• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Dr. Mehmet ÖZEL
mehmetozelli@hotmail.com
SÜNNET Mİ GELENEK Mİ?
16/06/2020

"Kur’an mı yoksa sünnet mi?", tuzak bir problemdir. Zira, ikisinin de dinin kaynağı oldukları konusunda ümmetin icması vardır. Temel problem modern zihnin gelenekle olan problemidir. Modernliği tarihin sonu olarak gören zihin açısından gelenek, bir sorunlar yumağı olduğu için Kur’an geleneği terbiye etmek için kullanılır. Bu zihin yapısı neo selefî anlayışta da mevcuttur. Onlar da sünneti bu amaçla kullanırlar. Yani geleneğimizin aslında Kur’an ve sünnet çerçevesinde şekillendiğini göz ardı ederler.

Benim nazarımda bu tartışma çok farklı bir alanı görmemize bir engel olarak duruyor. Bu tartışma alanı “sünnet mi hedefte yoksa gelenek mi?” sorunudur. Ama sorun, ikisinden birini tercih etmek değildir. Temel soru şudur; dinin iki önemli kaynağı olan Kur’an ve sünnet hangi zihin dünyası ile anlaşılmalıdır? Yani dinin bu iki kaynağını bir gelenek içinde anlama zorunluluğumuz var mı yok mu? Müslümanlar olarak modern olana alternatif üretme zorunluluğumuz var mı yok mu? Varsa bunun çözümü gelenek değil midir? Kur’an ve sünnetin içinde geliştiği gelenek, bir Müslüman için ne ifade etmelidir? Vehhabî veya neo selefî zihin dünyası bu soruları pek sormamıştır. Zira onlara göre fıkıh, tasavvuf ve kelam geleneğimiz birer bid’atler yığınından ibarettir. Sözümona ülkemizde Vehhabîliğe ateş püsküren, sözde gelenekçi zihin de bu soruyu pek sormamıştır. Yani Vehhabîliği en çok eleştirenlerimiz, aslında Vehhabîlikle en fazla aynı noktada buluşanlarımızdır. Özellikle yazının devamında bu ifadem daha net anlaşılacaktır.

Modern düşünürlerden Fazlurrahman; Vehhabîliği ortaçağ İslam anlayışına bir tepki olarak değerlendirir. Dolayısıyla Fazluurrahman’a göre “modernite öncesi bir İslamî hareket” olan Vehhabîlik, ortaçağda geliştirilen kıyas mantığını reddederek salt ayet ve hadislerden hüküm çıkarmayı esas almıştır. Salt ayet ve hadisleri esas alarak hüküm çıkarmak İslam usul geleneğine bir tepkidir ve bana göre bu çok doğru bir tespittir. İşte, günümüzde gelenekçi olarak görünenlerle, modernistlerin anlamadığı nokta tam burasıdır. Yani içtihat kapısının açık olması tam olarak bu tepkiselliğin bir dışa vurumudur.  Tabi bu cümlemden yola çıkarak “içtihat kapısı kapalı mı?” sorusunu sormayın. Burada sadece mantıksal bir örgüyü izah etmeye çalışıyorum.

Bana sorarsanız selefî düşünce, geleneği bir problem olarak görmüştür. Gelenekten kurtulmak içinse sünnetin kutsallığına sığınmıştır. Gelenekle sünneti çatıştırmıştır. Modernist zihinse hem sünnete hem geleneğe bir tepkidir. O ise modern olanla çatışan her şeyi reddetmiştir. Bunların başında sünnet geliyor. Dolayısıyla sünnetten kurtulmak için Kur’an’ın kutsiyetine ve tartışmasızlığına sığınmış daha öteye geçerek Kur’an'ı da tarihsel bir metin olarak algılamıştır. Ancak her iki zihin dünyasının da temel sorunu gelenekledir. Zira moderniteyi de bir gelenek gibi algılarsak, temel sorun; dini hangi gelenek içinde anlayacağımızla ilgilidir.

Bu söylediklerime birkaç örnek vererek konuyu daha anlaşılır kılmaya çalışacağım.

Birincisi usulle ilgili olacak. Vehhabîlik sünnet ve bid’at kavramlarıyla düşünür. Onlara göre bir şey ya sünnettir ya da bid’attir. Gelenek  -özellikle rey ehli- ise maslahat ve mefsedeti esas almıştır. Tabii buradan yola çıkarak rey ehlini salt seküler bir bakış açısına sahipmiş gibi düşünmek doğru değildir. Zira maslahat ve mefsedet yine dini gelenek içinde geliştirilmiş bir kıyas anlayışına dayanır. Yani maslahatın tespiti modern zihnin kabul ettiği gibi, salt toplum ve bireyin dünyalık menfaati esas alınarak yapılmaz, aynı zamanda dinin korunması da hedeflenir. Onun için maslahat ve mefsedetin tespitini tek tek bireyler değil, dinin mekasıdını iyi kavramış âlimler yapar. Bu açıdan maslahat- mefsedet ile sünnet ve bid’at kavramları geleneksel dini anlayışta çatışmazlar. Ancak yeni selefîliğin ve modernitenin zihin dünyasında bunlar sürekli çatışma halindedirler.

İkinci olarak; evlilik konusunu esas alırsak, bir Vehhabî çok rahat; Hz. Peygamber çok evlenmiştir, dolayısıyla “”taaddüd sünnettir” şeklinde düşünebilir. Hatta tek eşlilik, onun zihninde bid’at olarak bile değerlendirilebilir. Bir modernist içinse evlilik hukukî bir akit olmakla beraber, evlilikle ilgili algılama biçimleri tarihsel olabilir. Mesela eşi vefat eden biri ondan sonra evlenirse ona ihanet etmiş gibi algılanabilir. Ya da “çok evlilik” artık tarihe karışmış reddedilesi kötü bir gelenek olarak algılanmalıdır. Ama gelenek açısından bakıldığında evlilik sünneti seniyyedir,  imanın yarısını kurtarır.

Evliliğin geleneğimizdeki yerini daha iyi çözümlemek için yaşlı, karısı vefat etmiş ve evlenmek isteyen bir köylüye; “senin yaşın geçmiş ne yapacaksın evliliği” diyen imama; “hoca, evlilik Peygamberimizin sünnetidir, ömrümden bir gün kaldığını bilsem bile yine bu sünnetten ayrı bir şekilde ölmek istemem” diyen bir mü’minin serzenişini iyi anlamak gerekiyor.

Üçüncü olarak; Söylediklerimizin daha net anlaşılması için daha tartışmalı bir örnek vereceğim. Mevlüt törenleri, Vehhabî ve neo selefî zihin açısından bid’at hatta şirktir. Çünkü Hz. Peygamber’in sünnetinde yoktur. Bir modernist için Kur’an’da olmayan bu törenler bizleri geri bırakan din anlayışının ürünleridir. Dini maslahatçı bir mantık açısından anlayan “geleneksel ulema” için halkın dinle olan bağlarını diri tutmanın, onların düğünlerine, cenazelerine, bayramlarına dini bir renk katmanın, Hz. Peygamberi (a.s.) anlatmanın vesileleridir. Bu gibi törenleri mutlaklaştırmamak kaydıyla, bu gibi vesilelerle dinle bağı olmayan birçok aileye ulaşılabilir. Şahsi kanaatim bu tip geleneklere karşı geliştirilen gereksiz selefi ve modernist tepkiler, bu gün toplumu dinden uzaklaştırmıştır.

Bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak burada temel mesele bence şudur. Kur’an ve sünneti karşı karşıya getirmek doğru değildir. Hem modern zihnin hem de neo selefî zihnin temel problemi sünnetle değil, kitap ve sünnetin içinde piştiği gelenekledir. Biri geleneği yok saymak için sünnetin kutsallığına sığınırken, diğeri geleneği ve sünneti yok saymak için Kur’an’ın kutsallığına sığınıyor. Bizce bu din, içinde yoğrulduğu geleneksel zihin dünyası doğru anlaşılır ve yine bu zihin dünyasının türevleri çerçevesinde tenkit edilirse doğru yorumlanır. Yani gelenek yine gelenekle tenkit edilmelidir. Geleneği sünnetle ya da Kur’an’la karşı karşıya getirmek doğru değildir. Yoksa ne Kur’an ne sünnet ne de gelenek birilerinin ifade ettiği gibi birbirine zıt şeyler değildir. Tam aksine tamamlayıcı unsurlardır. Tüm mesele, dini hangi zihin dünyasıyla algılayacağımızla ilgilidir. Hem selefîliğin sünnetçi tavrı, hem de modernizmin anti gelenekçi tavrı din algısını belli bir zihin dünyasına mahkûm etmekten başka bir işe yaramayacaktır. Din algılarındaki anarşizmin (uzlaşmaz ve çatışmacı çeşitliliğin, “çeşitlilik değil”) temel sebebi geleneksizliğimizdir. Bu meyanda olmak üzere, indirilmiş ve uydurulmuş din söylemleri de bu mantıksal örgünün ürünleridir.

Şunu da söylemeliyim ki kitap ve sünnet dinin kaynaklarıdır, gelenek ise dinin kaynağı değil, “kitap ve sünneti nasıl yorumlamalıyız?” sorusunun cevabıdır. Kutsallık zırhına büründürülmeden, tenkide açık olmak kaydıyla gelenek, dinin yorumlamada rehberimiz olmalıdır. Yoksa modernizmin yarattığı sorunları bile dinimize mal edecek kadar pervasız oluruz.



1263 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

KUR’AN’IN YAKILMASI, YERYÜZÜNDE TANRILAŞANLARIN HÜSRANI VE KÜRESEL DİRENİŞ - 03/02/2023
Kur’an’ın savunduğu hakikat ve değerler batıda onu tehdit edecek kadar dile gelmiştir ki kitleler ona dikkat kesilir ve yakar olmuştur. Yoksa mesela; Tipitaka’yı, Veda’yı, Avesta’yı, kimse yakmaz. Çünkü bunların kutsal kitap olduğu bile bilinmez.
KUL VE TAKDİR - 03/11/2020
Niyet kulluk ise, “insan kaderini yaşar” cümlesi ile “insan kaderini çizer” cümlesi arasında pek bir fark yoktur. Her ikisi de kulluğa götürür. Ama eğer niyet isyan ise; “kaderini yaşamak”, günahları Allah’a fatura etmeye sevk eder.
TARTIŞMALARIN ODAĞINDAKİ OKULLAR: İMAM-HATİP OKULLARI - 02/10/2020
İmam hatip okulları gerek (ön yargılı)dindar gerekse dine mesafeli kesimler tarafından ideolojik ve kategorik bir kadre tabi tutulmaktadırlar. Bu okulları aşan bir din eğitimi modeli önermedikçe, yapılan bu tip ithamlar ahlakî olmaz.
VİRÜSTEN Mİ, YOKSA KİRLERİMİZDEN Mİ ARINMALIYIZ? - 11/04/2020
Tam bu noktada, insan olarak karar vermeliyiz; kirlerimizden mi arınmalıyız, yoksa virüslerimizden mi? Bence kirlerimizden arınmazsak virüsten kesinlikle arınamayız.
KUR’AN-I ANLAMAK MÜMKÜN MÜ? - 03/08/2019
Eğer Kur’an-ı anlamaktan kasıt muradı ilahiye tekel uygulamak ya da muradı ilahiyi anlama ameliyesini yöntemsiz kılmak ise böyle bir anlama mümkün değildir ve faydalı da değildir.
SORU SORMAK SANATTIR YA DA KISSADAN HİSSE - 16/07/2019
Aynı zamanda kıssanın kendisi zaten bir hisse barındırır. Onun için sen kıssayı anlat, isteyen hissesini alır.
AHLAK EĞİTİMİ ÜZERİNE - 10/07/2019
Sonuç olarak genel geçer bir ahlaki sisteme sahip olmadığımız gibi, eskileri bir kenara atmayı aydınlanmacılık kabul eden hastalıklı bir zihinle de karşı karşıyayız.
HANGİ NİMET DAHA BÜYÜK? - 21/05/2019
“En büyük nimet hangisi?” derlerse, “bana küçüğünü söyle ki ben de büyüğünü söyleyeyim” demelisin.
EĞİTİM ÜZERİNE NOTLAR - 06/05/2019
Eğitim bir toplumun en önemli eylemidir. Onun için gündemden hiç düşmemeli. Yükseköğrenim, çok acilen yüksek lise olmaktan çıkarılmalı.
 Devamı
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi32
Bugün Toplam1928
Toplam Ziyaret4771056
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI