• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Yetimler

YETİMLER

Yetimleri Himaye Etmenin Önemi:

Yetimlere yeterli alaka gösterilmeyip mahrum oldukları anne-baba ilgisi kendilerine gösterilmediği zaman kendileri yanlış ortamlarda yetişerek mutsuz bir hayat sürecekleri gibi toplumun huzurunu bozacak birer sorunlu birey haline gelebilirler.

 

Yetimleri Himaye Etmenin Fazileti:

 

أَلَمْ يَجِدْكَ يَتِيمًا فَآوَى {} وَوَجَدَكَ ضَالًّا فَهَدَى {} وَوَجَدَكَ عَائِلًا فَأَغْنَى {} فَأَمَّا الْيَتِيمَ فَلَا تَقْهَرْ

(Rabbin) seni yetim bulup da barındırmadı mı? 7- Seni yol bilmez bulup yola iletmedi mi? 8- Seni yoksul bulup zengin etmedi mi? 9- Öyleyse sakın yetimi ezme (ona sakın kahretme)[1]

 

كَلَّا بَلْ لَا تُكْرِمُونَ الْيَتِيمَ

“Hayır hayır, doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz”[2]

******

أَرَأَيْتَ الَّذِي يُكَذِّبُ بِالدِّينِ {} فَذَلِكَ الَّذِي يَدُعُّ الْيَتِيمَ{} وَلَا يَحُضُّ عَلَى طَعَامِ الْمِسْكِينِ

"(Ey Muhammed!) Dini yalan sayanı gördün mü? Yetimi itip kakan, yoksulu doyurmaya yanaşmayan kimse işte odur"[3]

أَلَمْ نَجْعَلْ لَهُ عَيْنَيْنِ {} وَلِسَانًا وَشَفَتَيْنِ {} وَهَدَيْنَاهُ النَّجْدَيْنِ {} فَلَا اقْتَحَمَ الْعَقَبَةَ {} وَمَا أَدْرَاكَ مَا الْعَقَبَةُ {} فَكُّ رَقَبَةٍ {} أَوْ إِطْعَامٌ فِي يَوْمٍ ذِي مَسْغَبَةٍ {} يَتِيمًا ذَا مَقْرَبَةٍ{} أَوْ مِسْكِينًا ذَا مَتْرَبَةٍ {}

"Biz insanoğlu için iki göz, bir dil ve iki dudak vermedik mi? Biz ona eğri ve doğru iki yolu da göstermedik mi? Ama o, zor geçidi aşmaya girişmedi. O zor geçidin ne olduğunu bilir misin? O geçit bir köle ve esir âzad etmek, yahut açlık gününde yakını olan bir yetimi, yahut toprağa serilmiş bir yoksulu doyurmaktır."[4]

 

وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ لَا تَعْبُدُونَ إِلَّا اللَّهَ وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَانًا وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَقُولُوا لِلنَّاسِ حُسْنًا وَأَقِيمُوا الصَّلاَةَ وَآتُوا الزَّكَاةَ ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلَّا قَلِيلًا مِنْكُمْ وَأَنْتُمْ مُعْرِضُونَ

Hani bir vakitler İsrailoğulları'ndan şöylece mîsak (kesin bir söz) almıştık: Allah'dan başkasına tapmayacaksınız, ana-babaya iyilik, yakınlığı olanlara, yetimlere, çaresizlere de iyilik yapacaksınız, insanlara güzellikle söz söyleyecek, namazı kılacak, zekatı vereceksiniz. Sonra çok azınız müstesna olmak üzere sözünüzden döndünüz, hâlâ da dönüyorsunuz.[5]

 

وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الْيَتَامَى قُلْ إِصْلاَحٌ لَهُمْ خَيْرٌ وَإِنْ تُخَالِطُوهُمْ فَإِخْوَانُكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ الْمُفْسِدَ مِنَ الْمُصْلِحِ وَلَوْ شَاءَ اللَّهُ لَأَعْنَتَكُمْ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

“Sana bir de yetimlerden soruyorlar. De ki: Onlar hakkında yapacağınız bir ıslah, işlerine karışmamaktan daha hayırlıdır. Eğer onlara karışırsanız, onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla ıslah ediciyi bilir, birbirinden ayırd eder. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir,”[6]

 

Rasûlullah buyurdu ki:

أنَا وَكَافِلُ الْيَتِيمِ فِي الْجَنَّةِ هَكَذَا، وَأَشَارَ بِالسَّبَابَةِ وَالْوُسْطَى، وَفَرَّجَ بَيْنَهُمَا.

Ben ve yetime bakan kimse cennette şöyleyiz" Orta parmağı ile başparmağını yan yana getirip aralarını açıp kapayarak işaret eti.[7]

 

"Rasûlullah buyurdu ki:

مَنْ قَبَضَ يَتِيمًا مِنْ بَيْنِ الْمُسْلِمِينَ إِلَى طَعَامِهِ وَشَرَابِهِ أَدْخَلَهُ اللَّهُ تَعَالَى الْجَنَّةَ أَلْبَتَّةَ إِلَّا اَنْ يَكُونَ قَدْ عَمِلَ ذَنْبًا  يُغْفَرُ.

"Kim Müslümanlar arasından bir yetim alarak yiyecek ve içeceğine dâhil ederse, affedilmez bir günah (şirk) işlememişse, Allah onu mutlaka cennete koyacaktır."[8]

 

"Rasûlullah buyurdular ki:

مَنْ عَالَ ثَلَاثَةً مِنَ الْاَيْتَامِ كَانَ كَمَنْ قَامَ لَيْلَهُ وَصَامَ نَهَارَهُ وَغَدَا وَرَاحَ شَاهِرًا سَيْفَهُ فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَكُنْتُ اَنَا وَهُوَ فِي الْجَنَّةِ اَخَوَيْنِ كَهَاتَيْنِ اُخْتَانِ

"Kim üç yetimi yetiştirir, nafakasını temin ederse, sanki ömrü boyu geceleri namaz kılmış, gündüzleri oruç tutmuş ve sabahtan akşama yalın kılıç Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap alır. Keza, ben ve o, şu iki parmak gibi cennette kardeş oluruz"

وَاَلْصَقَ اِصْبَعَيْهِ السَّبَّابَةَ وَالْوُسْطَى ‏.‏

Rasulullah bunu söylerken şehadet parmağı ile orta parmağını birbirine yapıştırdı.[9]

 

Rasulullah buyurdu ki:

خَيْرُ بَيْتٍ فِي الْمُسْلِمِينَ بَيْتٌ فِيهِ يَتِيمٌ يُحْسَنُ اِلَيْهِ وَشَرُّ بَيْتٍ فِي الْمُسْلِمِينَ بَيْتٌ فِيهِ يَتِيمٌ يُسَاءُ اِلَيْهِ

Müslümanlar arasında en hayırlı ev, içerisinde yetim olan ve yetime de iyi muâmele yapılan evdir. En kötü ev de, içinde yetim bulunup da ona kötü muâmele yapılan evdir.[10]

 

Peygamber Efendimiz kalbinin katılığından şikâyet eden bir sahâbîye şu tavsiyede bulunmuştur:

إِنْ أَرَدْتَ أَنْ يَلِينَ قَلْبُكَ، فَأَطْعِمِ الْمِسْكِينَ، وَامْسَحْ رَأْسَ الْيَتِيمِ

“Eğer kalbinin yumuşamasını istiyorsan, fakire yedir, yetimin başını okşa!”[11]

 

Rasulullah buyurdu ki:

مَنْ مَسَحَ رَأْسَ يَتِيمٍ أَوْ يَتِيمَةٍ لَمْ يَمْسَحْهُ إِلَّا لِلَّهِ كَانَ لَهُ بِكُلِّ شَعْرَةٍ مَرَّتْ عَلَيْهَا يَدُهُ حَسَنَاتٌ،

“Bir kimse sırf Allâh rızâsı için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır.”[12]

 

İbn-i Abbâs’tan rivayet edildi ki:

“İnsân Sûresi’nin 8-11. âyet-i kerîmeleri Hz. Ali ve Hz. Fâtıma hakkında nâzil olmuştur. Hz. Ali bir gece bir miktar arpa karşılığında bir hurmalığı suladı. Sabah olunca ücreti olan arpayı alarak evine geldi. Getirdiği arpanın üçte birini öğütüp «hazîra» denilen bir yemek yaptılar. Yemek pişince bir yoksul geldi ve yemek istedi. Onlar da pişen yemeği olduğu gibi yoksula verdiler. Sonra ikinci üçte biri öğütüp yemek yaptılar. Yemek pişince bu sefer bir yetim gelip bir şeyler istedi. Bu yemeği de o yetime verdiler ve kalan son üçte biri öğütüp ondan tekrar yemek yaptılar.

Yemek piştiğinde müşriklerden bir esir geldi ve bir şeyler istedi. Son yemeklerini de ona verdiler ve o günü aç olarak geçirdiler.

Diğer bir rivâyete göre, üç gün üst üste iftarlıklarını fakire, yetime ve esire vererek su ile iftar ettiler. İşte bunun üzerine şu âyet-i kerîmeler nâzil oldu:

وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِينًا وَيَتِيمًا وَأَسِيرًا {8}

“Kendileri de muhtâc oldukları hâlde yiyeceklerini, sırf Allâh’ın rızâsına nâil olabilmek için fakire, yetime ve esire ikrâm ederler

إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنْكُمْ جَزَاءً وَلَا شُكُورًا{9}

Ve şöyle derler: «Biz size bunu sırf Allâh rızâsı için ikrâm ediyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.

إِنَّا نَخَافُ مِنْ رَبِّنَا يَوْمًا عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا {10}

Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O’nun azâbına uğramaktan) korkuyoruz.»

فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُورًا {11}

Allâh da onları o günün felâketinden muhâfaza eder, yüzlerine nûr, gönüllerine sürûr verir.”[13]

 

Hizmetine bakan talebesi bir gün Dâvûd-i Tâî Hazretleri’ne:

“–Biraz et pişirdim; arzu buyurmaz mısınız?” dedi ve üstâdının sükût etmesi üzerine eti getirdi. Ancak Dâvûd-i Tâî, önüne konan ete bakarak:

“–Falanca yetimlerden ne haber var evlâdım?” diye sordu. Talebe, durumlarının yerinde olmadığını ifâde edercesine içini çekip:

“–Bildiğiniz gibi efendim!” dedi. O büyük Hak dostu:

“–O hâlde bu eti onlara götürüver!” dedi. Hazırladığı ikrâmı üstâdının yemesini arzu eden samîmî talebe ise:

“–Efendim, siz de uzun zamandır et yemediniz!..” diye ısrar edecek oldu. Fakat Dâvûd-i Tâî Hazretleri kabûl etmeyip:

“–Evlâdım! Bu eti ben yersem kısa bir müddet sonra dışarı çıkar, fakat o yetimler yerse, ebediyyen kalmak üzere Arş-ı Âlâ’ya çıkar!..” dedi.

Rasulullah’ın Yetimleri Himaye Etmesi:

Rasulullah buyurdu ki:

أَنَا أَوْلَى بِكُلِّ مُؤْمِنٍ مِنْ نَفْسِهِ، مَنْ تَرَكَ مَالًا فَلِأَهْلِهِ، وَمَنْ تَرَكَ دَيْنًا أَوْ ضَيَاعًا فَإِلَيَّ وَعَلَيَّ

“Ben her mü’mine kendi nefsinden daha ileriyim, daha üstünüm. Bir kimse ölürken mal bırakırsa o mal kendi yakınlarına âittir. Fakat borç veya yetimler bırakırsa, o borç bana âittir; yetimlere bakmak da benim vazîfemdir.”[14] (Müslim, Cuma, 43)

Nitekim ashâb-ı kirâmdan Ebû Ümâme, vefatından evvel Kebşe, Habîbe ve Fâria adlı üç küçük kızını Allâh Rasûlü’ne emânet etmişti. Rasulullah Efendimiz bu yetimleri himayesine almıştır.

 

Yetim Malını Muhafaza Etmek:

إِنَّ الَّذِينَ يَأْكُلُونَ أَمْوَالَ الْيَتَامَى ظُلْمًا إِنَّمَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ نَارًا وَسَيَصْلَوْنَ سَعِيرًا

Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, muhakkak ki karınlarını ateşle doldurmuş olurlar ve çılgın ateşli cehennemi boylarlar.[15]

******

وَلاَ تَقْرَبُوا مَالَ الْيَتِيمِ إِلَّا بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ حَتَّى يَبْلُغَ أَشُدَّهُ

"Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, o en güzel olanından başka sûrette yaklaşmayın."[16]

 

Müfessirler, "yetimlerin malına en güzel şekilde yaklaşma" tâbirinden şu üç temel esası anlarlar.

Muhafaza.

Artırma.

Zamanında teslim.

 

Rasulullah buyurdular ki:

«أَلَا مَنْ وَلِيَ يَتِيمًا لَهُ مَالٌ فَلْيَتَّجِرْ فِيهِ، وَلَا يَتْرُكْهُ حَتَّى تَأْكُلَهُ الصَّدَقَةُ»

Kim mal sahibi bir yetime veli olursa, bu malla ticaret yapsın, malın zekat verilerek yenip bitmesine terk etmesin.[17]

 

"Rasûlullah büyük günahları soran bir adama şöyle cevap verdiler:

هُنَّ تِسْعٌ: اَلشِّرْكُ، وَالسِّحْرُ، وَقَتْلُ النَّفْسِ، وَأَكْلُ الرِّبَا، وَأَكْلُ مَالِ الْيَتِيمِ، وَالتَّوَلِّي يَوْمَ الزَّحْفِ، وَقَذْفُ الْمُحْصَنَاتِ، وَعُقُوقُ الْوَالِدَيْنِ، وَاسْتِحْلَالُ الْبَيْتِ الْحَرَامِ قِبْلَتِكُمْ أَحْيَاءً وَأَمْوَاتًا

Onlar dokuzdur! Şirk, sihir, insan öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaştan kaçmak, namuslu kadınlara iftirada bulunmak, anne ve babaya haksızlık, kıbleniz olan Beytu'l-Haram (da masiyet işlemey)i sağlığınız veya ölümünüzde helal addetmek.[18]

 

"Rasûlullah buyurdular ki:

اَللَّهُمَّ! إنِّى أُحَرِّجُ حَقَّ الضَّعِيفَيْنِ: اَلْيَتِيمِ وَالْمَرْأَةِ.

Allah’ım! Ben şu iki zayıfın hakkının çiğnenmesinden cidden sakındırırım: Yetim ve kadın.[19]

 

Yetimin Malından İstifade:

وَابْتَلُوا الْيَتَامَى حَتَّى إِذَا بَلَغُوا النِّكَاحَ فَإِنْ آنَسْتُمْ مِنْهُمْ رُشْدًا فَادْفَعُوا إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ وَلَا تَأْكُلُوهَا إِسْرَافًا وَبِدَارًا أَنْ يَكْبَرُوا

Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri gözetip deneyin. Onların akılca olgunlaştıklarını görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin. "Büyüyecekler de mallarına sahip olacaklar" endişesiyle onları israf ederek, tez elden yemeyin.

وَمَنْ كَانَ غَنِيًّا فَلْيَسْتَعْفِفْ وَمَنْ كَانَ فَقِيرًا فَلْيَأْكُلْ بِالْمَعْرُوفِ فَإِذَا دَفَعْتُمْ إِلَيْهِمْ أَمْوَالَهُمْ فَأَشْهِدُوا عَلَيْهِمْ وَكَفَى بِاللَّهِ حَسِيبًا

Zengin olan, onların malını yemekten çekinsin. Fakir olan ise, meşrû sûrette yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, bunu şahitler karşısında yapın. Hesap görücü olarak Allah yeter.[20]

 

Amr İbn Şuayb anlatıyor: "Bir adam'a gelerek:

إنِّي فَقِيرٌ وَلَيْسَ لِي شَىْءٌ وَلِي يَتِيمٌ.

"Ben fakirim, hiçbir şeyim yok, üstelik bir de yetimim var!" dedi.

Rasulullah ona şöyle dedi:

كُلْ مِنْ مَالِ يَتِيمِكَ غَيْرَ مُسْرِفٍ، وَلَا مُبَادِرٍ، وَلَا مُتَأَثِّلٍ مَالًا.

"Yetimin malından ye! Ancak bunu yaparken ne israfa kaç, ne aceleci ol, ne de kendine mal et"[21]

 

Bir adam İbn Abbas’a gelerek şöyle sordu:

“Yanımda bir devesi olan yetim var. Devesinin sütünden içebilir miyim?”

İbn Abbas şu cevabı verdi:

“Eğer deve kaybolunca arıyor, katran vs. sürerek tedavisini yapıyor, su yalağını onarıyor, sulama gününde suyunu içiriyorsan, yavruya zarar vermeden ve memeyi tamamen kurutmadan içebilirsin.”

 

Yetimlere Ayrılan Paylar:

Ganîmetten Pay:

Şu âyet, savaşta elde edilen ganimetten, mücahitlerin hissesinden arta kalan kısmın (humus denen beşte bir) nerelere harcanacağını belirler:

وَاعْلَمُوا أَنَّمَا غَنِمْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَأَنَّ لِلَّهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ إِنْ كُنْتُمْ آمَنْتُمْ بِاللَّهِ وَمَا أَنْزَلْنَا عَلَى عَبْدِنَا يَوْمَ الْفُرْقَانِ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ وَاللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

Şunu da biliniz ki, ganimet olarak aldığınız her hangi bir şeyden beşte biri mutlaka Allah içindir. O da peygambere ve ona yakınlığı olanlara, yetimlere, miskinlere ve yolda kalmışlara aittir. Eğer siz Allah'a iman etmiş, hak ile batılın ayrıldığı o gün, iki ordunun karşı karşıya geldiği o (Bedir) günü kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman getirmiş iseniz bunu böyle biliniz. Ve biliniz ki, Allah, herşeye kâdirdir.[22]

 

Fethedilen Yerlerden Gelen Pay:

مَا أَفَاءَ اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ وَلِذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ كَيْ لَا يَكُونَ دُولَةً بَيْنَ الْأَغْنِيَاءِ مِنْكُمْ وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

Allah'ın o kent halkından, Resulüne verdiği ganimetler, Allah'a, Resul'e, ona akrabalığı bulunanlara, yetimlere, yoksullara, yolcuya aittir. Ta ki içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir şey olmasın. Peygamber size ne verdiyse onu alın. Size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir.[23]

Miras Taksimlerinde Pay:

وَإِذَا حَضَرَ الْقِسْمَةَ أُوْلُوا الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينُ فَارْزُقُوهُم مِنْهُ وَقُولُوا لَهُمْ قَوْلًا مَعْرُوفًا

Paylaşma sırasında akrabalar, öksüzler, yoksullar hazır bulunurlarsa, onlara da bir şey verin ve onlara güzelce sözler söyleyerek gönüllerini alın.[24]

 

Sadaka Olarak Verilecek Pay:

Hz. Peygamber'e Ashâb'tan bazıları "Hangi şeyi nafaka olarak verelim?" diye sorarlar. Bu soru üzerine gelen bir vahiy nafaka olarak verilebilecek şeyleri değil, kimlere nafaka verileceğini zikreder:

يَسْأَلُونَكَ مَاذَا يُنْفِقُونَ قُلْ مَا أَنْفَقْتُمْ مِنْ خَيْرٍ فَلِلْوَالِدَيْنِ وَالْأَقْرَبِينَ وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ وَابْنِ السَّبِيلِ وَمَا تَفْعَلُوا مِنْ خَيْرٍ فَإِنَّ اللَّهَ بِهِ عَلِيمٌ

Ey Muhammed! Sana nereye infak edeceklerini soruyorlar. De ki: Hayır olarak verdiğiniz nafaka, ana baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak daha ne yaparsanız herhalde Allah onu bilir.[25]

 

Tarihimizden Örnekler

1918 Mondros Mütârekesi’nden sonra İstanbul’un işgâl edildiği o zor günlerde yetimlere bakan müesseseler binâsız kalmış, fakat kimsesiz yavrular yine de sokağa terk edilmemiş, boş duran bâzı saraylara yerleştirilmiştir. İstanbul içinde ve dışında, Kâğıthâne’deki Çağlayan Kasrı’na kadar birçok saray bu işe tahsis edilmiştir.

Yine Ermeni çetelerinin yaptığı katliâm neticesinde yetim kalan 4 bin erkek ve 2 bin kız çocuğunu, Kâzım Karabekir Paşa himâyesine almıştır. Daha sonra bu çocuklardan Gürbüzler Ordusu’nu kurmuş ve yetim yavrular kendi istekleri istikâmetinde vatana, millete hizmet etmeye başlamışlardır. Kısa bir eğitimin ardından her biri kendi mesleğini seçmiştir. Bunlardan matbaacı olanlar Millî Mücâdele yıllarında Sarıkamış’ta Varlık Gazetesi’ni çıkarmış ve mücâdeleye destek vermişlerdir.

Hazırlayan: Mehmet ERGÜN / Vaiz


[1] Duha, 93/6-9.

[2] Fecr, 89/17.

[3] Maun, 107/1-3.

[4] Beled, 90/8-16.

[5] Bakara, 2/83.

[6] Bakara, 2/220.

[7] Buhari, Tirmizi.

[8] Tirmizi.

[9] İbn Mace.

[10] İbn Mace.

[11] İbn Hanbel.

[12] İbn Hanbel.

[13] Razi, Tefsir.

[14] Müslim.

[15] Nisa, 4/10.

[16] Enam, 6/152.

[17] Tirmizi.

[18] Ebu Davud.

[19] İbn Mace.

[20] Nisa, 4/6.

[21] Ebu Davud, Nesai.

[22] Enfal, 8/41.

[23] Haşr, 59/7.

[24] Nisa, 4/8.

[25] Bakara, 2/215.

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi24
Bugün Toplam1266
Toplam Ziyaret4774711
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI