• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Üç Ayları Değerlendirme Yolları

ÜÇ AYLARI DEĞERLENDİRME YOLLARI

 

1-) İYİ BİR MUHASEBE, TEVBE VE İSTİĞFAR:

 

     Cenab-ı Hakk’ın:  

أَفَلاَ تَتَفَكَّرُونَ:

 

  “Hiç düşünmez misiniz?” (EN’AM SURESİ – 50. AYET)

 

كَذَلِكَ يُبيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ:

 

        “Allah size ayetleri böyle açıklar ki düşünesiniz.”  (BAKARA SURESİ – 219. AYET)

     Ayetleri ve:

     “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz.” hadisi şerifi...

     Muhasebe, akıl nimetinin sahibi insanoğlu tarafından hayatın bütün safhasında yapılması zorunlu bir olgudur. Böylece akıl şeytanca işlerde değil, faydalı ve gerekli yerlerde kullanılmış olacaktır. İyi bir muhasebe (oto kontrol veya nefs muhasebesi) fert ve toplum, hatta ülke ve dünya çapında nice sağlıklı adımların atılmasına yardımcı olacaktır. Eksiklikleri tespite ve bilinmeyenleri keşfe götüren bu yol, başkasında eksik ve ayıp aramaya fırsat da bırakmaz. Bu nedenle, bir saatlik tefekkür nice yılların nafile ibadetine denk kabul edilmiştir.

     Muhasebe, insana kendini seyretme imkânını sağlayan şeffaf ayna mesabesindedir. Bu iş, din, akıl ve vicdan gibi üç temel ölçünün kabul ettiği prensipler çerçevesinde yapılmalıdır.

     Hülasa, beşer hastanesinde “muhasebe aracı” ile hastalıkların teşhis ve tespiti yapılacak, tevbe, istiğfar ve ümit ilaçlarıyla tedavi sağlayacak ve beşer bünyesi hayatî sağlığına kavuşacaktır.

 

2-) KUR’AN ÜZERİNDE ÇALIŞMA:

 

     Bu çalışma; Kur’an okumayı öğrenme ve öğretme, anlama ve anlatma, yaşama ve yaşatma, düşünme ve düşündürme tarzında çok yönlüdür. Kur’an üzerinde yapacağımız bu ve benzeri çalışmalara bugün her yönden daha çok ihtiyacımız vardır.

Kur’an bu aylarda nazil olmaya başladığına göre, ibadet bilinci içinde Kur’an üzerinde metotlu çalışmalara öncelik vermeliyiz. Kur’an: “Sağlam kulp” ve “Allah’ın ipi” dir. 

لاَ إِكْرَاهَ فِي الدِّينِ قَد تَّبَيَّنَ الرُّشْدُمِنَ الْغَيِّفَمَنْ يَكْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَيُؤْمِن بِاللّهِ فَقَدِاسْتَمْسَكَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَىَ لاَ انفِصَامَ لَهَا وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ:

 

     “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.”  (BAKARA SURESİ – 256. AYET)

 

وَاعْتَصِمُواْ بِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعاً وَلاَ تَفَرَّقُواْ:

 

     “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm’a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın.”  (ÂLİ – İMRAN SURESİ – 103. AYET)

     Bu itibarla onun içine girmeden başka bir deyimle Kur’an dünyasına girmeden İslam dünyasına girmeden, İslam dünyasına girmemiz ve Allah rızası ve sevgisine ermemiz mümkün değildir.

     Günümüz Müslümanlarının Kur’an noktasında yapmaları gereken husus, onun anlamı ve muhtevasına yönelik çalışmalardır. Bunun da ilk yolu Allah’ın ayetleri üzerinde düşünmektedir. Nitekim bazı ayetlerde:

 

أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللّهِ لَوَجَدُواْفِيهِ اخْتِلاَفاً كَثِيراً:

 

     “Hâla Kur'an üzerinde gereği gibi düşünmeyecekler mi? Eğer o, Allah'tan başkası tarafından gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık bulurlardı.”  (NİSA SURESİ – 82. AYET)

 

بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ:

 

     “Sana indirdiğimiz mübarek kitap ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye indirdik.”  (İSRA SURESİ – 44. AYET)

     Kur’an her ne kadar sevap amacıyla okunabilse de, onu anlamaya çalışarak okumanın daha çok sevap ve asıl gayeye daha çok uygun olduğu gerçeği gözden uzak tutulmamalıdır. Hatta yaşama ve yaşatma maksadının bunlardan da önemli olduğu söylenebilir. Bu gerçek, bir ayette şöyle ifade edilir:

 

مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَاراً بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللَّهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ:

 

     “Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerce kitap taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlamış olan kavmin durumu ne kötüdür! Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.”  (CUMA SURESİ – 5. AYET)

     Ayette; Tevrat’ı yüklenip taşıyan fakat onunla amel etmeyen Yahudiler, kitap taşıyan eşeğe benzetilmiştir. Bu teşbihten anlaşıldığı gibi kitap, insanlara amel edilmesi için gönderilmiştir. Aksi halde yük olmaktan öte bir fayda sağlamayacaktır.

     Allahü Teala bu ayetle biz Kur’an müntesipleri ikaz etmek istemiştir. Tevrat’ın başına gelen o açı durum son ilâhi mesaj olan Kur’an’ın başına da gelmesin diye. Buna rağmen bizler, günümüzde hatimcilik, mukabelecilik, kırk yasin ve ölü okumaları gibi geleneklerle iktifa etmekteyiz.

     Sevgili Peygamberimiz (SAV)’in fiili sünneti olan bunlardan her biri maalesef günümüzde moda olmanın ötesinde ciddî bir fayda sağlanamamaktadır. Bu haliyle bunlar Kur’an’ın evrensel mesajına ters düşmektedirler. Dolayısıyla bu kadarıyla yetinmek ve faydalı hale getirmek için gayret göstermemek, üstelik insanları bunlara teşvik edip çıkar sağlamak büyük bir vebaldir.

     Yüce Kur’an’ı amaç ve evrensel mesajının dışında kullanarak ellerde dolaştırmanın sancısını duyan Mehmet Akif, onun mezarlıkta okunmak ve fal bakmak için indirilmediğini vurgulayarak ızdırabını dile getirmiş ve asıl gayesini şu ifadelerle haykırmıştır:

     “Doğrudan doğruyu Kur’an’dan alıp ilhamı,

      Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı”

     Bu üç aylarda Kur’an’ın tercümesini okumayı da düşünmeliyiz. En azından bir defa Kur’an’ı anlamaya çalışmalıyız. Üç aylar, Kur’an’la tanışacağımız bir dönem olmalıdır.

                 

KUR’AN AYI OLAN RAMAZAN’DA KUR’AN OKUYOR MUYUZ?

 

     Ramazan ayı Kur’an ayıdır. Ramazan’da hemen her ibadet hem de en çok yapılır. Beş vakit namaza ilâveten her akşam 20 rekât teravih namazı, hem de cemaatle kılınır. Müminler zekâtlarını büyük bir çoğunlukla bu ayda verirler. Bu ayda umreye giden müslümanlar, nerede ise hacca giden Müslümanların sayısına yaklaşır. Oruç ise zaten bu ayın ibadetidir.

     Demek oluyor ki İslam’ın beş şartı olan ibadetlerin tamamı en çok bu ayda yapılmaktadır.  Onun için Ramazan’a ibadetler ayı demek, doğru bir isimlendirme olur.

     Bütün bunlar doğru. Ancak bir başka doğru var ki Kur’an ayı olan Ramazan’da Kur’an en çok okunur. Herkes tek tek hatim indirmeye çalışır.

     Ne demek Kur’an okumak? Kur’an okumak onu anlamak; mesajlarını, ilâhi mesajı algılamaktır.

     Biliyoruz ki, Kur’an sadece böyle okunsun diye gelmedi. Kur’an okunsun, anlaşılsın, üzerine düşünülsün ve ondan ders alınsın diye geldi. Kur’an hidayettir. Yani insanı en doğruya yöneltendir. Kur’an’ı anlamazsak, onun hidayetinden nasıl yararlanacağız?

     Öyle ise her gün okuduğumuz kadarının, anladığımız mealini de okumalıyız. Her gün okuduğumuz veya dinlediğimiz kadarının mealini okumayabiliriz. O zaman hiç olmazsa senede bir, hiç olmazsa bir meal hatmi yapmalıyız.

     Hele hele Kur’an’ı bir kere olsun başından sonuna kadar anlayıp okumadan bu dünyadan göç etmemeliyiz. Zira biliyoruz ki Kur’an Allah’ın bize gönderdiği kutsal mektuptur.

     Allah o mektubu bir cemaate, bir millete değil; tek tek her insana gönderdi. O kutsal mektubu bana gelmiş bir mektup olarak okumalı, anlamalı ve ondan yararlanmalıyız.

         

3-) NAFİLE İBADETLERİ ÇOĞALTMA:

 

     Zamanımızda “ÜÇ AYLAR” kış mevsimine rastlamaktadır. Efendimiz (S.A.V.)’in ifadesiyle: “Kış mevsimi, müminin ilkbaharıdır.”

     Bu itibarla üç ayları bahara dönüştürmek için namaz, oruç ve benzeri nafile ibadetleri artırmak gerekir. Zira namaz kötülüklere set, oruç takva aracıdır.

 

İBADETLERİ ARTIRMADA ŞÖYLE BİR YOL İZLENEBİLİR:

 

     EVVEL farz olan namaz ve oruçların vaktinde edalarına önem verilmeli ve kazaya bırakılmamalıdır. Buna rağmen kaza durumu söz konusu olursa ilk fırsatta o yerine getirilmelidir.

     İKİNCİ OLARAK, namaz ve oruç ile ilgili kazalar tespit edilmeli ve bir yere not edilerek yavaş yavaş ikmal edilmelidir. Kuvvetli ve farzlara tabi olan revâtip sünnetler hariç kazalar ile meşgul olmak daha uygun bir yoldur.

     ÜÇÜNCÜ OLARAK, namaz, oruç ve benzeri nafileleri çoğaltmaya itina göstermeliyiz. Oruçta; Pazartesi ve Perşembe, kameri ayın 13, 14 ve 14. Günleri, mübarek gecelerin öncesi ve sonrası, bir gün oruç bir gün iftar (Savm-ı Davud) veya tamamı şeklinde bir yol izlenebilir.

     Bilindiği üzere Hz. Peygamber (SAV) Receb’in tamamını oruçlu geçirmemiş ama Şaban’ın tamamını genel olarak oruçlu geçirmişler ve Ramazan’la birleştirmişlerdir.

     Ülkemizde çok yaygın olan üç aylar (ın tamamını aralıksız tutma) anlayışı sünnetlerde yoktur. Buna rağmen tutulması halinde günah da söz konusu değildir. Bilakis sevap vardır. Ancak bunu sürekli yapanların sünnet bilinci ile bazen ara vermeleri sünnetin genel amacına daha uygundur. Çünkü sünnet bilinci ibadetlerin gelenek ve modaya dönüşmesine mâni olur. Keffaret oruçları bu aylarda tutulabilir.

     Namaz ile ilgili nafilelerde revatib sünnetlerden sonra önceliği gece (teheccüd) namazlarına vermek daha iyidir. Daha önce de işaret ettiğimiz gibi gece, üç aylarda vurgulanan üç husustan biridir. Geceleri değerlendirmenin yegâne yolu namaz değildir. Namazın dışında en güzel gece ibadeti şüphesiz ilimdir.

     Mübarek geceleri ibadet noktasında daha güzel değerlendirmek için bilindiği gibi eski ve yeni birçok kaynakta bu gecelere mahsus namazlardan bahsedilmiştir. Özel ilmihal kitaplarında, üç aylar ve faziletlerine yer verilmiş ve tarifleri yapılmıştır.

     Bu özel namazların isim ve tariflerini ilgili eserlere havale ederek, günümüz İslam hukukçularından “Delilleriyle İslam İlmihali” adlı eserin sahibi Prof. Dr. Hamdi DÖNDÜREN’in şu açıklamalarına yer vermek istiyorum:

     “Belirtilen mübarek gecelerde ümmet için kılınacak özel bir namaz nasslarda bulunmamakla birlikte, bu gecelerin fazileti ve yapılacak duaların kabul edilme ümidinin fazla olması sebebiyle diğer gecelere göre daha iyi bir şekilde bunların ihya edilmesi gerekir. Özellikle kaza namazı kılma, gece namazını artırma, Kur’an-ı Kerim okuma, tesbih, zikir ve dua ile bu geceleri ihya etmektir. Diğer yandan gündüzü oruçlu geçirmek, hakkı bulunan kimselerle helalleşmek, yoksulları gözetmek, hayır, hasenat yapmak da bu günlerin en güzel ihya şeklidir. Bu gecelerde, nafile namazın en az iki rekât olmak üzere, istenildiği kadar kılınması büyük ecir kazandırır.”

     Hz. Aişe (RA)’nın: “Ey Allah’ın Rasülü, bir gecenin Kadir gecesi olduğunu anlarsam nasıl dua edeyim?” sorusuna karşılık Rasülüllah (SAV)’in şu şekilde dua etmesini tavsiye ettiği bildirilmiştir:

     “Allah’ım! Şüphesiz sen affedicisin, affı seversin. Beni affet.”

     Mübarek gecelerde özel namazı olmayan Allah Rasülü(SAV)’in Ramazan’da teravih ve itikâf denilen ibadeti vardır.

 

 

 

 

4-) MALÎ İBADETLERİ ÇOĞALTMA:

 

     Öteden beri olgun müminler zekâtı bu aylardan birinde, özellikle Ramazan’da vermişlerdir. Sadaka-i Fıtır, Ramazan’a has bir malî mükellefiyettir. Malî ibadetler şüphesiz bu ikisinden ibaret değildir. Yedirme, içirme, giydirme, borç verme, hayır müesseselerine yardım etmek vs. gibi infak kapsamına giren her davranış malî ibadetlerden sayılır. Cihat ayetlerinde:

 

لَـكِنِ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ جَاهَدُواْ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ وَأُوْلَـئِكَ لَهُمُ الْخَيْرَاتُ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ:

 

     “Fakat Peygamber ve onunla beraber inananlar, mallarıyla, canlarıyla cihad ettiler. İşte bütün hayırlar onlarındır ve onlar kurtuluşa erenlerin kendileridir.”  (TEVBE SURESİ – 88. AYET)

     Şeklinde mallara öncelik verilmesi de dikkat çekicidir.

     Mal konusunda cömert olmayan can konusunda hiç cömert olamaz. Cömert olmayanın da cennette yeri yoktur. İşte bu aylar cimrilikten arınmak için birer fırsattır.

Kur’an’da özellikle sevilen şeylerin verilmesine işaret edilmiş ve bu anlamlı verme olayına “BİRR” denmiştir:

 

لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍفَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ:

 

     “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça “iyi” ye eremezsiniz. Her ne harcarsanız, Allah onu hakkıyla bilir.”  (ÂLİ – İMRAN SURESİ – 92. AYET)

 

5-) HZ. MUHAMMED (SAV)’İ DAHA İYİ TANIMAYA YÖNELİK ÇALIŞMA:

 

     Üç aylarda meydana gelen olayların kahramanı Sevgili Peygamberimiz (SAV)’dir. Mübarek geceler onun hayatında vuku bulan önemli olayların ismi olmuş, yüce kitabımız Kur’an bu aylarda nazil olmaya başlamıştır. Allah’ın bize örnek insan ve peygamber olarak gönderdiği yine O’dur. O canlı Kur’an’dır. O bizim için iman, İslam, hayat ve cennettir. Onu tanımadan, bilmeden, öğrenmeden, gönlümüze ve önümüzü koymadan İslam’ı ve Kur’an’ı tanımak ve yaşamak mümkün olmadığı gibi, ona talip olup uymadan da Allah sevgisine ermek imkânsızdır.

     Hz. Muhammed (SAV) Peygamberlikte zirve, insanlıkta modeldir. O’nun yirmi üç yıllık peygamberlik hayatı ana çizgileriyle, hatta kronolojik olarak detaya varan yönleriyle bilinmeden ne huzur ne de felâhtan bahsedilemez. Bu nedenle örnek ve önderimizi en iyi bir şekilde tanımak en güzel ibadettir. O halde ibadet bilinci içinde onu öğrenmeye bir zamanı değil, her ve pir zamanı ayırmak en büyük vazifemizdir.

 

6-) KAZANILANI KAYBETMEME:

 

     Bazı işler zamanında veya sayısal olarak da belirli olabilir. Ama kulluk böyle değildir. O devamlı ve hayatla sınırlıdır.

 

 

 

     Bu gerçeği yüce Rabbimiz şöyle ifade etmektedir:

 

وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ:

 

     “Ve sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet (e devam) et.”  (HİCR SURESİ – 99. AYET)

     Bu ayet ibadette, başka bir deyimle kullukta devamlı olmayı vurgulamaktadır. Buradaki temel ilke kulluk (ibadet) ta devamlılıktır. Bu ilke Efendimiz (SAV)’in diliyle şöyle ortaya konur:

     “Amellerin en sevimli olanı az da olsa devamlı yapılanıdır.”

     İbadetlerde devamlılık ilkesine bağlı kalmak iman, irade yani azim ve dua yani Allah’a güven ve teslimiyetle mümkündür. Nimete ermek, nimetle sürekli kalmak değildir. Kaybetmemek için bir takım sebeplere riayet edilir. Buna rağmen nimette kalmak da yine O’nun iznine bağlıdır. Bu Kur’an’da bir dua şeklinde bizlere sunulmaktadır:

 

رَبَّنَا لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ إِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِن لَّدُنكَ رَحْمَةً إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ:

 

     “Ey Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize tarafından rahmet bağışla.”  (ÂLİ - İMRAN SURESİ – 8. AYET)

     Ayette, kazandıklarımızın Allah’ın bize birer ikramı olduğu belirtilmekte ve kaybetmememiz için sözlü ve fiilî çaba emredilmektedir.

     Şüphe yok ki inanmış insanın en büyük gayesi, Allah’ın rızasına ve kulluğuna lâyık olabilmektir. Allah’a kul olmak ise iman ve ibadetle mümkün olur. İman temeli üzerine oturtulan ibadet, Allah ile kul arasındaki ilgiyi sağlayan yolu işlek hale getirir. Bütün Peygamberler işe mutlaka ibadetle başlamış, insanları doğru yola çağırırlarken de ibadeti telkin etmeyi ihmal etmemişlerdir. Zaten insanların yaratılmasındaki gaye de budur. Zira Yüce Allah şöyle buyuruyor:

 

وَمَاخَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ:

 

     “Ben cinleri de insanları da ancak beni tanıyıp bana ibadet etsinler diye yarattım.”  (ZARİYAT SURESİ – 56. AYET)

     Bu açıdan bakıldığında mümin, Allah’ın sevdiği kulu olmak için çalışan, bu sebeple de, Allah’ın sevdiği kulu olmak için çalışan, bu sebeple de Allah’ın sevdiği ve hoşlandığı özelliklere sahip olan, hoşlanmadığı ve sevmediği davranışlardan da uzak durmaya gayret eden kişidir diyebiliriz.

                                                   

RAHMAN’IN KULLARI

 

     Cenab-ı Hakk’ın, doksan dokuz isminden esirgeyici olduğuna delâlet eden “Rahman” ismine izafe ederek övdüğü ve “Rahman’ın kulları” diye andığı kulun özelliklerini Furkan suresinde nasıl sıraladığını birlikte görelim:

 

 

 

 

     Rahman’ın kulları şu özelliklere sahiptir:

 

وَعِبَادُ الرَّحْمَنِ الَّذِينَ يَمْشُونَ عَلَى الْأَرْضِ هَوْناً وَإِذَا خَاطَبَهُمُ الْجَاهِلُونَ قَالُوا سَلَاماً:وَالَّذِينَ يَبِيتُونَ لِرَبِّهِمْ سُجَّداً وَقِيَاماً:وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا اصْرِفْ عَنَّا عَذَابَ جَهَنَّمَ إِنَّ عَذَابَهَا كَانَ غَرَاماً:إِنَّهَا سَاءتْ مُسْتَقَرّاً وَمُقَاماً:وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوالَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَاماً:وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهاً آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ يَلْقَأَثَاماً:يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَخْلُدْ فِيهِ مُهَاناً:إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاًفَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُوراًرَّحِيماً:وَمَن تَابَ وَعَمِلَ صَالِحاً فَإِنَّهُ يَتُوبُ إِلَى اللَّهِمَتَاباً:وَالَّذِينَ لَا يَشْهَدُونَ الزُّورَ وَإِذَا مَرُّوا بِاللَّغْوِمَرُّوا كِرَاماً:وَالَّذِينَ إِذَا ذُكِّرُوا بِآيَاتِ رَبِّهِمْ لَمْ يَخِرُّوا عَلَيْهَا صُمّاً وَعُمْيَاناً:وَالَّذِينَ يَقُولُونَ رَبَّنَاهَبْ لَنَا مِنْ أَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ أَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَالِلْمُتَّقِينَ إِمَاماً:أُوْلَئِكَ يُجْزَوْنَ الْغُرْفَةَ بِمَاصَبَرُوا وَيُلَقَّوْنَ فِيهَا تَحِيَّةً وَسَلَاماً:

 

     “Mütevazı ve alçak gönüllüdürler.”

     “Kendilerine bilgisiz ve cahil kişiler takıldığı zaman, onlara güzel ve yumuşak söz söylerler.”

     “Sadece Rab’lerine secde ederek namaz kılar ve niyazda bulunurlar.”

     “Rabbimiz “bizden cehennem azabını uzaklaştır” diye dua ederler.”

     “Harcamalarında (ve her türlü davranışlarında) dengelidirler ve orta yolu tutarlar.”  

     “Allah’a hiçbir surette eş ve ortak koşmazlar.”

     “Cana asla kıymazlar.”

     “Zina etmezler.”

     “Tevbe ederler.”

     “Yalan yere şahitlik etmezler.”

     “Boş ve faydasız söz sarf edenlere rastladıklarında oradan ağırbaşlı olarak geçer ve giderler ve asla onlarla beraber olmazlar.”

     “Allah’ın emir ve yasakları kendilerine hatırlatıldığı zaman onları duymazlık ve görmezlikten gelmezler.”

     “Allah’tan, kendileri ve içinde yaşadıkları toplum için göz nuru olabilecek eş ve çocuklar isterler.”

     “Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından sakınanların ilki olmak isterler.”

     “Sabırlıdırlar.”  (FURKAN SURESİ – 63/76. AYETLER)

     Üç aylar içinde de bu sese kulak vermeliyiz ve İslam’ın her zamankinden fazla muhtacız.

 

 

SONUÇ

 

     Buraya kadar sunulan üç aylardaki yoğun programı sergilemektedir. Bu faaliyet mutlaka maddî ve manevî yönden gelişmelerimize yardımcı olmuştur. Ama vazife burada ve bu kadarla bitmiyor. Daha doğrusu yeniden başlıyor. Yüce nimet olan zaman üç aylar veya ramazandan ibaret değildir. O halde ibadeti yalnız bu aylara, diğer bir tabirle yalnız bu ayları kulluğa hasretmek yanlıştır. Buna rağmen bu yanlış anlayış ülkemizde oldukça yaygındır. Mübarek gecelerde süslenip camiye gelenler, Cuma geceleri hiç içki kullanmayanlar, ramazanda teravih ve bayramlarda namazları kaçırmayanlar, üstelik bunları övünç vesilesi sayanlar az değildir. Maalesef insanımız bu çarpık anlayışın kurbanı olmuş ve yıllar geçmesine rağmen hâlâ kendine gelememiştir. Bu insanlara yardımcı olmak, Kur’an ve Sünnet’in temel ilkelerine öğretmekle mümkündür. Aksi halde tutkuları din edinen insan kalabalığından geçmeyiz.

     Ülkemiz Müslümanlarının gündemine girmiş bulunan üç aylar, kulluk maratonunun başladığı, daha doğrusu hızlandığı, sevinç; barış ve azık aylarıdır.

     Kısaca üç aylar; günahlarımızdan arınma, sevaplarla bezenme mevsimi olan çok müstesna bir zaman dilimidir.

     Onun için, üç aylar münasebetiyle kendimize yeniden çeki düzen verebilir, rahmet ve bereket sağanaklarının mevsimi bu aylarda gerek işimize, gerek ödevlerimize daha çok çalışmak, başta oruç olmak üzere, daha çok iyilik ve hayır yapmak suretiyle, testilerimizi doldurmaya çalışabiliriz. Bu mübarek gecelerde, tevbe, dua, niyaz ve istiğfarlarımızla Allah’a yaklaşmaya ve kendimizi affettirmeye çalışmalıyız. Ayrıca bol bol ve düşünerek Kur’an okumalı, kaza namazı kılmalı, kendimiz için, ailemiz için, milletimiz için ve bütün insanlık için ellerimizi yüce Rabbimize açıp dualar etmeliyiz. Bu gecelerde yapılacak ibadetlerin, verilecek sadakaların daha çok kabul edileceği inancımızı hatırlayarak Allah’ın türlü nimetleri ile bizi sevindirdiği gibi bizler de birer yoksul aile bulup ihsan ve ikramlarla sevindirmeliyiz. Hastaları ziyaret etmeli, kimsesizlerin gönlüne almalı, büyüklerimize saygımızı küçüklerimize sevgimizi en uygun usul ve yolla mutlaka göstermeli ve bu yüce İslam dininin size ikramıdır demeliyiz. Bu gecelerde tevbe ve niyazlarımızla kurtulacağımız her türlü davranışlarımızı bir kenara bırakmalı ve geleceğimizi de hiçbir kötü davranışın gölgelemesine müsaade etmemeliyiz.

     Bir de şunu unutmamak lâzım. Sanki daha dün uğurladığımız üç aylar geldi ve yine gelip geçiyor. Uyumayalım.

     Ömrümüz de böyle gelip geçiyor. Hani dedelerimiz, ninelerimiz! Hani annemiz, babamız! Hani dostlarımız, kardeşlerimiz! Hani geçen sene aramızda bulunan dost ve ahbaplarımız! Nereye gittiler? Niçin aramızda yoklar? Unutmayalım ki, onları sinelerine çeken kara toprak yakında bizi de çekecek... Binaenaleyh bu mübarek, üç ayları toparlamamıza vesile kılarak, Rabbimizin:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ:

 

     “Ey iman edenler! Allah Teala’dan korkun (da vazifelerinizi ifa edin). Herkes yarın (kıyamet günü) için önden ne göndermiş olduğuna bir baksın.”  (HAŞR SURESİ – 18. AYET)

     Emrine kulak vererek, ahiret için ne hazırlık yaptığımıza bir bakalım.

 

KAYNAK : VEHBİ AKŞİT KİŞİSEL WEB SİTESİ

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi19
Bugün Toplam1202
Toplam Ziyaret4725697
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI