• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Tevekkül

TEVEKKÜL

Anlam Ve Önemi:

Tevekkül; “Yapılması gereken bir iş konusunda gerekli olan her araç ve yönteme başvurduktan sonra, beklenen sonu Allah’a havale etmek, bu konuda ona sonsuz bir güven beslemek” demektir.

“Karamsarlık, korku, endişe ve ihtiras” insandaki zayıf tabiatın en belirgin göstergeleri arasında yer alır. Geçmişte yaşanan acı deneyimler bazı insanlar üzerinde kalıcı etki bırakırlar.

Korku ve endişe, sahip olduklarımızı yitirmek ya da istemediğimiz şeylerle karşılaşma düşüncesi ile insan ruhunun acı çekmesidir. Psikologlar korkuyu, "dışarıdan gelen bir tehlikeye karşı ortaya konan duygusal tepki" diye tanımlıyorlar.

İhtiras ise, ulaşmak istediklerimiz uğrunda duyduğumuz aşırı istektir. Karamsarlık geçmişten kaynaklanırken, korku, endişe ve ihtiraslar gelecekten beslenirler.

Karamsarlık, geçmişin olumsuzluklarına takılıp kalmak, ruh dünyasında pasif bir yıpranma meydana getirir.

Endişe değil, güven; ihtiras değil ümit, hayatı yaşanabilir bir süreç kılar. İslâm bu konuda çözüm getirici bir yöntem olarak tevekkülü ön plâna çıkarır.

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْحَيِّ الَّذِي لَا يَمُوتُ

"Sen, o ölümsüz ve daima diri olan Allah’a tevekkül et!"[1]

Bu ayette Peygamber Efendimiz’e hitaben her daim diri ve ölmeyecek olan Allah’a tevekkül etmesi emredilerek Müslümanların olumsuzluklar karşısında sığınacakları liman gösterilmektedir.

İnsan daima birine güvenme ve dayanma, birisinden destek alma, diğer bir ifade ile tevekkül etme ihtiyacındadır. İşte bu noktada Kuran-ı Kerim;

وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

“Müminler, yalnız Allah’a tevekkel etsinler”[2]

anlamındaki âyet ile sadece Allah’a tevekkül edilmesinin emretmekte ve peygamberler ve gerçek müminlerin Allah’a tevekkül ettiklerini bildirmektedir.

Neden Sadece Allah’a Tevekkül Etmeliyiz?:

Çünkü Allah’ın dışında başvurulabilecek diğer şeyler de "tevekkül" ihtiyacındadırlar:

أَلَيْسَ اللَّهُ بِكَافٍ عَبْدَهُ

"Allah kuluna yetmez mi?”[3]

******

وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ

"Kim Allah’a tevekkül ederse O kendisine yeter”[4]

وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ.

Karar verip azmettiğin zaman Allah’a dayan. Muhakkak ki Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever.[5]

******

İbn Abbas'ın rivayetine göre, Efendimiz, kendisine Peygamberlere uyanların gösterildiğini, en kalabalığın kendisine uyanlar olduğunu, bunlardan yetmiş bin kişinin hesap vermeden ve azap görmeden cennete gireceğinin bildirildiğini, söylemiş ve bunların kimler olduğunu açıklamadan sözünü tamamlayarak kalkıp evine girmiştir. Halk, hesapsız ve azapsız cennete girecek bu yetmiş bin kişinin kimler olabileceği hakkında yorum yapmaya başlamışlar. Bazıları:

-Bunlar Efendimizin sohbetinde bulunma şerefi ile şereflenmiş kimseler olsa gerek, dediler. Bazıları ise:

-Bunlar İslam geldikten sonra doğmuş, Allah'a ortak koşmamış kimseler olsa gerek, dediler. Birçok şeyler söylediler. Bu esnada Efendimiz bunların yanına geldi ve:

-Ne hakkında konuşuyorsunuz? dedi.         

-Hesapsız ve azapsız cennete girecekler hakkında konuşuyoruz, dediler. Bunun üzerine Efendimiz:

-Bunlar büyü yapmazlar, yaptırmak da istemezler; teşe'üm etmezler (uğursuz saymazlar) ve ancak Rablerine tevekkül ederler, buyurdu.[6]

İslam’ın Tevekkül Anlayışı:

Tevekkülün temeli, tevhid inancına yani, son noktada her şeyin Allah’ın kudret ve iradesinin eseri olduğuna inanmak esasına dayanmaktadır. Tevekkülünüz varsa, üzerinize düseni yaparsınız; gücünüzün dışında kalan konuda ise Allah’ın hükmüne ve adaletine güvenirsiniz. İşte tevekkül ile kaderin buluştuğu hassas nokta burasıdır.

Bu inceliğin gözetilmemesi durumunda ise başa gelen olumsuzluklarda “kaderisuçlama” tutumu ortaya çıkar: Ya, “olan biten her şeyin merkezinde insan ve onun iradesi vardır” anlayışı ile ilâhi takdir ve hikmet göz ardı edilir, ya da “insan irade ve yeteneğini inkâr eden” (pasif kaderci) bir anlayışa esir olunur.

Hâlbuki gerek karşılaşmak istemediğimiz, kaçındığımız sonuçlar konusunda, gerek ulaşmak istediğimiz sonuçlar konusunda sahip olunması gereken düşünce su ayette ortaya konmaktadır:

قُلْ لَنْ يُصِيبَنَا إِلَّا مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا هُوَ مَوْلَانَا وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ

"De ki, ‘Bizim basımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O bizim yardımcımızdır. Öyleyse müminler, yalnız Allah’a güvensinler”[7]

Ayette vurgu yapılan gerçek sudur: ‘Acı tatlı başımıza her ne gelirse hepsi Allah’ın takdiridir. O da sonuç olarak mutlaka bizim yararımızadır. Ya bu dünya, ya da ahiret ile ilgili maslahat, yarar ve hayrımız içindir. O bizim yardımcımızdır. Üzerimizde bütün tasarruf ve velâyet yetkisi O’nundur. Nasıl dilerse öyle yapar ve hakkımızda hayırlısını yapar. İşte bundan dolayı müminler Allah’a güvenmelidirler. Bütün güç ve kudretin O’na ait olduğunu bilip durumlarını O’na havale etsinler. Her konuda O’na güvenip dayansınlar, emir takdirine güzel bir şekilde rıza göstererek teslimiyet göstersinler ve bunun gereğince kulluk görevlerine devam etsinler. Allah’a ne derece güven beslenirse O daha fazlasına layıktır.’[8]

Erzurumlu İbrahim Hakkı şu dizelerinde bu gerçeği vurgulamaktadır:

"Hak şerleri hayreyler,

Zannetme ki gayr eyler,

Arif anı seyr eyler,

Mevlâ görelim neyler,

Neylerse güzel eyler"

Bütün bunları kısaca "Allah hakkında iyi zan beslemek" diye özetlemek mümkündür. Ölüm ne zaman geleceği bilinmediğine göre mü’min tüm hayatına bu anlayısı hakim kılacak, Allah’ı kefil bilecek demektir.

Gazâlî konuyu şu benzetme ile ortaya koymaktadır: "Tevekkül edenin Allah’a güvenme ve O’nun kefaleti konusundaki tutumu, çocuğun, annesin yanındaki durumu gibidir. Çocuk annesinden başkasını bilmez. Ondan başka kimseye sığınmaz. Yalnız ona güvenir. Onu gördüm mü daima eteğine yapışır, onu bırakmaz. Annesinin bulunmadığı sırada basına bir şey gelse, dilinden dökülen ilk söz "Anneciğim!" olur. Aklına ilk gelen kimse annesidir. Çünkü onun kendisi için kâfi olacağına ve onun şefkatine güvenmiştir. Bütün bunlar bilinçaltından gelen yönlendirme ile olur."[9]

Tevekkül edenin Allah’a bağlanması ise bilinç ve gönlün ortak meyvesidir. İşte böyle bir tevekkül sayesinde endişeler ümide, korkular güvene dönüşür. Allah-u Teala bu vaadini şöyle müjdeliyor:

وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِي الْأَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكِّنَنَّ لَهُمْ دِينَهُمُ الَّذِي ارْتَضَى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ أَمْنًا يَعْبُدُونَنِي لَا يُشْرِكُونَ بِي شَيْئًا وَمَنْ كَفَرَ بَعْدَ ذَلِكَ فَأُولَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

Allah, sizlerden iman edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri sahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vâdetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiçbir şeyi bana eş tutmazlar. Artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır.[10]

Tevekkülü Yanlış Anlamak:

 

Tevekkülü Yanlış Anlamak Hayatın insanca sürdürülmesi için gerekli olan genel geçer kurallara (sünnetullaha) aykırı olarak, çalışıp çabalamayı terk etmek tevekkül değil, kişinin yapması gerekenleri Allah’a gördürmeye kalkışması anlamına gelir.

Bedir savası öncesi teke tek vuruşmadan sonra Hz. Peygamber, hücum emri vereceği sırada Cebrail’in talimatı üzerine yerden bir avuç toprak alıp Kureyş ordusunun üzerine savurması ve düşmanın görüş imkânının kısıtlanması ve böylece müslümanlara zafer yolunun açılması olayına atıf yapan şu ayet de bu gerçeğe işaret etmektedir:

فَلَمْ تَقْتُلُوهُمْ وَلَـكِنَّ اللَّهَ قَتَلَهُمْ وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلَـكِنَّ اللَّهَ رَمَى

"(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı..."[11]

******

Müslüman üzerine düşen gayreti gösterecektir ama elde edilecek sonuç Allah’ın yardımı ile gerçekleşir. Kur’ân bu gerçeği Şuayb (a.s.)’ın dilinden şöyle ifade ediyor:

إِنْ أُرِيدُ إِلَّا الْإِصْلاَحَ مَا اسْتَطَعْتُ وَمَا تَوْفِيقِي إِلَّا بِاللَّهِ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ

"…Ben sadece gücüm yettiğince sizi düzeltmek istiyorum. Başarım ancak Allah’ın yardımı iledir. Ben sadece Ona tevekkül ettim ve sadece O’na yöneliyorum.”[12]

******

Bir Müslümanın sahip olması gereken Tevekkül anlayışının özelliklerini şu hadislerde de görmekteyiz:

İbn Abbas anlatıyor:

كَانُوا يَحُجُّونَ وَلَا يَتَزَوَّدُونَ - قَالَ أَبُو مَسْعُودٍ كَانَ أَهْلُ الْيَمَنِ أَوْ نَاسٌ مِنْ أَهْلِ الْيَمَنِ يَحُجُّونَ وَلَا يَتَزَوَّدُونَ - وَيَقُولُونَ نَحْنُ الْمُتَوَكِّلُونَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ سُبْحَانَهُ ‏{‏ وَتَزَوَّدُوا فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى ‏}‏ الآيَةَ ‏.

Bir kısım kimseler yanlarına azık almadan haccediyorlar (dileniyorlardı). Ebu Mes’ud dedi ki: Bunlar yemen halkı ya da yemen halkından bir gurub idi. Haccediyorlar ama azık almıyorlar (dileniyorlar) ve “Biz tevekkül ediyoruz” diyorlardı. Bunun üzerine “Azık edinin. Bilin ki azığın en hayırlısı takvadır”[13] ayeti nazil oldu.[14]

******

Hz. Ömer ile bir grup Müslümanın arasında geçen şu konuşma da İslam’ın tevekkül anlayışına iyi bir örnektir.

أَنَّ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ، أَتَى عَلَى قَوْمٍ فَقَالَ: " مَا أَنْتُمْ؟ "

Hz. Ömer bir topluluğa geldi ve onlara “Sizler kimsiniz?” diye sordu.

فقَالُوا: نَحْنُ الْمُتَوَكِّلُونَ،

Sizler kimsiniz? Onlar- Bizler tevekkül’de bulunanlarız dediler. Hz. Ömer onlara şöyle cevap verdi:

فقَالَ: " بَلْ أَنْتُمُ الْمُتَّكِلُونَ، أَلَا أُخْبِرُكُمْ بِالْمُتَوَكِّلِينَ؟ رَجُلٌ أَلْقَى حَبَّةً فِي بَطْنِ الْأَرْضِ، ثُمَّ تَوَكَّلَ عَلَى رَبِّهِ "

“Hayır siz mütevekkil değil hazır yiyicilersiniz, Size mütevekkilin kim olduğunu haber vereyim mi? dedi ve ekledi -Mütevekkil kişi toprağı sürüp tohumu eker sonra rabbine tevekkül eder” dedi.[15]

******

Enes b. Malik anlatıyor: Bir adam devesi ile beraber geldi ve Peygamber Efendimize şöyle dedi:

يَا رَسُولَ اللَّهِ أَعْقِلُهَا وَأَتَوَكَّلُ أَوْ أُطْلِقُهَا وَأَتَوَكَّلُ

Ey Allah’ın Rasûlü! Deveyi bağlayıp da mı tevekkül edeyim yoksa bırakıp da mı tevekkül edeyim? Peygamber cevaben şöyle dedi:

اِعْقِلْهَا وَتَوَكَّلْ

Deveni bağla ondan sonra Allah’a tevekkül et.[16]

******

Peygamber Efendimiz (sas) buyurdular ki:

لَوْ أَنَّكُمْ كُنْتُمْ تَوَكَّلُونَ عَلَى اللَّهِ حَقَّ تَوَكُّلِهِ لَرُزِقْتُمْ كَمَا يُرْزَقُ الطَّيْرُ تَغْدُو خِمَاصًا وَتَرُوحُ بِطَانًا

"Eğer Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı. Onlar sabahleyin aç olarak çıkarlar ve tok olarak dönerler."[17]

Hadisin Açıklaması: Bu hadis-i şerif yanlış anlaşılmaya müsaittir. İlk bakıldığında bu hadisten tevekkülün pasif bir tutum olduğu sonucu çıkarılabilir. Oysa hadiste Hz. Peygamber gerçek tevekkülün ne olduğunu ortaya koymakta, tevekkül konusundaki yanlış anlama ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Dikkat edilirse kuşların sabahleyin aç olarak çıktıklarına vurgu yapılmaktadır. Yani kuşlar karınlarını doyurmak için yuvalarını terk etmekte ve kendi usullerince rızık peşine düşmektedirler. Rasûlullah’ın hadiste dikkat çektiği esas nokta budur.

******

Vaktiyle medresede okuyan öğrencilerden biri şöyle demiş: Allah Kuran’da şöyle buyurmuyor mu?:

وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı Allah’ın üzerinedir.”[18]

O halde ben rızık için çaba harcamamalıyım, o gelir beni bulur. Yeter ki ben Allah'a tevekkül edeyim, demiş. Arkadaşları, bunun yanlış olduğunu söyleyerek kendisini uyarmaya çalışmışlarsa da, dinlememiş. Her öğün yemek için öğrenciler tabakları ile birlikte sıraya girip yemek alıyorlar. Bu öğrenci sabah çorbası dağıtılırken sıraya girmemiş, nasıl olsa aşçı gelir beni bulur ve yemeğimi verir demiş. Aşçı her zamanki gibi sıraya girenlere yemeği dağıttıktan sonra, başka yemek almayan var mı? diye seslenmiş, cevap alamayınca bırakıp gitmiş. Bu öğrenci aç kalmış. Öğle olunca aşçı gelmiş, yine sıraya girenlere yemeği dağıtmış ve sabah çorbasını dağıtırken yaptığı gibi yine seslenmiş: Yemek almayan var mı? cevap alamayınca tam gitmek üzere iken, odasında yemeğin ayağına gelmesini bekleyen öğrenci, yine aç kalacağını anlayınca, öksürmüş. Bunu duyan aşçı: Ne öksürüyorsun? Yemek istiyorsan tabağını uzat, yemek vereyim, demiş, öğrenci de tabağı ile gelmiş ve yemeğini alıp karnını doyurmuş. Sonra da arkadaşlarına:

-Allah rızkımızı vereceğini bildirmiş, ama öksürmeden de vermiyor, demiş.

Önce Tedbir Sonra Tevekkül

 

a. Hz. Musa Firavun'un zulüm ve baskılarına dayanamayacak hale gelince, kendisine inananlarla birlikte Mısır'dan ayrılmasına Allah izin vermiş, alacağı tedbir konusunda da kendisine şöyle emretmiştir:

فَأَسْرِ بِعِبَادِي لَيْلاً إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ.

“Kullarımı geceleyin yürüt, çünkü siz takip edileceksiniz!”[19]

Peygamber olan Hz.Musa Allah'ın emri ile Mısır'ı terk ettiği halde alacağı tedbir konusunda da Allah tarafından uyarılmıştır.

******

b. Efendimizin de Mekke'den Medine'ye hicreti için kendisine Allah tarafından izin verildiği halde benzer tedbire başvurduğunu görüyoruz. Medine'ye gidecektir. Medine ise Mekke'nin kuzeyindedir. Ama bir tedbir olmak üzere Efendimiz Medine'ye ters yönde bulunan Sevr dağına geliyor ve burada saklanıyor. Çünkü müşrikler onun Medine'ye gideceğini düşünerek onu, o yönde aramaya koyulacaklardır. İşte Efendimiz bu tavrı ile bize, tedbir almadan Allah'a tevekkül etmenin, Allah'ın emrettiği tevekkül olmayacağını öğretiyor.

******

c. Efendimizin hayatı incelendiğinde benzer örnekler görülecektir. Hendek savaşında alınan tedbir de bunun bir başka örneğidir. Medine şehrinin etrafına çepeçevre hendek kazıp düşmanın şehre girmesine engel olunmuştur.

******

d. Konuyla bir başka ayet de şudur:

وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ...  

Onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayın.[20]

Kuvvet, savaşta düşmana üstünlük sağlayacak her türlü araç ve gereçtir. Bunları hazırlamadan Allah'a tevekkül etmek gerçek tevekkül değil; Allah'ın bize yapın dediklerini, Onun yapmasını istemektir ki, bu yanlıştır.

******

e. Bir insan her işinde Allah'a güvenirse, Allah ona yardım eder ve onu başarıya ulaştırır. Bunun en güzel örneği Efendimizdir. O, insanları Allah'ı tanımaya ve yalnız Ona ibadet etmeye çağırdığı zaman yalnızdı. İçinde doğup büyüdüğü toplumun ileri gelenleri, söz sahipleri ona karşı idiler. Sadece amcası Ebu Talip onu koruyordu. Fakat o, amcası Ebu Talip'e değil, Allah'a güveniyordu. Nitekim Ebu Talip, Mekke müşriklerinin kendisine Efendimizi himaye etmekten vazgeçmesi hususunda yaptıkları baskıya dayanamaz hale gelmişti. Bunun üzerine Efendimizin bu davadan vazgeçmesini isteyen sözler söylemesi üzerine Efendimiz:

“-Amca, vallahi, bu işi bırakmam için bir elime güneşi, diğer elime ayı koysalar, ben yine bu davadan vazgeçmem. Ya, Allah onu bütün cihana yayar, görevim biter, ya da bu yolda ölür giderim”, diyerek Allah'a olan sonsuz güvenini gösterdi.

******

f. Efendimiz Allah'a öyle güvenmişti ki, ilk defa kendisine inanan arkadaşlarına bu güvenini şöyle ifade etmişti:

-Allah'a yemin ederim ki, bu din her halde ve muhakkak surette kemale erecektir.

******

g. Efendimizin sonsuz bir güvenle Allah'a dayandığını gösteren bir başka örnek de şudur: O, Mekke'den Medine'ye olan hicretinde Hz. Ebu Bekir ile birlikte Mekke yakınında. bulunan Sevr mağarasında saklanmıştı. Mekke müşrikleri Efendimizi aramaya koyulmuş ve izini mağaranın başına kadar izlemişlerdi. O kadar yaklaşmışlardı ki, ayaklarının dibine baksalar onu göreceklerdi. Bundan endişeye kapılan Hz. Ebu Bekir:

 -Bizi görecekler, Ey Allah'ın Rasulü, dedi. Efendimiz Allah'a olan güvenini ifade eden bir sesle:( لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنا) buyurdular.

Kuran, mağaradaki bu heyecanlı anlardan söz ederken, Allah'ın onlara nasıl yardım ettiğini anlatır. Şüphesiz ki mağarada onları Allah korumuştur. Yoksa her tarafı didik didik arayan Mekke müşrikleri dağın tepesinde bulunan mağaraya kadar gelmişken içeri girip bakmamaları ne ile açıklanır?

******

h. Efendimiz Necid savaşından dönerken çok ağaçlı bir vadiye geldiklerinde kuşluk vakti olmuştu. Efendimiz vadiye indi. Askerler ağaçların altında gölgelenmek için dağıldılar. Efendimiz bir Semüre ağacının dalına kılıcı astı ve ağacın altında uyuyakaldı. O esnada bir bedevi durumdan yararlanarak Efendimizin kılıcını almış, kınından çekmiş ve Efendimize hücum etmişti. Efendimiz uyanmış, bedevinin üzerine yürüdüğünü görmüştü. Bedevi bağırdı:

-Seni şimdi elimden kim kurtarır, dedi. Efendimiz cevap verdi:         

-Allah kurtarır. Bedevi'nin elindeki kılıç yere düşmüştü. Efendimiz hemen kılıcı aldı ve:

-Seni benden kim kurtarır, buyurdu. Bedevi:

-Cezalandıranların hayırlısı ol, dedi. Efendimiz:

-Allah'tan başka ilah bulunmadığına ve benim Allah'ın Rasulü olduğuma şahitlik eder misin? buyurdu. Bedevi:

-Hayır, fakat sana karşı savaşmamak ve savaşanlarla beraber olmamak hususunda sizinle anlaşma yaparım dedi. Bunun üzerine Efendimiz onu salıverdi. O da arkadaşlarının yanına geldi ve:

-İnsanların hayırlısının yanından geldim, dedi.

Şiirlerde Tevekkül

Mehmet Akif’in şu dizeleri de yanlış tevekkül anlayışına dikkat çekmektedir:

"Çalış dedikçe şeriat çalışmadın durdun,

Onun adına nice hurafeler uydurdun,

Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya,

Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya."

******

Kalenderin Biri:

Kalenderin biri köyden sabahleyin fırlar, 
Arar nasibini; avdette kırda akşamlar.
Fakat güneş batarak, ortalık karadıkça,
Görür ki: yerde yatılmaz, hemen çıkar ağaca.
Herif ağaçta iken bir iniltidir işitir.
Bakar ki: bir kötürüm tilkinin yanık sesidir.
Zavallı, pösteki olmuş, bacak yok işleyecek;
Boğazsa işlemek ister... ne yapsın... inliyecek!
Biraz geçince, kavi pençesinde bir ceylân,
İner yakındaki vadiye karşıdan aslan.
Yukarda çıkmaz olur, şimdi yolcunun nefesi;
Tabiatiyle durur hastanın da inlemesi;
Yiyip şikârını aslan dalınca ormanına,
Sürüklenir, yanaşır tilki sofranın yanına;
Doyar efendisinin artığıyla, sonra yatar.
Herif düşünmeye başlar, eder de hale nazar:
“Cenab-ı Hak ne kadar merhametli, görmeli ki:
Açım! demekle amel-mande bir topal tilki,
Ayağına gönderiyor rızkın en mükemmelini.
O halde çekmeli insan çalışmadan elini.
Değer mi koşmaya akşam sabah, yalan dünya?
Dolaşmayan dolaşandan akıllı... Gördün ya!
Horul horul uyuyor kahpe tilki, senden tok!
Tevekkül etmeli öyleyse, şimdiden tezi yok!
Yazık bu âna kadar çektiğim sıkıntılara!...”
Sabah olunca herif, dağ başında bir mağara
Tasarlayıp, ebedî itikâfa niyyet eder.
Birinci gün bakınır; yok ne bir gelir, ne gider!
İkinci gün basar açlık, erir erir üzülür;
Üçüncü gün uyuşuk bir sinek olur büzülür.
Ölüm mü, uyku mu, her neyse âkıbet uzanır;
Fakat işittiği bir sesle silkinir, uyanır:
“Dolaş da yırtıcı aslan kesil, behey miskin!
Niçin yatıp kötürüm tilki olmak istersin?
Elin, kolun tutuyorken çalış, kazanmaya bak,
Ki artığınla geçinsin senin de bir yatalak.”

Mehmet Akif ERSOY

 Hazırlayan: Mehmet ERGÜN / Vaiz



[1] Furkan, 58.

[2] Maide, 11.

[3] Zümer, 36.

[4] Talak, 3.

[5] Al-i İmran, 159.

[6] Buhari, Müslim.

[7] Tevbe, 51.

[8] Hak Dini Kur’ân Dili, IV, 2566.

[9] Gazzâlî, İhya, II, 143.

[10] Nur, 55.

[11] Enfal, 17.

[12] Hud, 88.

[13] Bakara, 197.

[14] Ebu Davud.

[15] Şuabu’l-İman.

[16] Tirmizi.

[17] Tirmizi.

[18] Hud, 6.

[19] Duhan, 23.

[20] Enfal, 60.

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam695
Toplam Ziyaret4706986
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI