• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Yardımlaşma ve Dayanışmanın Adı: Vakıf

YARDIMLAŞMA ve DAYANIŞMANIN ADI: VAKIF

 

Prof. Dr. Mehmet BAYYİĞİT
Necmettin Erbakan Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi

 

Vakıf, tarih boyunca insanoğlunun yardımlaşma ve dayanışma duygusunun,  ihtiyacının kurumsallaşmış bir ifadesi olmuştur. Vakıfların çeşitliliğine ve hizmetlerine bakıldığında, zamanla, yoksulların ihtiyaçlarını gidermenin ötesine geçerek, hayatın tüm alanlarını  kuşattığı, hayatı yaşanılır, kolay ve güzel kılmanın çabası haline geldiği görülecektir.

Vakıf, zengin tarihî tecrübemizde olduğu gibi, bugün de, sadece varlıklıların maddî-mânevî katkı sağladığı bir hizmet alanı değildir. Toplumun her kesiminin, neredeyse bütün sosyo-ekonomik katmanların az çok katkı yaptığı bu kurum, toplumun ortak, vazgeçilemez bir değeridir. Yardımlaşmanın yanı sıra dayanışma ruhu da toplumsallığın, bir arada yaşamanın zorunlu bir sonucudur. Özellikle bu anlayış, milletimizin kollektif bilincinin temel özelliğidir.

İslâm toplumlarında  “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı Allah[at1]  yolunda harcanan, vakfın da en hayırlısı insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır” temel ilkesi, vakıf çalışmalarının ana dinamiğini oluşturmuş; yardımlaşma ve dayanışmada, toplumsal barışın sağlanmasında, sınıflar arası dengelerin kurulmasında, birlik ve beraberliğin devamında vakıf hizmetlerinin çok önemli rolü olmuştur.

Birlikte yaşamanın meydana getirdiği ihtiyaçların tabiî uzantısı olan yardımlaşma düşüncesi nasıl insanlık tarihi kadar eski ise, farklı isimler, görüntüler ve işlevlerle de olsa vakıf anlayışı, her toplumun sosyal hayatında birçok etkinliklerle hep varola gelmiştir. Ancak vakıf,  İslâm'la kurumsal kimliğine ve sağlam bir hukukî yapıya kavuşabilmiştir.

Vakıfların hicretin ilk asırlarından itibaren İslâm toplumlarının sosyal, kültürel, iktisadî hatta siyasî hayatında çok önemli bir yer işgal ettiği bilinen bir husustur. Bilhassa Selçuklu ve Osmanlılarda olağanüstü bir işleve kavuşan vakıflar, hayatın bütün alanlarıyla ilgili hizmetler yapmışlardır. Vakıfları dar anlamıyla sadece dinî hizmetler üreten kurumlar olarak görmek yanlıştır. Nitekim, XVIII. asırda bugünkü Türkiye sınırları içinde kurulan ve vakfiyeleri Vakıflar Genel Müdürlüğü arşivinde bulunan 6000 vakıftan, vakfiyeleri incelenen örnek 300 vakfın hizmet alanlarının tasnifinde dinî hizmetlere (münhasıran cami, mescit, tekke, zâviye) tahsis edilen vakıf sayısı 93’tür.[1] Diğerleri, sosyal alana, eğitime ve bayındırlık hizmetlerine yönelmiş vakıflardır.

İslâm ülkelerinde hayatın bütün alanlarını kapsayacak ve halkın her türlü ihtiyacını imkân dâhilinde karşılayacak, değişik karakterlerde kurulmuş vakıfları şu şekilde sınıflandırmamız mümkün olabilir:

Münhasıran dinî hizmetlerin yerine getirilmesi için kurulan vakıflar: Cami, mescid, namaz-gâh, muvakkithâne, Kur’ân-ı Kerîm’in yazdırılması, ciltletilmesi, cami ve mescitler için mum, kandil yaptırılması ve yaktırılması... Eğitim ve kültür hizmetlerinin yapılması için kurulan vakıflar: Mektep ve medreseler, kütüphâne, Dârü’l-hadis, Dârü’l-kurrâ, Dârü’l-mesnevî... Askerlik ve Tâlim (spor) hizmetleri için kurulmuş vakıflar: Kale, kışlalar, tophâneler, istihkâm, donanma, top, gemi yapımına, sınır kalelerini bekleyenlere yardım vakıfları, halkı askerlik eğitimine hazırlamaya dönük spor vakıfları, spor meydanları ve tesisleri kurulması, yüzücülüğü, koşuculuğu, ok ve cirit atmayı, biniciliği teşvik vakıfları, pehlivan tekkeleri... Sosyal amaçlı, sağlık ve bayındırlık hizmetleri için kurulmuş vakıflar: İmâretler, Dârü’l-acezeler, hanlar, kervansaraylar, Dârü’ş-şifâlar, çarşılar, bedestenler, deniz feneri, yol, kaldırım, köprü, çeşme, şadırvan, su yolları, su kemerleri, hamamlar….[2]

Bunlardan başka, öksüz kızlara çeyiz verilmesi, köle ve câriyelerin âzâd edilmesi, âzâd edilenlere yardım edilmesi, borçlu olarak hapis olanların borçlarının ödenmesi, müflis tüccarlara yardım edilmesi, yetimler-dul kadınlar ve muhtaçlara yardım edilmesi, okul öğrencilerine gıda, elbise, öğretim malzemeleri ve gezinti gideri tahsisi, yoksul ve kimsesizlerin cenazelerinin kaldırılması, fukaraya odun-kömür alınması, bayramlarda çocukların ve yoksulların sevindirilmesi, ihtiyarlara elbise verilmesi... gibi sayılması uzun sürecek pek çok sosyal yardımlaşma vakıfları da mevcuttur.[3] Görüldüğü gibi, vakıflar tarihimizde sadece dinî alan ve kurumlarla sınırlı kalmamış, sosyal, kültürel ve ekonomik mahiyet arzeden bir çok kamu hizmetlerinin görülmesini sağlayan bir sosyal kurum hüviyetini kazanmış ve tarih boyunca bu özelliğini benzeri görülmemiş bir titizlikle ve kesintisiz sürdürmüştür.

Sosyal yardım hizmetlerinin yanısıra, toplumsal dayanışmayı temine ve güçlendirmeye yönelik vakıflar da vardır. Meselâ; bir sanat kolundaki kişileri biraraya getirip kaynaşmalarını sağlamak amacıyla mesîre yerlerinde ziyâfet düzenlemek, usta ve kalfaların peştamal kuşanma törenlerini yapmak, esnaf ve zenaatkârlar arasında yardımlaşma, bayramlarda top atılması, halkın, çocukların eğlendirilmesi ve gezdirilmesi, düğün ziyâfetleri için mutfak eşyası sağlanması, halkın deniz kenarlarında dinlenmesi için mesîre yerleri hazırlanması, çamaşırhane tesîsi, köy ve mahalle sandıklarına yardımda bulunulması... gibi amaçlara dönük vakıflar sayılabilir.[4]

Aynı zamanda vakıflar, akrabalığa, bölgelere, mesleklere, din veya lisan farklılıklarına bağlı olarak oluşan sosyal sınıflar arasında uyum, barış ve hoşgörüyü sağlamak için de işlev görmüşlerdir. Ayrıca, mahalle, kasaba veya şehir sâkinlerinin yararlanmaları için vakıflar kurulduğu gibi Osmanlılarda köy ve mahalleye ait avârız vergilerinin ödenmesi için kurulmuş bir çok vakfın varlığı da bilinmektedir. Bu dar çerçeveyi aşarak, hayat şartları bakımından insanlar arasında mevcut farkları mümkün olduğunca azaltmayı, zenginle fakir arasında nisbî bir eşitlik kurmayı hedef alan vakıfların sayısı da oldukça kabarıktır.[5]

Bu kurumların sosyal ve psikolojik bakımdan en büyük etkisi, sosyal dayanışmayı ve bütünleşmeyi güçlendirmesidir. Belki de bu sistem bazılarının dediği gibi servet birikimini ve dolayısıyla kapitalist gelişmeyi engellemiş, insanları kapitalist gelişmenin bütün dehşetlerinden uzak yaşatmayı mümkün kılmıştır.[6] Çünkü toplum içinde gelir dağılımı eşitsizliğinden doğacak sosyal patlamaların önlenmesi ve uygulandığı toplumlarda sınıf farkının oluşmaması yönleriyle, kitlelerin gruplaşarak toplum hayatını sarsan olumsuz davranışlarını önlemiş; sosyal adâlet ve hizmet dağılımında büyük görevler yerine getirmişlerdir. Bu hizmetleri sadece ahlâkî ve insanî bir görev anlayışıyla yaparak kişisel servetleri kamu hizmetine sunmuşlardır. Geliştirilen bu vakıf sisteminin bir sonucu olarak bizim toplumumuzda sınıf farkı oluşmamıştır. İşte vakıflar, bu ahlâkî ve insanî sorumluluğun yerine getirilmesinde kişilere yardımcı ve yararlı olabilecek kurumların en elverişlisi ve sağlamıdır.[7] Vakfın, aynı zamanda sosyal sistem içinde, çeşitli sosyal sınıfların kaynaşma ve bütünleşmesinde rol oynadığı da bir gerçektir. Daha XI. yüzyıldan itibaren bölükler, oymaklar ve boylar halinde Anadolu’ya gelen ve daha sonra boğazları aşarak Rumeli’ye geçen Türklerin, belli bölgelere yerleşerek, eski köy ve kasabaları Türkleştirmeleri, ayrıca yeni yerleşim yerleri kurmaları, böylece de aynı bölgeye yerleşen insanları, yeni bir tabiî çevre içinde birbiriyle kaynaştırıp bütünleştirmeleri vakıflar sayesinde gerçekleştirilebilmiştir.[8] Bu topluluklarda aynı davranış normlarını benimseyen ortak kültürel kimliğin oluşması da büyük oranda sağlanmış, hatta buralara yerleştirilen gayri müslimlerle de birlikte yaşamak, vakıfların ayrımsız, insanî, hayrî, bütünleştirici hizmetleriyle mümkün olabilmiştir.

Sosyal hizmetler bakımından en dikkat çekici vakıf kurumlarından biri de yüzyıllar boyu talebelere, yoksullara ve yolculara önemli hizmetler vermiş olan imâretlerdir. Genel bir ifade ile imâret siteleri (bir sosyal merkez, bir mimarlık kompleksi olan külliye); câmi, medrese (üniversite), bîmarhâne (hastane), aşevi, kervansaray, arasta (kapalı çarşı), muvakkithâne, mektep, kütüphane, han, hamam... gibi bir mahalle veya semt için ihtiyaç olan ve bugünün sosyal devlet anlayışına göre devlet tarafından yapılması gerekli sosyal yapılardan oluşmaktadır.[9] Bu sayılanlar her imârette bulunmasa da büyük şehirlerde hepsinin bir araya geldiği görülmektedir. ”İmârethâne” de denilen aşevlerinde imârete bağlı görevlilere, talebelere, dışardan gelen yolculara, fakirlere (günde iki defa) yemek çıkardı. Öyle ki "XVIII. yüzyılda sadece İstanbul'da otuz binden fazla insan, yemeklerini bu imâretlerde yiyorlardı.”[10] Bu tesisler bu hizmetleri yanında aynı zamanda şehirlerin kurulması, gelişmesi ve imarına da yardımcı oluyorlardı.

Şehircilik ve belediye hizmetlerinin de tamamen vakıf sistemine dayandığı anlaşılmaktadır. Hatta bu nedenle, Osmanlı toplumunda vakıf kurumunun dinî olmaktan çok, beledî, seküler ve sosyal bir kurum olarak değerlendirilmesinin daha doğru olacağı bile söylenebilir. Şüphesiz bu durum, İslâm’da dinî olanla dünyevî olanın içiçe olmasından, daha doğrusu böyle bir ayrımın bulunmamasından ileri gelmektedir. Şehirlerimiz 1856 yılına kadar belediye teşkilatından mahrumdu. Vakfiyeler incelendiğinde, bu tarihten önce, su, ulaşım, aydınlatma, temizlik, asayiş gibi belediye hizmetlerinin hep vakıflar tarafından gerçekleştirildiği görülür. Bu tür vakıflar arasında, su kanalları, sebiller, çeşmeler, kuyular, yol, kaldırım, köprü, kuyu, deniz feneri, yüksek dağlar ve geçitlerde sığınaklar inşâsı ve bunların tamiri amacına dönük vakıflar büyük yekûn tutmaktadır. Yine, fakirlerin bedava yıkanabildikleri hamamların varlığı da bilinmektedir. Sokakların aydınlatılması, temizlenmesi, şehirlerin muhtelif yerlerinde bahçeler açılması, güzel köşeler tanzimi suretiyle şehirlerin güzelleştirilmelerini amaç edinen vakıflar da vardır.

Diğer bir sosyal-sağlık hizmetleri bakımından, hiçbir din, ırk ve sınıf farkı gözetilmeksizin bütün insanlığa açık, onların bedensel ve ruhsal hastalıklarını tedavi amacıyla kurulmuş vakıf hastaneler, dârü’ş-şifâlar da çok önemli bir yer tutar. Tarihte haklı bir şöhrete kavuşan bu vakıf kurumları, diğer bir çokları gibi ayrı bir araştırmanın konusu olacak kadar geniş ve önemli bir konudur. Hastaneler ile ilgili vakfiyelerin ayrıntılı yönetim ilkeleri, insana verilen değer, çağlarını aşan tedavi yöntemleri bugün de ibret ve örnek alınacak yüksek seviyededir.

Bugün ideal toplum denince hiç kimsenin aç ve açıkta kalmadığı bir toplum anlaşılmaktadır. Dünyanın en zengin ülkeleri bile kendi insanlarını henüz böyle bir sosyal güvenlik içine alamamışlardır. Üstelik zamanımızın sosyal devlet anlayışı, insanî olmaktan daha çok ekonomik ve sosyal motiflere dayanmaktadır. Buralarda insanların sosyal güvenlikleri için alınan tedbirler “mukaveleci cemiyet” modelinin bir uygulamasıdır: Vatandaşlar devlete vergi verirler, devlet bunun karşılığında onlara sosyal güvenlik sağlar. Bu aslında devlet açısından da bir çeşit siyasî güvenlik demektir. Çünkü güvensiz toplumlarda her an sosyal patlama ihtimali vardır. Bu toplumlarda devletin söz konusu güvenlik tedbirleri dışında, bilhassa özel teşebbüsle meydana getirilen vakıflar ise, hayır anlayışı ve hizmetinden daha çok, vergi külfetini azaltma ve sosyal itibar kazanma gibi maksatlar taşımaktadır. İslâm vakıflarının bunlardan en büyük farkı, yapılan işin insanların samimi inançlarından kaynaklanmış olması,[11] hiçbir dünyevî menfaat beklentisi olmaksızın bizâtihî hayra yönelme söz konusu olmasıdır. O halde, sosyal politikalarımızın mânevî temellere ihtiyacı vardır. Bu, nisbeten vakıflara, kuruluş ve tarihteki işlevine uygun ruh ve şahsiyet kazandırılması ve vakfın temelini oluşturan insanların ruhundaki iyilik temâyüllerinin canlandırılması ile sağlanabilir.

Bütün kurumlar değişen zaman ve şartlar içinde, yeni duruma uygun olarak adaptasyon sürecinden geçmek zorundadır; yoksa işlevlerini kaybeder, varlıklarını sürdüremezler. Diğer kurumlar gibi, vakıflar da bu süreçten geçerek, bazı yapısal değişikliklere uğrarsa ayakta kalabilirler. Vakıfların kuruluşundan bu yana geçen yüzyıllar, toplumların içine girdiği sanayileşme, şehirleşme, modernleşme hareketlerinin yol açtığı, daha önceki zamanlarla kıyaslanması mümkün olmayan değişme ve gelişmeler dikkate alındığında, bu kurumun ne kadar büyük yapısal değişiklikler ve adaptasyonlar geçirmesi gerektiği daha iyi anlaşılacaktır.[12] Ancak böylelikle vakıflar, tarihteki rolüne uygun aynı ruh ve mânayı da kaybetmeden yeniden yapılanmalarıyla çağdaş topluma ve sorunlarına hizmetler sunan kurumlar haline gelebileceklerdir.

Kaynak: Din ve Hayat Dergisi




[1]  Yediyıldız, Bahaeddin, “Vakıf”, İslâm Ansiklopedisi, XIII (İstanbul, 1986),  Milli Eğitim Bakanlığı, s. 156.

[2]  Bk. Kazıcı, Ziya, İslâmî ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İstanbul: Maarif Yay., 1985, s. 81-82; Kozak, İ. Erol, Bir Sosyal Siyaset Müessesesi Olarak Vakıf, İstanbul: Akabe Yay., 1985, s. 21-27.

[3] Bk. Kunter, Halim Baki, “Türk Vakıfları ve Vakfiyeleri”, Vakıflar Dergisi, I (Ankara, 1938), s. 105; Öztürk, Nazif, Menşe’i ve Tarihi Gelişimi Açısından Vakıflar, Ankara: Vakıflar Genel Müd. Yay., 1983, s. 3.

[4]  Kozak, a. g. e., s. 30.

[5]  Yediyıldız, a. g. mad., s. 172.

[6]  Güngör, Erol, Sosyal Meseleler ve Aydınlar, 3. bs., İstanbul: Ötüken Yay., 1998, s. 71.

[7] Öztürk, a. g. e., s. 1-2.

[8]  Yediyıldız, Bahaeddin, “Sosyal Bütünleşme Açısından Türk Vakıfları”, 1. Vakıf Haftası (5-11 Aralık 1983), Ankara, 1984, s. 34.

[9] Öztürk, a. g. e., s. 21.

[10] Yediyıldız, a. g. mad., s. 171.

[11] Güngör, a. g. e., s. 71.

[12] Kozak, a. g. e., s. 119-120.

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi18
Bugün Toplam1089
Toplam Ziyaret4707380
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI