkhına yani anlayış ve kavrayışına bağlaması,23 bilgi ahlâkına riayet etmeye dair vurgusuyla gayet manidardır.

Hz. Ömer'in şu sözü, görüş bildirecek yahut hüküm verecek kişinin sahip olması gereken ahlâkî duruşa işaret etmektedir:

 يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّ الرَّأْىَ إِنَّمَا كَانَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مُصِيبًا لأَنَّ اللَّهَ كَانَ يُرِيهِ وَإِنَّمَا هُوَ مِنَّا الظَّنُّ وَالتَّكَلُّفُ .

“Ey insanlar! Re'y (şahsî kanaat ve düşünce), ancak Resûlullah'a aitse isabetlidir. Çünkü Allah ona (doğruyu bizzat) göstermiştir. Bizim re'ylerimiz ise, (doğru olanı bulmak için gücümüz nispetinde ortaya konan) fikrî gayret ve zandan ibarettir.”[6]

******

Hz. Ömer, Ebû Musa el-Eş'arî'ye yazdığı mektupta hüküm verecek insanların nasıl hareket edeceklerine dair önemli bir ilkeden bahsetmektedir:

“Bugün verdiğin ama daha sonra tekrar düşünüp yanlış olduğunu anladığın bir hüküm, seni doğruya dönmekten alıkoymasın. Çünkü hakikat asıldır, onu hiçbir şey iptal edemez. Hakikate dönmek, bâtılı sürdürüp gitmekten hayırlıdır.”[7]

Peygamber Efendimiz, bilgisizce ya da sağlam bir bilgiye dayanmadan hüküm veren insanları şöyle uyarmaktadır:

 مَنْ أُفْتِىَ بِغَيْرِ عِلْمٍ كَانَ إِثْمُهُ عَلَى مَنْ أَفْتَاهُ

“Bilgisizce verilen bir fetva ile amel eden kimsenin günahı, o fetvayı verene aittir.”[8]

******

Geleneğimizde fetva verme konusunda cesur ve hevesli olmaya sıcak bakılmamıştır.28 Sahâbîler, kendilerinden fetva istendiğinde bunun sorumluluğunu üstlenmekten çekinmişlerdir.29 Hatta bir şey sorulduğunda arkadaşlarının cevap vermesini beklemişlerdir. Ama öyle bir zaman gelmiştir ki, Hz. Peygamber'in arkadaşları onun vefatından sonra insanların sorunlarını çözmekten, onlara rehberlik yapmaktan kaçınamaz olmuşlardır.

İctihatta Bulunmaktan Çekinmemek:

Gerekli bilgi ve yönteme sahip olan, aynı zamanda bilgi ahlâkına riayet eden kişilerin görüş ortaya koymaları, hüküm vermeleri, ulaştıkları sonuçlara göre değil, taşıdıkları niyet ve sarf ettikleri çabaya göre değer kazanır. 

Allah Resûlü içtihatta bulunmayı, yanılma payı bile olsa, onaylamış ve şöyle buyurmuştur: “Hâkim, hüküm verirken ictihad eder (gücü nispetinde çaba sarf eder) de sonunda isabetli karar verirse, iki sevap kazanır. Eğer ictihad eder de sonunda hata ederse, bir sevap kazanır.” 31

Rabbimiz, pek çok âyette kullarını, düşünüp ibret almak ve hidayete ermek için akıllarını kullanmaya davet etmektedir.

كِتَابٌ اَنْزَلْنَاهُ اِلَيْكَ مُبَارَكٌ لِيَدَّبَّرُوا اٰيَاتِه وَلِيَتَذَكَّرَ اُولُوا الْاَلْبَابِ

“Bu Kur'an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.”[9]

Bir Davada Tarafların Yalan Beyandan Kaçınması:

Aklını kullanan, bilgi üreten ve hüküm veren kişinin ahlâkî bir sorumluluğu olduğu kadar, muhataplarının yani kendisinden hüküm vermesini isteyenlerin de sadece hakikatin ortaya çıkması gibi samimi bir niyet taşımaları gerekir. Bu anlamda her iki tarafın da ahlâkî yükümlülükleri vardır. Peygamberimiz konumu gereği insanlar arasında hakemlik yaparken ahlâkî sorumluluğun en güzel örneklerini sergilemiştir. Aralarında hüküm verdiği insanları da aynı hassasiyeti göstermeleri konusunda uyarmıştır: 

 إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ ، وَإِنَّكُمْ تَخْتَصِمُونَ إِلَىَّ ، وَلَعَلَّ بَعْضَكُمْ أَنْ يَكُونَ أَلْحَنَ بِحُجَّتِهِ مِنْ بَعْضٍ فَأَقْضِى نَحْوَ مَا أَسْمَعُ ، فَمَنْ قَضَيْتُ لَهُ بِحَقِّ أَخِيهِ شَيْئًا فَلاَ يَأْخُذْهُ ، فَإِنَّمَا أَقْطَعُ لَهُ قِطْعَةً مِنَ النَّارِ

“Ben ancak bir insanım. Siz bana bazı davalarla geliyorsunuz. Belki biriniz delilini diğerinden daha güzel ifade eder ve ben ondan duyduğuma göre (onun lehine) hüküm veririm. Bu şekilde kime kardeşinin hakkından bir şey vermişsem, asla onu almasın. Zira böyle bir durumda ona ben ancak bir ateş parçası vermiş olurum.”[10]

Muhatabın Durumuna Göre Cevap Vermek:

Hüküm verirken ya da bir görüş beyan ederken muhatabın algı düzeyinin dikkate alınması önemlidir. Sorulan soruya muhatabın anlayacağı şekilde ve üslûpta cevap verilmesi, sadece doğrunun iletilmesi amacıyla hareket edilmesi gerekir.

Sevgili Peygamberimiz, kimi zaman kendisine bir meselenin hükmünü soran kişiye, bir yönüyle sorusuna benzeyen ve aslında cevabını bildiği başka bir soru sorar, yani soruya soru ile karşılık vererek her iki meselenin benzerliğini muhatabına keşfettirir, sonra da “O hâlde her iki meselenin hükmü de aynıdır.” derdi.

Bir gün Hz. Ömer, heyecanla yanına gelerek “Yâ Resûlallah! Ben büyük bir hata işledim, oruçluyken hanımımı öptüm.” demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Söyle bakalım oruçluyken ağzını su ile çalkalarsan ne olur?” diye sordu. Hz. Ömer: “Bunun bir zararı olmaz.” deyince de “O hâlde bu üzüntü niye?” buyurdu.36

Bu durum yalnız bir olayla sınırlı değildi: Has'am kabilesinden bir adam Peygamberimize gelip babasına haccın farz olduğunu, ancak onun bineğe binip hacca gidemeyecek kadar yaşlandığını, kendisinin babasının yerine hac yapıp yapamayacağını sormuştu. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Babanın bir borcu olsa öder miydin?” diye sordu. Adam “Evet” deyince, Resûlullah, “Öyleyse babanın yerine sen hac yap.” demişti.37 

Bir gün de Damdam b. Katâde isimli38 siyahî olmayan bir bedevî Peygamberimize gelip “Yâ Resûlallah! Benim siyah tenli bir çocuğum oldu (karımdan şüpheleniyorum)” dedi. Resûlullah onun endişesini gidermek için kıyas yoluyla aklını kullanmasını sağlamak amacıyla şöyle bir soru yöneltti: “Senin develerin var mı?” Bedevî, “Evet var.” deyince, “O develerin renkleri nasıl?” diye ekledi. Bedevî, “Kızıl” diye cevap verdi. Resûlullah, “Bunların içinde beyazı siyaha çalan boz deve de var mı?” diye sormaya devam ettiğinde, bedevî “Evet var.” diye cevapladı. Bunun üzerine Resûlullah, “O boz renk nereden oldu?” diye sorarak adamın düşünmesini istedi. Bedevî, “Belki soyunun bir damarı çekmiştir!” dedi. Resûlullah da, “Senin bu oğlun da belki eski bir soy köküne çekmiştir!” buyurdu.39

Yeni Ortaya Çıkan Problemlerin Çözümü:

Allah Resûlü'nün vefatından sonra hem zamanın ilerlemesi, hem de fetihler sonucunda yeni kültür çevreleri ile iletişime geçilmesi, daha önce örneği görülmeyen birtakım yeni şartları ortaya çıkarmıştır. Bu dönemlerde Hz. Peygamber'in eğitiminden geçen sahâbîler ve onların ardından gelen Müslüman nesiller yeni problemlere onun arzusu ve ilkeleri çerçevesinde re'yleriyle yani şahsî görüş ve düşünceleriyle ictihadda bulunarak çözümler üretmişlerdir. Ne var ki, zaman içerisinde 're'y' üzerinde tartışmalar ortaya çıkmıştır. Sınırlı naslardan durmadan yenilenen hayatın problemlerine çözümler üretecek olan aklî faaliyete karşı olumsuz yaklaşımlar sergilenmiştir. Hevâsına göre ve keyfî konuşma ile Kur'an ve Sünnet'in temel ilke ve prensiplerinden sapmadan yeni problemlere cevap bulma çabası, çoğu kez birbirinden ayırt edilememiş ve 're'y' yani aklın işletilmesi kötülenir olmuştur.

Düşüncenin sınırlanmasının ve aklî faaliyetlerin kısıtlanmasının zaman içerisinde Müslümanlara maliyetinin ağır olduğu inkâr edilemez. Tarihî süreçte zaman zaman yeni bilginin üretimi neredeyse durmuş, var olan bilgilerin doğruluğu ve uygulanabilirliği özgür tenkit yöntemiyle sorgulanamamıştır. Bu durum bir taraftan bilgi mirasını reddeden köksüz yorumları, diğer taraftan geleneksel malumata teslim olmuş, onu verimli bir şekilde işleyip zenginleştirmekten, değişen hayat şartlarına karşı ikna edici cevaplar üretmekte kaynak olarak kullanmaktan uzak, tekrarlayıcı faaliyetleri doğurmuştur.

Fetva Vermede Vicdana Danışmak:

Oysa “fıkıh, ictihad, kıyas, re'y ve fetva” gibi kavramlar ilk günden itibaren Müslümanlara ışık tutacak niteliktedir. Fetva; akıl, gönül ve vicdan işidir. Vâbisa b. Ma'bed el-Esedî, Allah Resûlü ile aralarında geçen şu konuşmayı bizlere aktarmaktadır: Resûlullah (sav), 

 جِئْتَ تَسْأَلُ عَنِ الْبِرِّ وَالإِثْمِ؟

“İyilik ve kötülüğü(n ne olduğunu) sormaya mı geldin?” dedi.

(Ben de), “Evet” dedim.

Hz. Peygamber, parmaklarını birleştirip göğsüne vurarak üç defa, 

 اسْتَفْتِ نَفْسَكَ ، اسْتَفْتِ قَلْبَكَ يَا وَابِصَةُ - ثَلاَثاً - الْبِرُّ مَا اطْمَأَنَّتْ إِلَيْهِ النَّفْسُ وَاطْمَأَنَّ إِلَيْهِ الْقَلْبُ ، وَالإِثْمُ مَا حَاكَ فِى النَّفْسِ وَتَرَدَّدَ فِى الصَّدْرِ

“Kendine danış, kalbine danış ey Vâbisa! İyilik, gönlü huzura kavuşturan ve içe sinen şeydir. Kötülük ise insanlar sana fetva verseler (onaylasalar) bile, gönlü(nü) huzursuz eden ve iç(in)de bir kuşku bırakan şeydir.”[11]



[1] Buhari, Cihad, 164.

[2]  Tirmizî, Ahkâm, 3.

[3] Dârimî, Mukaddime, 32.

[4] Dârimî, Mukaddime, 43.

[5] Ebû Dâvûd, İlim, 10.

[6] Ebû Dâvûd, Kadâ’ (Akdiye), 7.

[7] Dârekutnî, Sünen, IV, 206.

[8] Ebû Dâvûd, İlim, 8.

[9] Sad, 38/29.

[10]  Buhârî, Ahkâm, 20.

[11] Dârimî, Büyû’, 2.


Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam


Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi22
Bugün Toplam1644
Toplam Ziyaret4770772
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI