• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Kudüs ve Mescid-i Aksâ'nın Önemi

KUDÜS VE MESCİD-İ AKSA’NIN ÖNEMİ

Kur’an-ı Kerim’de Kudüs ve Mescid-i Aksa:

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّه هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ

Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.

 

وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللهِ عَلَيْكُمْ إِذْ جَعَلَ فِيكُمْ أَنْبِيَاءَ وَجَعَلَكُمْ مُلُوكًا وَآتَاكُمْ مَا لَمْ يُؤْتِ أَحَدًا مِنَ الْعَالَمِينَ

Maide, 5/20: "Musa milletine şöyle demişti: "Ey milletim! Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Aranızdan peygamberler çıkardı ve sizi krallar yaptı. Alemlerden hiç kimseye vermediğini size verdi.

يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الأَرْضَ الْمُقَدَّسَةَ الَّتِي كَتَبَ اللهُ لَكُمْ وَلاَ تَرْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِكُمْ فَتَنْقَلِبُوا خَاسِرِينَ

Maide, 5/21: Ey milletim! Allah'ın size yazdığı kutsal toprağa girin, geriye dönmeyin; yoksa zarar edenler olursunuz."

 

İlk Kıblemiz:

el-Bera b. Azib anlatıyor: "Rasulullah Beyti Makdis (Mescidi Aksa) tarafına on altı ya da on yedi ay namaz kıldı. Rasulullah Ka'be tarafına namaz kılmayı arzuluyordu. Yüce Allah da şu ayeti kerimeyi indirdi:

قَدْ نَرَى تَقَلُّبَ وَجْهِكَ فِي السَّمَاءِ فَلَنُوَلِّيَنَّكَ قِبْلَةً تَرْضَاهَا فَوَلِّ وَجْهَكَ شَطْرَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَحَيْثُ مَا كُنْتُمْ فَوَلُّوا وُجُوهَكُمْ شَطْرَهُ وَإِنَّ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لَيَعْلَمُونَ أَنَّهُ الْحَقُّ مِنْ رَبِّهِمْ وَمَا اللهُ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ

Bakara, 2/144: "Yüzünü göğe doğru çevirip durmanı görüyoruz. Seni hoşnut kalacağın kıbleye doğru yönelteceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve her nerede olursanız olun yüzünüzü onun tarafına çevirin." 

Kudüs’ün Tarihi:

Kudüs, ilk kurulduğu günden bu yana Şam diyarının merkezi ve başkenti olagelmiştir. Hz. İbrahim ve Hz. Lut’un Filistin bölgesine gelip yerleşmelerinden itibaren bu bölgenin tümü mübarek kabul edilmiştir.

وَنَجَّيْنَاهُ وَلُوطًا إِلَى الْأَرْضِ الَّتِي بَارَكْنَا فِيهَا لِلْعَالَمِينَ

“Biz onu (İbrahim’i) ve Lut’u âlemler için mübarek kıldığımız arza (yere ulaştırıp) kurtardık.”[1]

Bereketli kılınan bu bölgenin mübarek olarak kabul edilmesinin nedeni, Allah’ın hikmetiyle buradan pek çok peygamberin gelip geçmesi ve burada vefat edip defnedilmesi veya meyve ve sebzelerle etrafının bereketlendirilmiş olmasından ileri gelmektedir.

Yahudiliğin Kudüs’e Verdiği Önem:

İsrailoğulları tarafından şehrin krallık ve ibadet merkezi oluşu Hz. Dâvûd’la başlamaktadır (II. Samuel, 6-7; bablar, 24/18-25; I. Tarihler, 21/18-22).

Mâbedin bulunduğu tepeye Sion tepesi denilmekteydi.

Hz. Dâvûd’a saltanatının ebediyen devam edeceği vaat edildiğinde bu aynı zamanda krallık ve mâbed şehri olan Kudüs’ün ebedîliğine de işaret sayılmıştır (II. Samuel, 7/13-16).

Hz. Süleyman zamanında mâbedin inşası Kudüs’e ayrı bir kutsallık sağlamış, bir taraftan Dâvûd’un saltanatının ebediyen devam edeceğine dair Tanrı’nın vaadi, diğer taraftan mâbedin Tanrı’nın ebedî mekânı olarak kabulü şehri kutsallaştırmıştır.

Mezmurlar’da (Mezmur, 132), ahid sandığının getirildiği Dâvûd şehri (Sion) sadece Rabbin krallık için seçtiği bir şehir olarak değil Rabbin meskeni olarak da takdim edilmektedir.

Peygamber Yeremya’ya göre Kudüs’e “Rabbin tahtı, adalet yurdu, kutsiyet dağı” denilecektir (31/23; 33/16).

Mezmurlarda Kudüs hakkında; “Eğer seni unutursam ey Yeruşalim, sağ elim hünerini unutsun; eğer seni anmazsam, eğer Yeruşalim’i baş sevincimden üstün tutmazsam dilim damağıma yapışsın” (Mezmur, 137/5-6) denilmektedir.

Kudüs, Tanrı tarafından seçilen bir yer kabul edildiği için (II. Krallar, 21/4; Mezmur, 132/13) Kudüs Mâbedi sadece kurbanların takdim edildiği bir mekân değil aynı zamanda hac ibadetinin de yapıldığı yerdir. Çünkü yılda üç defa (Pesah, Şavuot ve Sukkot bayramlarında) her erkek kurban takdimi için Rabbin huzurunda (mâbedde) bulunmakla yükümlü tutulmuştur (Çıkış, 23/17; Tesniye, 16/16-17).

Tanrı tarafından seçilmiş olması dolayısıyla Kudüs, Yahudiliğin en yüce değerlerinin ve ümitlerinin simgesi olmuştur.

Peygamberler ondan övgüyle bahsetmişlerdir. İşaya Kudüs’ü “adalet şehri” diye adlandırmakta ve şeriatın Sion’dan, Rabbin sözünün Yeruşalim’den çıkacağını bildirmekte (1/26; 2/3), Yeremya gelecekte Kudüs’e “Rabbin tahtı” denileceğini, bütün milletlerin onda toplanacağını belirtmektedir (3/17).

Diğer taraftan Eski Ahid’de onun güzelliği anlatılmakta ve sevgiliye benzetilmektedir (Neşîdeler Neşîdesi, 6/4; Mezmur, 48/2; 50/2). Talmud’da (Sukkot, 51b)

Kudüs’ü görmeyenin güzel bir şehrin nasıl olduğunu asla bilemeyeceği belirtilmekte, Midraş’ta (Genesis Rabbah, 14, 8)

Âdem’in Kudüs Mâbedi’nin toprağından, bir başka rivayette ise dünyanın Sion’dan başlayarak yaratıldığı nakledilmektedir. Yahudi şeriatına (Halakah) göre bütün ülke kutsaldır, ancak Kudüs şehri en kutsaldır. Yeryüzündeki en kutsal yer olan ve “kutsallar kutsalı” denilen mekân Kudüs’teki mâbedde bulunmaktadır. Şeriatta Kudüs’ün kutsallığının gerektirdiği emirler ve yasaklar sıralanmıştır (Neusner, V, 15-16).

M.s. 70 yılında Romalı kumandan Titus Kudüs’ü kuşatmış, bu sırada mâbed ve hemen hemen bütün şehir yanmıştır. Titus, Batı duvarındaki bir bölüm (bugünkü ağlama duvarı) ve üç kule hariç duvarları yıktırmıştır.

Milâttan sonra 70 yılındaki yıkımın ardından yahudi milletinin hayatında Kudüs daha az rol oynamaya başlamış, ancak mânevî ihtişamın sembolü ve şeriatın bedenleşmiş şekli olarak varlığını sürdürmüş, ona olan özlem her vesileyle dile getirilmiştir.

Yahudiler nerede olurlarsa olsunlar ve hangi saatte dua ederlerse etsinler mutlaka Kudüs’e dönmek zorundadırlar. Yemek duasında Kudüs’ün yeniden inşası dileği yer almaktadır. Günde üç defa tekrarlanan Amidah adlı dua Kudüs’e dönülerek yapılmakta, bu duada Kudüs’e dönme, şehri ve Dâvûd saltanatını yeniden tesis etme arzusu ifade edilmektedir. Yıllık üç oruçta Kudüs’ün yıkılışının anısına yas tutulmaktadır.

Kudüs’ün ibadet hayatındaki önemi yahudi devletinin Mesîh tarafından bu topraklarda kurulacağı inancına dayanmaktadır. Kudüs’ün yeniden inşası ve mâbedin yapılması bunun işaretleridir. Yahudi geleneğine göre yeryüzündeki Kudüs gibi bir de gökte Kudüs vardır. Talmud’da Tanrı’nın yerdeki Kudüs’e girmeden gökteki Kudüs’e girilemeyeceğini bildirdiği nakledilmektedir. Yahudi dinî literatürünün bir kısmında semavî Kudüs’ün dünyanın sonunda yerdekinin yerini almak üzere ineceği belirtilmektedir.

Yahudilerde, Kudüs yeniden kurulduğunda ve ölüler diriltildiğinde mâbedin bulunduğu tepeye yakın olduğu için zaman kazanmak ve sıkıntıyı azaltmak amacıyla Zeytindağı’na gömülme arzusu vardır.

Yahudi Fısıh bayramının seder sofrası ve kefâret günü ibadeti “seneye Kudüs’te” dileğiyle sona erer (Dictionnaire encyclopedique du Judaisme, s. 573).

 

Hıristiyanlıkta Kudüs’e Verilen Önem:

Kudüs, İncillerde de önemli bir yer işgal etmektedir. Markos İncili’ne göre Hz. Îsâ, Galile bölgesinde halka tebliğ faaliyetine başlar ve onların olumsuz tavrı üzerine Kudüs’e yönelir, şehre girer ve mâbedi temizler.

Yahudi otoritelerinin tepkisiyle karşılaşınca şehrin cezalandırılacağını ve mâbedin kirletileceğini haber verir. Şehrin dışında çarmıha gerildiğinde mâbedin perdesi yırtılır.

Diğer İnciller Kudüs’le ilgili bu bilgilere bazı ilâveler yaparlar. Yuhanna İncili Hz. Îsâ’nın birçok defa Kudüs’e geldiğini kaydeder. İnciller’e göre Hz. Îsâ’nın dünyevî hayatı Kudüs’te sona erer, havâriler orada “kutsal ruh”u alırlar.

 

Kudüs’e Sahip Çıkmanın Önemi:

Cenab-ı Allah bu kutsal toprakların daima salih kimselerin yönetiminde kalmasını irade buyurmuş, fasık ve zorbaların hâkimiyetine geçen bu toprakların tekrar peygamberlerin veya peygamber mirasçılarının eline geçmesini istemiştir. Bunun için de sık sık bu bölgeye peygamberler gönderip onları uyarmıştır.

Hz. Musa’dan sonra gelen ve İsrâiloğulları’na mensup birçok peygamberin (Davud ve ardından Süleyman’ın) bu topraklarda Allah’ın şeriatıyla güçlü bir devlet olarak hükmetmelerinin sebebi budur. Davud öncesinde de Allah İsrâiloğulları’nı tekrar küfre karşı cihat etme hususunda imtihan etmiş ve onlara Talut’u hükümdar olarak belirlemişti. Fakat onlar yine itaat etmeyip isyan ederek bu mukaddes topraklar uğruna savaşmaktan kaçınmışlardı.

İşte bütün bu olaylar çerçevesinde, (Davud ve Süleyman’dan sonra) bu kutsal mekân ve toprakların mutlaka müslümanların yönetiminde olması gerektiğini anlıyoruz. Kâfir ve müşriklerin bu topraklar üzerinde velayet hakları olmamalıdır. Özellikle daha sonra Zekeriya ve Yahya’yı öldüren kitlenin bu topraklar üzerinde velayet hakkına sahip olamayacakları açıktır.

Yahudiler bu topraklara Hz. Musa zamanında sahip çıkmayıp,

اِذْهَبْ أَنْتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلَا إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ

“Git, sen ve Rabbin savaşın biz burada oturacağız”[2] demişler ve bu kutsal mekânları korumaya yanaşmamışlardır.

Bu tutumlarının sonucunda da kutsal topraklar ellerinden alınmıştır. Hatta onlar bu yerleri koruma fırsatı ellerine birkaç kez geçmesine rağmen aynı isyan ve korkaklığı gösterdikleri için artık bu mescit ve çevresi hakkında hiçbir sahiplik iddiasında bulunamayacaklardır.

Bu durumu Allah-u Teâla onlara çeşitli vesilelerle defalarca bildirmiştir. Buna rağmen çağımızda dünyayı fesada boğarak Filistin’i işgal edip bunca insanın kanına girmeleri, boşuna günah çıkartma gayret ve ikiyüzlülüklerinden başka bir şey değildir.

 

Kudüs’ün İslamlaşması:

Allah-u Teâla, son peygamber Hz. Muhammed’e bu kutsal mekânı teslim etmek ve bu yerlerin kıyamete kadar onun ve ümmetinin elinde kalmasını temin etmek için onu İsra ve Miraç vasıtasıyla alıp oraya götürmüştür.

İsra olayında bir devir teslim merasimi vardır. Allah-u Teala, İsra ve Miraç gecesinde bu mekânı bütün peygamberlerin ruhlarının şahitliğiyle Hz. Muhammed’e teslim etmiş, o da bu mübarek şehri ümmetine bir miras olarak devretmiştir.

İslam fetihlerinin ve İslam’ı bütün insanlığa tebliğ maksadıyla Hicaz bölgesinden çıkarak dünyaya açılmanın ilk günlerinde, ulaşılması ve fethedilmesi gereken bir mekân olarak görülen Filistin ve özellikle Beytu’l-Makdis (Kudüs), fetih hareketlerinin başlangıcında İslam toprağı hâline getirilen ilk yerlerdendir.

Kudüs, 638 yılında Hz. Ömer tarafından Bizanslıların elinden alınarak İslam devletinin topraklarına dâhil edilmiştir.

Hz. Ömer döneminde Beyti Makdis'in yerinde Mescidi Aksa inşa edildi. Mescidi Aksa daha sonra Emevi halifelerinden Abdülmelik bin Mervan zamanında genişletildi. Mescidi Aksa'nın hemen yakınında bulunan ve bugün Türkiye Müslümanları tarafından Mescidi Aksa zannedilen Kubbetu's-Sahra adlı mabed de Abdülmelik bin Mervan tarafından inşa ettirilmiştir.

Şehir, tarihte zaman zaman Haçlı veya Yahudiler tarafından işgal edilmişse de bu işgaller kısa süreli olmuş ve Müslümanlar bu beldeyi kurtarmanın yolunu bulmuştur. 638 yılından 1099 yılına kadar İslam beldesi olarak kalan bu mübarek şehir, 461 yıl süreyle çok sayıda büyük ilim ve fikir adamı yetiştirmiş, büyük bir kültür merkezi hâline gelmiştir.

1099 yılına gelindiğinde Haçlı ordularınca işgal edilmiş ve 88 yıl işgal altında kalmıştır.

Selahaddin el-Eyyubi 1187 yılında Kudüs’ü kuşattığında Beytü’l-Makdis’e beslediği sevgi sebebiyle bu mübarek beldeyi savaş felaketinden korumak istemiş, bunun için de birkaç kez çok elverişli şartlarla Haçlıları teslim olmaya davet etmiş ancak netice alamamıştır.

Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın Fazileti

Hz. Peygamber buyurdular ki:

وَلاَ تُشَدُّ الرِّحَالُ، إِلَّا إِلَى ثَلاَثَةِ مَسَاجِدَ مَسْجِدِ الْحَرَامِ، وَمَسْجِدِ الْأَقْصَى وَمَسْجِدِي

“Ziyaretler ancak üç mekâna yapılır. Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim bu mescidime”[3]

 

Rasulullah buyurdular ki:

"Süleymân Mescid-i Aksa'yı yaptığında Rabbinden üç şey istedi. Rabbi ona ikisini verdi. Ben üçüncüsünü de vermiş olmasını ümit ediyorum:

Kendisine, kendi hükmüne denk gelecek hüküm vermesini istedi, (Rabbi) bu istediğini verdi.

Kendisinden sonra hiç kimsenin ulaşamayacağı bir saltanat vermesini istedi, bu istediğini de verdi.

Bir de her kim, bu Mescid'de -yani Mescidi Aksa'da- namaz kılmak amacıyla evinden çıkarsa anasından doğmuş gibi günâhlarından sıyrılsın istedi. Biz Allah'ın bu istediğini de ona vermiş olmasını ümit ediyoruz."[4]

 

Rasulullah'ın câriyesi Meymune: "Ey Rasulullah! Bize Mescidi Aksa hakkındaki hükmün ne olduğunu bildir" dedi. Rasulullah da şöyle buyurdu: 

"Oraya (Mescidi Aksa'ya) gidin ve içinde namaz kılın. Eğer oraya gidemez ve içinde namaz kılamazsanız kandillerinde yakılmak üzere oraya zeytinyağı gönderin."[5]

******

Rasulullah buyurdular ki:

"Allah, Ariş ile Fırat arasını mübarek (bereketli) kılmış ve özellikle Filistin'i mukaddes kılmıştır."[6]

 

Rasulullah buyurdular ki:

"Bir adamın kendi evinde kıldığı namaza bir namaz sevabı verilir. Oturduğu beldenin sakinlerinin devam ettikleri camide kıldığı namaza yirmi beş kat sevap verilir. Cuma namazının kılındığı camide kıldığı namaza beş yüz kat sevap verilir. Mescidi Aksa'da kıldığı namaza elli bin kat sevap verilir. Benim camimde kıldığı namaza da elli bin kat sevap verilir. Mescidi Haram'da kıldığı namaza ise yüz bin kat sevap verilir"[7]

Hazırlayan: Mehmet ERGÜN / Vaiz



[1] Enbiya, 21/71.

[2] Maide, 24.

[3] Buhari.

[4] İbn Hanbel, Nesâi, Hakim.

[5] Ebu Davud, Salat, 14.

[6] Müslim, İman, 282.

[7] İbn Mace.

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi12
Bugün Toplam566
Toplam Ziyaret4706857
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI