• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Kur'an Ölülere Değil Dirilere Seslenir

KUR’AN ÖLÜLERE DEĞİL DİRİLERE SESLENİR

 

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَاناً وَعَلَى رَبِّهِمْيَتَوَكَّلُونَ:الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ:أُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقّاً لَّهُمْ دَرَجَاتٌ عِندَرَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ:

 

     “Müminler ancak, Allah zikredildiği (anıldığı) zaman kalpleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçek müminlerdir…” (ENFAL SURESİ – 2/4. AYET)

 

     İnsanı yaratıkların en şereflisi kılan Yüce Allah, insana akıl, düşünme, konuşma, faydalıyı zararlıdan ayırabilme gibi kabiliyetler vermiştir. Ayrıca her biri cihana değer nitelikteki sayısız nimetleriyle, bedeni ve ruhi varlığımızı donatmıştır. Dünyayı insana beşik kılmış, uçsuz bucaksız kâinatı ve içindekileri insanın emrine, hizmetine sunmuştur. Yine Allah, hayatın karanlık yollarında yürürken önümüzü aydınlatmak için uyacağımız iman, ibadet ve ahlâk kurallarını da bildirmiştir.

     Bunca nimetleri bize bahşeden Yaratıcımıza nasıl kulluk edeceğimizi, niçin yaratıldığımızı, nerede ve ne diye bulunduğumuzu, yolculuğumuzun nereye doğru sürüp gittiğini, bu dünya ötesinde nelerle karşılaşacağımızı, gönderdiği peygamberleri ve bu peygamberleri aracılığıyla bizlere ulaştırdığı kitapları vasıtasıyla bildirmiş, öğretmiştir. Bildiğimiz ve iman ettiğimiz gibi, Yüce Allah insanlara ilk vahyini, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem (AS) vasıtasıyla ulaştırmış, ilâhi vahyin son ve en mükemmel halkasını teşkil eden Kur’an-ı Kerim’i âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) aracılığı ile bizlere iletmiştir.

     Rabbimizin son mesajı olan bu kitap, O’nunla biz kulları arasındaki kopmaz ilâhi bir bağdır. Bu Kur’an’ın cazibe ve aydınlığı ile milyarlarca insan yollarını bulmuşlar, O’nun sayesinde ortak gaye etrafında birbirlerine ve Allah’ın bütün yaratıklarına saygı duymayı öğrenmişlerdir. Bazı insanlar da yaratılış gayesini anlayamamış, yeryüzüne ve içindekilere, yaratıcısından dolayı sevgi duymayı öğrenememiş ve kendilerine verilen dünya nimetlerini hakkıyla değerlendirmeyi bilememiş ve bir ömrü heba etmiştir. Ömrünü Allah ve O’nun sevgili Rasülü (SAV)’in emir ve tavsiyeleri doğrultusunda geçirmeden tüketen kişiler, bu dünyadan göç ettikten sonra, kendilerine tanınan bu fırsatı ikinci bir defa değerlendirme imkânı bulamayacaklardır. Öbür dünyada, bu fani âlemde yaşadıkları ile baş başa kalacaklar, iyiler ilâhi ikramlar ile mutlu olurken, kötüler boşa geçirdikleri dünyaya tekrar döndürülüp, Allah’ın emirlerine uygun bir hayat yaşamayı özleyecek ve arzu edeceklerdir. Bu gerçek Kur’an-ı Kerim’de:

 

حَتَّى إِذَا جَاء أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ رَبِّ ارْجِعُونِ:

     “Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında; Rabbim! Beni geri gönder, ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi işler yapayım’ der.” (MÜMİNUN SURESİ -  99. AYET)

     Ayetiyle, açıkça ortaya konulmaktadır. Fakat bu durumda olan kişilerin arzuladıkları özlem ve bu sonsuz istekleri karşılıksız kalacaktır. Bu gibi kişilerin isteğine, Cenab-ı Allah tarafından şu karşılık verilir:

 

كَلَّا إِنَّهَا كَلِمَةٌهُوَ قَائِلُهَا وَمِن وَرَائِهِم بَرْزَخٌ إِلَى يَوْمِ يُبْعَثُونَ:.

 

     “Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.” (MÜMİNUN SURESİ -  100. AYET)

     Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere, Yüce Allah’ın ilâhi buyruğu sadece yaşayanları muhatap almakta, bu dünyadan göç edenleri yani ölüleri mevzu bahis bile etmemektedir.      

     Merhum Akif bu manayı kendi üslûbu ile güzel bir şekilde ifade ederek şöyle demiştir:

      “İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin, Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.”

     Ancak hemen burada şunu belirtmekte yarar bulunmaktadır. Zira Kur’an’ın okunması için belirli bir mekân ve zaman yoktur. Mezarlıklar da dâhil Kur’an her yerde okunabilir ve okunmalıdır da. Çünkü onun okunması bir ibadettir. Her harfine on sevap vardır. Fakat Kur’an, bazılarının anladığı gibi sadece mezarlıklarda okunan dinî bir metin değildir. Allah’ın kelâmı yaşansın diye biz insanlara gönderilmiştir. O yaşandığı ve ahkâmıyla amel edildiği müddetçe, insanlık dünya hayatında huzura, ahirette de ebedi mutluluğa ulaşacaktır. Bu gerçeği bilen ve hakkıyla inanan insanlar, Kur’an’ın emirleri doğrultusunda hayatlarını tanzim ederler ve gecelerini, gündüzlerini sadece ve sadece bu ulvi gayeye matuf olarak geçirme gayreti içinde bulunurlar. Yine bu kişiler Kur’an’ı gerek namazlarında ve gerekse namaz haricinde bir ibadet niyetiyle okurlar ve okudukları bu Kur’an da onların imanlarını ziyadeleştirir. Çünkü onlar bunu yaparken Yüce Allah’ın;

 

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَاناً وَعَلَى رَبِّهِمْيَتَوَكَّلُونَ:الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ:أُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقّاً لَّهُمْ دَرَجَاتٌ عِندَرَبِّهِمْ وَمَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ:

 

     “Müminler ancak, Allah zikredildiği (anıldığı) zaman kalpleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimizden (Allah yolunda) harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçek müminlerdir…” (ENFAL SURESİ – 2/4. AYET)

     Ayetinde zikrettiği ve övdüğü kişilerden olmayı amaçlamışlardır. Kur’an yaşanmadan anlaşılabilirmiş İslâm tarihine bir göz atacak olursak, nice kişiler vardır ki, onlar Kur’an’ı dinlemiş ve onun ilâhi mesajından etkilenmiş olmalarına rağmen onu anlayamamışlardır. Bu husus Hz. Peygamber döneminden vereceğimiz şu iki örnekle daha iyi anlaşılmış olacaktır:

     Mekke’de Hz. Peygamber (SAV),İslâm’ı tebliğe başladıktan sonra, Efendimiz (SAV)’i kabul etmedikleri gibi, küfrün de başını çeken şahısların en önde gelenleri Ebu Süfyan, Ebu Cehil ve Ahnes b. Şerik idi. Kur’an’ı gündüzleri inkâr etmelerine ve var güçleriyle İslâm’a ve o’nun yüce peygamberine karşı çıkmalarına rağmen, bu üç şahıs Hz. Peygamber (SAV),Kâbe’nin yakınında bulunan evinde gece namaza durup da, nazil olan ayetleri seslice okuduğunda, birbirlerinden habersiz olarak farklı yerlere sinmiş bir vaziyette, Kur’an ayetlerini büyük bir hayranlıkla sabaha kadar dinlemekten kendilerini alamıyorlardı. Yine Hz. Peygamber’e karşı amansızca muhalefet edenlerin ilk sıralarında sayılan Velid b. Muğire, Efendimiz (SAV)’in ağzından Kur’an’ı dinledikten sonra etkilendiği ve onun insanların ve cinlerin sözüne benzemediğini itiraf ettiği halde, kibri ve inadı sebebiyle küfründen dönmemişti. Yüce Allah, ona olan gazabını ve azabını öncelikle açıklamıştır. Asıl olan Kur’an’ı bizzat okumak, okuyamıyorsa güzel okuyandan dinlemek, onun sunduğu ilâhi mesajı alarak gerektiği gibi hayatımızı düzenlemek ve onun nasıl anlaşılması gerekiyorsa o şekilde anlamaktır. Yine İslâm tarihinde bunun sayısız örnekleri vardır. İşte onlardan biri:

     Mekke’de İslâm’ı tebliğin 3. yılında Hz. Peygamber (SAV), Kâbe’nin önünde “EL-HAKKA” suresi’nden bazı ayetleri okuduğu bir sırada, henüz Müslüman olmayan ve Efendimiz (SAV)’e sataşmak maksadıyla gelmiş olan Ömer b. Hattab (RA), Kur’an ayetlerini dinledikçe kendisinde bir rahatlama ve kalbinde yumuşama hissetmiş, bir müddet bu şekilde kaldıktan sonra sessizce orayı terk etmişti. Bununla birlikte kısa bir zaman sonra Ebu Cehil’in kışkırtmalarına uyarak, Hz. Peygamber (SAV)’i öldürmek niyetiyle yola çıkmış, ancak yolda kız kardeşi ve eniştesinin de Müslüman olduğunu duyunca, ilk planda eniştesinin evine gitmeye karar vererek oraya yönelmişti. Eve vardığında içeriden gelen Kur’an sesinin, ruhunu derinden okşadığını kalben hissediyordu. Kapıdan içeri girdiğinde gösterdiği o acımasız ve sert tepkinin yerini bir müddet sonra sükûnet alıyor ve Ta-Ha suresi’nin bulunduğu Kur’an sahifeleri okundukça rahatlıyordu. Hz. Peygamber (SAV)’i öldürmek için yola koyulan ve ardından büyük bir hınç ile kız kardeşinin evine giren Hz. Ömer (RA), dinlediği Kur’an ayetlerinin etkisiyle bambaşka bir hâle giriyor, kâfir olarak girdiği evden, Allah’ın lütfuyla mümin olarak çıkıyordu. Doğruca Safa tepesinin eteğinde bulunan Erkam’ın evine gidiyor ve orada Hz. Peygamber (SAV)’in önünde diz çökerek imana geliyordu. Hz. Peygamber (SAV)’in en büyük mucizesi olan Kur’an, zalimlerin yalnızca ziyanını artırır, müminlere işe şifa ve rahmettir. 

     Yukarıda verdiğimiz örneklerde Hz. Peygamber (SAV)’i dinleyenlerin hiç birisi başlangıçta mümin değildi. Fakat gönüllerin derinliklerinde bile olsa saklananı en iyi bilen Allah, insanlığın kurtuluşu için gönderdiği bu yüce kitabından, kalbini küfür ve inat ile kirletenlerin faydalanamayacağını bildirmiş, buna karşılık alçak gönüllü ve takva sahibi olanların aynı kitapla hidayete ereceğini bütün kâinata ilân etmiştir.

 

ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًىلِّلْمُتَّقِينَ:

 

      “O kitap (Kur’an); onda asla şüphe yoktur. O, takva sahiplerini hidayete erdirir.” (BAKARA SURESİ -  2.AYET)

     Takva sahibi olabilmek için öncelikle inanmak gerekir. Zikrettiğimiz ayetlerden de anlaşılacağı üzere, henüz iman etmemiş olan kimsenin Allah’ın sözünü anlayıp, onunla hidayete erebilmesi için öncelikle takvanın zıddı olan kibir ve inat gibi şeylerden kalbini temizlemeli, kalbini alçak gönüllülük ve tevazu ile süslemelidir. Bu yapılmadığı müddetçe Kur’an’ı anlamak veya anladığını iddia etmek mümkün değildir. Çünkü Kur’an’ı en güzel anlayan, yaşayan ve anlatan yegâne kişi, müminlerin önderi Hz. Peygamber’dir.

 Zira Kur’an-ı Kerim’deki:

 

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌحَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً:

 

      “Andolsun ki, Rasûlullah sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir”  (AHZAB SURESİ -  21. AYET)

     Ayeti, bunun en güzel delilidir. Bunun içindir ki takva sahipleri, kendilerine Hz. Peygamber (SAV)’i rehber edinmiş, onun Kur’an’ı anladığı gibi anlama, yaşadığı gibi yaşama ve tebliğ ettiği gibi başkalarına anlatma gayreti içinde olagelmişlerdir. Bu kişiler devamlı Kur’an’la haşır-neşir olmuşlar, onu ezberlemişler ve manasını anlamaya çalışmışlardır. Yine onunla ibadet etmişler, onun emir ve yasakları doğrultusunda hayatlarını düzenleyip, öylece yaşama gayreti içerisinde olmuşlardır. İşte Allah’ın kelâmı, bu canlılığı ile insanların zihinlerine ve gönüllerine güçlü bir şekilde yerleşmiş, birbirlerine düşman milletlerden, ırklardan ve kültürlerden ahenkli bir toplum meydana getirmiştir. Onun gelişi ile çöl insanından, medeni bir toplum ortaya çıkmış ve tarihin akışı değişmiştir. Arzumuz Müslüman toplumun, dün olduğu gibi bugün de aynı olması ve kıyamete kadar da böyle devam etmesidir. Takvasız kalp Kur’an’ı ne kadar anlara Takva, Allah’a ve O’nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed (SAV)’in buyruklarına karşı kalpteki hassasiyettir. O’nun yarattığı âlemde, koymuş olduğu ölçülere aykırı davranmamak için gösterebilecek en büyük gayreti göstermektir. Kısacası Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa o şekilde korkmak ve hayatını ona göre şekillendirmektir. Takva sahibi olan kişi haramlardan olabildiğince kaçınır ve farzları elinden geldiğince yerine getirmeye çalışır. Kur’an’ı, Hz. Peygamber (SAV)’in çizgisinde ve gösterdiği minval üzere yaşayabilmenin gayreti içinde olur. İşte böyle bir insan, kalbindeki takva ölçüsünce Kur’an’ı anlar. Kur’an’ı anlayan kişilere Allah, onu başkalarına anlatma imkânı verir ve böylece birçok kişinin de hidayete kavuşmasına vesile olur. Kur’an’ı anlamakla, sadece Arapçayı bilmeyi veya onunla ilgili diğer bilgileri hafızada bulundurmayı yahut tefsir kitaplarındaki malûmatı okuyup anlamayı kastetmiyoruz. Çünkü bu sayılanları inançsız birçok ilim adamı (müsteşrik) de anlamaktadır. Fakat bu bilgi onları hidayete erdirmediği gibi, başkalarının da hidayete ermesine vesile olamamaktadır. Buna mukabil, takvanın kalbinde yer ettiği bir mümin, Arapçayı bilmese bile Allah’ın kelâmını daha iyi anlayabilir. Nice ninelerimiz vardır ki, Kur’an’ı dinlediklerinde kalpleri yumuşar ve ırmak gibi gözyaşı akıtır. Nice âşıklar vardır ki, Kur’an’ı işittiklerinde ciğerleri ta derinlerde yanar ve paramparça olur. Yine niceleri vardır ki, Kur’an’ı duyduklarında kalpleri ürperir ve tüyleri diken diken olur, belki de Kur’an’ın manevi etkisiyle bayılır düşer. İnsanın gönlünde takva hassasiyeti ve Allah korkusu olmadığı müddetçe, Hz. Peygamber’in ikazları bile insana bir fayda veremez. Bu gerçeği Yüce Allah şöyle bildiriyor:

 

إِنَّمَا تُنذِرُمَنِ اتَّبَعَ الذِّكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَن بِالْغَيْبِ فَبَشِّرْهُ بِمَغْفِرَةٍوَأَجْرٍ كَرِيمٍ:

 

      “(Ey Habibim!) Sen ancak zikre tabi olan ve görmeden Rahman’dan korkan kimseyi uyarabilirsin.”  (YASİN SURESİ -  11. AYET)

     İbni Mes’ud (RA) da şunları söylemiştir: “Kur’an-ı Kerim, hükmüyle amel edilmek için nazil olmuş iken, onlar yalnız okumasını amel olarak kabul etmişlerdir. Bazı kimseler Fatiha’dan itibaren hiç yanılmamak şartıyla Kur’an’ı sonuna kadar okudukları halde, hükmü ile amel etmezler.”

     Özet olarak, yaşanmadan Kur’an anlaşılamaz, anlaşılmayan ise hiçbir zaman anlatılamaz. Bunun için Yüce Allah’tan öncelikle bizlere Kur’an’ı anlamamızı, anladığımızı hakkıyla yaşamamızı ve yaşadığımızı da başkalarına anlatmamızı nasip etmesini diliyoruz.

 

KAYNAK: DİYANET AYLIK DERGİ

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi8
Bugün Toplam430
Toplam Ziyaret4766752
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI