• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Hak-Batıl Mücadelesi

HAK BATIL MÜCADELESİ

 

وَقُلْ جَاءَ الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ اِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقاً

De ki: Hak geldi bâtıl yıkılıp gitti! Zaten bâtıl yıkılmaya mahkûmdur.[1]

 

Hakk’ın Lügat Anlamı:

“el-Hakk” kelimesi, lügatte; sübût, vücûb (gereklilik) ve sıhhat (doğruluk) mânalarına gelmektedir. Öyle ise hak: sabit, vacip ve gerekli, doğru ve kusursuz olandır.

Hak; her şart altında doğru olan şeydir. Bu da Allah’ın Kuran-ı Kerim’de bildirdiği bütün esaslardır ki bu esaslar insanlığın saadetinin de esaslarıdır. Hak Allah’ın hoşnut olduğu her şeydir. Şeytana boyun eğmek, onun hoşnut olacağı bütün işleri yapmak da bâtıldır.

Kuran-ı Kerim’in çeşitli ayet-i kerimelerinde Hak; Allah, Kuran, İslam, adalet, doğru yol gerçeğe uygun söz, tevhid, haram ve helali açıklama, kelime-i tevhid, batılın zıddı gibi anlamlarda kullanılmıştır.

Bâtıl’ın Lügat Anlamı:

Bu kelime, lügatte; “hakkın zıddı, sübûtu, doğruluk ve gerçekliği (aslı astarı) olmayan” anlamlarına gelmektedir.

Bâtıl; gerçek olmayan şey, demektir. Kuran-ı Kerim’de Bâtıl; yalan, boşa çıkan amel, Allah’ın dışında ilah diye tapınılan put, hakkı örten perde gibi anlamlara gelmektedir.

Hak ile Bâtıl Arasındaki Mücâdeleden Maksat:

Burada “Hakk” ile “yapılması vacip, doğru ve sâbit; itikat, söz ve eylem olarak da sürekliliği İslam’ın hükmü ile kaim olan şey”,

“Bâtıl” ile de, “hakkın zıddını, yani gerçekliği, geçerliliği ve sürekliliği olmayan, doğrulukla tanımlanmayan, İslam’a göre yapılmaması gereken, hatta kökten kazıyıp yok edilmesi gerekli kılınan şey” kastedilmektedir.

Buna göre  “hak”, Allah’ın bütün emirlerini, “bâtıl” ise, bütün yasaklarını kapsar.

“Hak ile bâtıl arasındaki mücadele”den kasıt da, birinin diğerini bertaraf etmesi etmesidir.

İnsanlar temelde temiz bir yaradılışa (fıtrat) sahiptirler. Hakkı kabul edip uygulamaya meyillidirler. Allah insana cüzî olarak doğruyu yanlıştan; güzeli çirkinden; faydalıyı zararlıdan; adaleti zulümden ayırt etme yeteneği vermiştir.

Fakat insanlar bütün insanlığın saadeti için geçerli olacak genel Hak ve Adalet ölçülerini sadece akılları ve Allah’ın vermiş olduğu bu yetenekleriyle bulamazlar. Nefis ve şeytan insanı aldatır.

Bunun için Allah Teâla insanoğluna peygamberler vasıtasıyla din göndermiştir. Peygamberler iyi yolda olan, hakka taraf olan insanları cennet ve Allah’ın rızasıyla müjdelediler. Kötü yoldan gidenleri, bâtıla taraf olanları ise azap ile uyardılar.

İslâm düşüncesinde, varlıkların hak ve hayır ile özdeş sayıldığı görülür. Bu ilkeye göre, bütün bâtıl ve şer olan şeyler, gerçekte yok olan veya yokluğa neden olan şeylerdir. Meselâ, cehalet ve küfrün, kötü ve şer sayılmaları, onların bir yokluğu (bilgi ve iman yokluğunu) ifade etmelerindendir.

Örneğin; zehir ve mikrobun kötü oluşları, onların bir insanda hayat ve sağlığın yokluğuna neden olmalarındandır. İslâm düşünürlerine göre, bütün bâtıl ve şerler incelendiğinde aynı yönü paylaştıkları anlaşılır.

Bir cismin gölgesi onun gereğidir. Bu gölge, gerçekte asıl bir varlık olmamakla birlikte, bir varlık olan cisim vasıtasıyla bizim zihnimizde meydana geliyor. Asıl varlık nurdur; Gölge, bir alanda nurun olmaması ve o alanın çevresinde nurun bulunmasıdır. Aynen bu durum gibi, bâtıl da kendine özgü bir varlığa sahip değildir; her zaman asalak olarak hakkın varlığından yararlanıp kendini ortaya koymak zorundadır.

Tarihte toplumların hareket yönünü belirleyen -siyasî egemenliği uzun süre ellerinde tutamamış olsalar bile- peygamberler ve onların getirdiği hak din olmuştur. Tarihte az-çok insanî erdemlerle karşılaşıyorsak, bunu peygamberlerin getirdiği hak dine borçluyuz. Bu noktanın kavranılmasıyla şu sonuca varırız: Hakkın zayıf olması, onun hak olmamasını gerektirmez. 

Tarih Boyunca Hak Batıl Mücadelesi:

İblise karşı ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem; zalim Nemrut’a karşı, Hz. İbrahim; halkına kendini tanrı olarak kabul ettiren Firavun’a karşı, Hz. Musa ve nihayet kendi elleriyle taptıkları cansız putlara tapan Mekke Müşriklerine karşı da Peygamber Efendimiz (sav.) “hakkın, doğrunun, adaletin ve Allah rızasının” yanında yer almışlardır.

Hak-Bâtıl Mücadelesi ilk olarak Hz. Adem ile başlamıştır. Allah Teala Hz. Adem’i yaratıp, meleklere ona secde etmelerini (saygı göstermelerini) emrettiğinde İblis kendi yaratılışının üstün olduğunu ileri sürerek isyan etti ve cennetten kovuldu. Bunun üzerine Allah Teala’dan mühlet istedi.

قَالَ رَبِّ بِمَا أَغْوَيْتَنِي لَأُزَيِّنَنَّ لَهُمْ فِي الأَرْضِ وَلَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ إِلاَّ عِبَادَكَ مِنْهُمُ الْمُخْلَصِينَ

“Rabbim, Beni azdırmana (rahmetinden uzaklaştırmana) karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan ihlaslı kulların müstesna.”[2]

Peygamberlerin misyonuna baktığımızda, onların davetinin özünün insanları, bir tek ilâha (Allah'a) ibâdete/kulluğa çağırmak, şirk ve putperestliğin her çeşidinden menetmek, hak ölçülerle Allah'ın rızâsına uygun işler yapmalarını sağlayarak Allah'ın kanun ve nizamını ümmete hâkim kılmak olduğunu görürüz.

 

وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَسُولاً أَنِ اُعْبُدُوا اللهَ وَاجْتَنِبُوا الطَّاغُوتَ

"Andolsun ki Biz, 'Allah'a kulluk/ibadet edin ve tâğuttan sakının' diye (emretmeleri için) her ümmete bir peygamber gönderdik."[3]

Hak ve Bâtıl Arasındaki Mücâdelenin Zorunluluğu:

Hak ve bâtılın mücadelesi, gerekli ve kaçınılmazdır. Çünkü bunlar birbirinin zıddıdırlar. Zıtlar ise bir arada bulunamazlar. Sonra, birinin hüküm sürmesi, diğerinin mücadelesini yok etme ve ortadan kaldırma gayretini gerektirir. Hiç olmasa güçsüz bırakma ve yaşantısında kendisine yapacağı tesir ve müdahaleden men etme konumunda olmasını gerektirir.

Bâtıl yanlıları, bâtılları üzere bulunmakla kalmazlar, hakka ve hak savunucularına üstün gelmeye, hakkı yok etmeye, savaşarak ve kuvvet kullanarak, mal dağıtarak, bağışlar yaparak insanları ondan alıkoymaya ve arzularını gerçekleştirmek için, gerek duydukları her bir güçle gayret sarf ederler.

اِنَّ الَّذينَ كَفَرُوا يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ لِيَصُدُّوا عَنْ سَبيلِ اللّٰهِ فَسَيُنْفِقُونَهَا ثُمَّ تَكُونُ عَلَيْهِمْ حَسْرَةً ثُمَّ يُغْلَبُونَ وَالَّذينَ كَفَرُوا اِلٰى جَهَنَّمَ يُحْشَرُونَ

“İnkâr edenler, (insanları) Allah yolundan menetmek için mallarını harcarlar ve harcayacaklar da. Sonra bu kendilerine yürek acısı olacak, nihâyet yenilecekler.”[4]

******

وَلاَ يَزَالُونَ يُقَاتِلُونَكُمْ حَتَّى يَرُدُّوكُمْ عَنْ دِينِكُمْ إِنِ اسْتَطَاعُوا

“Onlar yapabilseler sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler”[5]

 

الَّذِينَ آمَنُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللهِ وَالَّذِينَ كَفَرُوا يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ

“Mü’minler Allah yolunda, kâfirler ise tâğût (şeytan) yolunda savaşırlar”[6]

Hakkın Koruyucu Gücü Olmalıdır:

Bâtılın kendini ve taraftarlarını üstün kılacak gücü olduğuna göre hakkın da, taraftarlarını bâtılın ve yandaşlarının zorbalığından koruyacak, hakka ve hak ehline üstünlük imkânı verecek gücünün olması lazımdır. Bu sebeple Allâh, bâtıl ehlini korkutmak ve onları ehl-i hak ile uğraşmaktan vaz geçirmek için kuvvet hazırlamayı ehl-i hakka emretmiş ve şöyle buyurmuştur:

وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدُوَّ اللهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِنْ دُونِهِمْ لاَ تَعْلَمُونَهُمُ اللهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنْتُمْ لاَ تُظْلَمُونَ

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın. Bununla Allâh’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allâh’ın bildiği (düşman) kimseleri korkutursunuz. Allâh yolunda ne harcarsanız tam olarak size ödenir, hiç haksızlığa uğratılmazsınız”[7]

Allâh, hak ehline, bâtıla üstün gelerek Allâh’ın dîni yücelip kâfirler zelîl ve perişan olsunlar diye, kendi yolunda mal, can ve bütün imkânlarla cihad yapmayı emretmiştir. Bütün çeşitleriyle cihad hakkında âyetler çoktur. İşte onlardan bir kaçı:

اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ في سَبيلِ اللّٰهِ اُولٰئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ

"Müminler ancak, Allah’a ve resulüne iman eden, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad eden kimselerdir. İçleri dışları bir olanlar işte bunlardır."[8]

 

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ وَعَسَى أَنْ تُحِبُّوا شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْ وَاللَّهُ يَعْلَمُ وَأَنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ

“Gerçi hoşunuza gitmez ama, size savaş yazıldı (farz kılındı). Bazen hoşunuza gitmeyen bir şey, hakkınızda iyi olabilir ve hoşunuza giden bir şey kötü olabilir. Allâh bilir siz bilemezsiniz”[9]

 

وَقَاتِلُوهُمْ حَتَّى لاَ تَكُونَ فِتْنَةٌ وَيَكُونَ الدِّينُ كُلُّهُ لِلَّهِ فَإِنِ انْتَهَوْا فَإِنَّ اللهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

“Fitne kalmayıncaya ve dîn tamamen Allâh’ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Eğer vaz geçerlerse muhakkak ki Allâh ne yaptıklarını görmektedir”[10]

 

Hak ve Bâtıl Mücadelesinde Sünnetullâh:

Sünnetullâh, hak ve bâtıl mücadelesinde hakkın ve hak ehlinin gâlibiyetini; bâtılın ve bâtıl ehlinin yok edilmesi ve kovulmasını hükme bağlamıştır.

وَيَمْحُ اللهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِهِ

“Bâtılı mahveder, hakkı sözleriyle yerleştirir.”[11]

 

Fahri Râzî Tefsîrinde: “Bâtılı hükümsüz bırakıp, hakkı yerleştirmek, Allâh’ın âdetindendir” demektedir.

 

فَلَمَّا أَلْقَوْا قَالَ مُوسَى مَا جِئْتُمْ بِهِ السِّحْرُ إِنَّ اللهَ سَيُبْطِلُهُ إِنَّ اللهَ لاَ يُصْلِحُ عَمَلَ الْمُفْسِدِينَ

“Onlar (iplerini, değneklerini) atınca Mûsa: Sizin getirdiğiniz şey büyüdür, dedi, Allâh, onu mutlaka boşa çıkaracaktır. Çünkü Allâh bozguncuların işini düzeltmez!”[12]

Bu âyetin tefsîrinde “Allâh müfsidin amelini gerçekleştirmez ve devamlı kılmaz. Aksine, yok eder veya destekleyip takviye etmez. Bâtıllığını ortaya koyar, onu yok ve hükümsüz sayar. Sünnetullâh, müminlere yardım hususunda ebediyen geri durmaz” denilmektedir.

Müminlere Yardım Etmede Sünnetullâh ve Bunun Delilleri:

وَلَوْ قَاتَلَكُمُ الَّذِينَ كَفَرُوا لَوَلَّوُا الأَدْبَارَ ثُمَّ لاَ يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا

“Eğer kâfirler sizinle savaşsalardı, arkalarına dönüp kaçarlardı, sonra ne bir koruyucu, ne de bir yardımcı bulamazlardı.

سُنَّةَ اللهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ مِنْ قَبْلُ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللهِ تَبْدِيلاً

Bu Allâh’ın, öteden beri süregelen kanunudur: Allâh’ın kanununa bir değişme bulamazsınız”[13]

 

İbn Kesîr bu ayetler hakkında: “Bu, Allâh’ın mahlukatı hakkındaki genel Rabbânî kural ve âdetidir. Küfür ve îman nerede karşılaşmış ise, Allâh, küfre karşı îmana yardım etmiştir. Nitekim Bedir Savaşı’nda da aynen böyle yapmıştır” demektedir.

 

وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِنْ قَبْلِكَ فَصَبَرُوا عَلَى مَا كُذِّبُوا وَأُوذُوا حَتَّى أَتَاهُمْ نَصْرُنَا وَلاَ مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللهِ

“Senden önce de elçiler yalanlanmıştı. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler, nihâyet onlara yardımımız yetişti. Allâh’ın kelimelerini (yardım va’dini) değiştirebilecek kimse yoktur...”[14]

 

{وَلَقَدْ سَبَقَتْ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا الْمُرْسَلِينَ} {إِنَّهُمْ لَهُمُ الْمَنْصُورُونَ} {وَإِنَّ جُنْدَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ}

“Gönderilen peygamber kullarımıza şu sözümüz geçmişti: Mutlaka kendilerine yardım edilecektir ve gâlip gelecek olanlar mutlaka bizim ordumuzdur!”[15]

 

بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَاِذَا هُوَ زَاهِقٌ وَلَكُمُ الْوَيْلُ مِمَّا تَصِفُونَ

Bilâkis biz, hakkı bâtılın başına çarparız da onun işini bitirir; bir de bakarsınız ki bâtıl yok olup gitmiştir. (Allah’a) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı yazıklar olsun size!"[16]

******

وَلَا تَهِنُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَنْتُمُ الْاَعْلَوْنَ اِنْ كُنْتُمْ مُؤْمِنينَ

Gevşeklik göstermeyin, üzülmeyin; eğer inanmışsanız şüphesiz en üstün olan sizsiniz.[17]

يُريدُونَ لِيُطْفِؤُا نُورَ اللّٰهِ بِاَفْوَاهِهِمْ وَاللّٰهُ مُتِمُّ نُورِه وَلَوْ كَرِهَ الْـكَافِرُونَ  

İsterler ki Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürüversinler; ama inkârcılar hoşlanmasalar da Allah nurunu muhakkak tamamlayacak!

هُوَ الَّـذي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّينِ كُلِّه وَلَوْ كَرِهَ الْمُشْرِكُونَ  

Müşrikler istemese de, bütün dinlerin üzerindeki yerini alsın diye resulünü, doğru yol rehberi ve hak din ile gönderen O’dur.[18]

Sonuç:

İblis’ten başlayarak bütün bâtıl temsilcileri; kibirli, gururlu, makam-mevki ve itibar düşkünü, zalim, şiddeti üstün tutan, kendi çıkarları uğruna başka insanlara haksızlık yapmaktan çekinmeyen kimselerdir.

Hakkın temsilcileri ise; Allah’ın dini olan İslam’ı yeryüzünde hâkim kılmaya çalışan, mütevazı, hakkı ve adaleti üstün tutan, zalimin karşısında mazlumun yanında yer alan kimselerdir.

Bugün yeryüzünde Hak ve Bâtılın mücadelesi; Hakka hizmet eden müslümanlarla, Hakkı kabul etmeyip nefis ve şeytana esir olan, bâtıla hizmet edenlerin mücadelesidir.

Batılın temsilcileri kutsal kitaplarının asıllarını bozarak, dini emir ve yasakları kendi arzularına uygun hale getirdiler. Kendilerinin “üstün ırk” olduğunu iddia ederek dünyayı ele geçirmek için çalışmalar yaptılar ve hala da yapmaktadırlar.

Bugün dünyanın çeşitli bölgelerinde bâtılın temsilcilerinin zulmü altında Müslümanlar inim inim inlemektedirler Biz bu zulme dur demezsek, engel olmazsak, bu zulmü destekleyenlere destek verirsek, mahşerde Bâtıl taraftarları arasında değerlendiriliriz.

Bugün pek çok zengin dünya ülkesinin iktidarlarını hâkimiyeti altında bulunduran güçler, İblis’in ilk insanın yaradılışında gösterdiği isyan ve kibrin aynısını göstererek büyüklenmekte, kendilerini “süper, yenilmez güç” olarak görmektedirler.

Unutmayalım ki Bâtıl, kendini ne kadar güçlü gösterirse göstersin, aslında zayıftır; çünkü en büyük kuvvet olan imandan ve en büyük destekçi olan Allah Teâlâ’nın yardımından yoksundurlar. Allah nurunu tamamlayacaktır.

Hazırlayan: Mehmet ERGÜN / Vaiz



[1] İsra, 17/81.

[2] Hicr, 15/39-40.

[3] Nahl, 16/36

[4] Enfal, 8/36.

[5] Bakara, 2/217.

[6] Nisa, 4/76.

[7] Enfal, 8/60.

[8] Hucurat, 49/15.

[9] Bakara, 2/216.

[10] Enfal, 8/39.

[11] Şûrâ, 42/24.

[12] Yunus, 10/81.

[13] Fetih, 48/22-23.

[14] En’am, 8/34.

[15] Saffât, 37/171-173

[16] Enbiya, 21/18.

[17] Al-i İmran, 3/139.

[18] Saff, 61/8-9.

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam755
Toplam Ziyaret4707046
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI