• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Çevre Sağlığının Bozulması

Çevre Sağlığının Bozulması

Bu dünyada istifademize sunulan şeyleri, kendi ihtiyacımız ölçüsünde kullanarak israfa sapmamalıyız. İsrafa gidersek, ekolojik dengenin bozulmasına sebep oluruz. Ekolojik dengenin bozulması ise, tabiatta sağlıksız bir ortamın oluşmasını bu da canlıların hayatlarını dengeli bir şekilde sürdürememesi soncunu doğurur. Örneğin av yapan bir kişinin, ihtiyacı olmadığı halde av hayvanlarını öldürmesi, ağaçlardan yakacak olarak yararlanan kişilerin genç ağaçları, ihtiyacından fazla bir şekilde kesip yerine yenilerini dikmemesi, ekolojik dengenin bozulması demektir. Doğal ortamı tehdit eden kimyasal maddelerin tedbirsizce doğaya atılması ayrı bir aşırılıktır. Bu durum Allah ve Resulü tarafından kınanmıştır. Konuya ilişkin bazı ayet ve hadisler şöyledir:

 كُلُوا مِنْ طَيِّبَاتِ مَا رَزَقْنَاكُمْ وَلَا تَطْغَوْا فيهِ فَيَحِلَّ عَلَيْكُمْ غَضَبى وَمَنْ يَحْلِلْ عَلَيْهِ غَضَبى فَقَدْ هَوى  

“Size verdiğimiz rızkların temizlerinden yiyin, bunda aşırı gitmeyin ki, öfkemi hak etmeyesiniz. Benim öfkemi hak eden kimse muhakkak mahvolur” (Tâha, 20/81).

Yukarda sözünü ettiğimiz aşırılıklar, bu ayette ifade edilmiş ve yerilmiştir.الاBir başka ayette aşırı gidip israfta bulunanlar şeytanın kardeşi olarak nitelendirilmiştir:

اِنَّ الْمُبَذِّرينَ كَانُوا اِخْوَانَ الشَّيَاطينِ وَكَانَ الشَّيْطَانُ لِرَبِّه كَفُورًا  

Doğrusu saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise, Rabbine karşı çok nankördür (İsrâ, 17/27)

Hz. Peygamberkuşların yuvalarının bozulmamasını, yumurta veya yavrularının alınmamasını istemiştir. Anneleri gördüğü halde, yuvalarından kuş yavrularını alarak yanına gelen bir kişiye Hz. Peygamber;

  ضعهنَّ عنك" فوضعتهنَّ، وأبت أمُّهُنَّ إلا لزومهنَّ

Onları aldığın yere götürerek annelerinin bıraktığı şekilde (yuvalarına) koy[1]buyurmuştur. Çünkü yavruları yuvasından alırken anneleri bunu görüyor ve yuvanın üzerinde dönüyordu. Hz. Peygamberin bu emri üzerine yavruları alan kişi, onları geri götürüp yuvalarına koymuştur.

            İnsanların çevreye karşı sunumluluklarının bir çok ayrıntısından bahsetmek mümkündür. Ancak bunlar arasında öyleleri vardır ki önem sırasında başta yer alırlar. Başka bir ifadeyle, “çevreye karşı sorumluluğumuz içinde yer alan en hassas nokta nedir?” sorusunu kendimize yöneltirsek; bunun ağacın ve yeşilin korunması olduğunu söylememiz mümkündür. Şimdi ana hatlarıyla bu konudan bahsedelim.

Ağacı ve Yeşili Koruma İle İlgili Dinimizin Emir ve Tavsiyeler

            Dünya hayatının vazgeçilmez nimetlerinden biri de ağaç ve yeşilliktir. Ağaç, kapımıza eşik, soframıza kaşık, bebeğimize beşiktir. Ciğerlerimize oksijen taşıyan, erozyonu önleyerek sel sularıyla sürüklenen topraklarımızı koruyan, kökünden, yaprağından, kerestesinden, çiçeğinden, meyvesinden gölgesinden, kokusundan, güzelliğinden yararlandığımız ilahi bir lütuftur.

 Dinimizin öğretileri arasında, ağaç ve yeşillik sevgisinin çarpıcı örneklerinden söz etmek mümkündür. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de cennet anlatılırken mey­ve­ler, hurma ve nar,[2] incir ve zeytin,[3] taneli yiye­cek­­ler, üzümler, yon­calar, zeytinler, hurmalıklar, meyveler ve otlaklar,[4] di­kensiz sidir ağaçları, meyveleri küme dizili muz ağaçları, uza­mış gölge ve çağlayan sular[5]zikredilir.

“Altla­rın­da ırmaklar a­kan cennetler” anlamındaki âyet, yirmi  kadar yer­de geç­­mek­te­dir. Cennet anlatılırken bağ, bahçe, bit­­ki­ler, akan sular ve yeşillikler zikredilmektedir. Cenne­tin en bü­­yük özellik­lerinden biri olarak yeşillik vurgu­lan­­mak­tadır. Ce­hen­nemde ise; yeşilliğin adı yoktur. "Cen­­­netler" ke­limesi ahiretteki cennetler için kul­la­nıldığı gibi dün­yadaki bağ ve bahçeler için de kul­la­nıl­maktadır. Mesela “cennetler” kelimesi, bazı âyet­­ler­de,

مُشْتَبِهًا وَغَيْرَ مُتَشَابِهٍ وَجَنَّاتٍ مِنْ اَعْنَابٍ وَالزَّيْتُونَ وَالرُّمَّانَ

“... Üzüm bağları, zeytin ve nar. Her biri birbirine benzer ve her biri birbirinden farklı” Enam, 6/99);

 وَجَنَّاتٌ مِنْ اَعْنَابٍ وَزَرْعٌ وَنَخيلٌ صِنْوَانٌ وَغَيْرُ صِنْوَانٍ يُسْقى بِمَاءٍ وَاحِدٍ وَنُفَضِّلُ بَعْضَهَا عَلى بَعْضٍ فِى الْاُكُلِ اِنَّ فى ذلِكَ لَايَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ  

“...Üzüm bağları, ekinler, bir kökten çıkan tek gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için deliller vardır” (Ra’d, 13/4);

فَاَنْشَاْنَا لَكُمْ بِه جَنَّاتٍ مِنْ نَخيلٍ وَاَعْنَابٍ لَكُمْ فيهَا فَوَاكِهُ كَثيرَةٌ وَمِنْهَا تَاْكُلُونَ  

Onunla (su) sizin için hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik. Bu bağ ve bahçelerde sizin için pek çok meyveler vardır ve siz onlardan yiyorsunuz (Mü’minun, 23/19) “bağ­­lar”; bazı âyetler­de “bah­çeler” فَاَخْرَجْنَاهُمْ مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍ “Biz de onları (Firavun’un kavmini) bahçelerden, pınar başlarından çıkardık(Şu’arâ, 26/57),َجَنَّاتٍ وَعُيُونٍ  “bahçeler ve pınarlar” (Şuara,26/134)), anlamındadır. Tekil olarak “cennet” ke­­li­mesi Kur’ân’da yetmiş kadar âyette geçmek­te­dir. Biz de buradan hareketle, yeşillik olmayan yer cehennem; yeşillik olan yerler de cen­net gibidir diyebiliriz..    

Kur’an-ı Kerim’de cenneti tasvir eden, ağacın fayda ve güzelliklerini bildiren ayetlerin yanında, bizzat Hz. Peygamber’in hicretten sonra Medine ve çevresinde giriştiği ağaçlandırma ve yeşillendirme faaliyetlerinden de söz etmemiz mümkündür.

Hz. Peygamber Medîne ve Mekke Çevresini haram bölge ilen etmiştir. Hz. Peygamberin konuya ilişkin hadisleri şu şekildedir:

الْمَدِينَةُ حَرَمٌ ، مِنْ كَذَا إِلَى كَذَا ، لاَ يُقْطَعُ شَجَرُهَا ، وَلاَ يُحْدَثُ فِيهَا حَدَثٌ ، مَنْ أَحْدَثَ حَدَثًا فَعَلَيْهِ لَعْنَةُ اللَّهِ وَالْمَلاَئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ »

Medîne, şu­­radan şuraya kadar haremdir. Bu sahanın ağacı kesilmez,burada bida’t çıkarılmaz. Kim bu Medine haremi içinde bida’t ortaya koyarsa, Allah2ın meleklerin ve bütün insanların laneti o kimse üzerine olsun ” [6],

لاَ يُعْضَدُ عِضَاهُهَا ، وَلاَ يُنَفَّرُ صَيْدُهَا ، وَلاَ تَحِلُّ لُقَطَتُهَا إِلاَّ لِمُنْشِدٍ ، وَلاَ يُخْتَلَى خَلاَهَا

 “(Mekke’nindi­ken­­­li ağacı kesilmez, av hayvanı ürkütülmez, yitik ilan ediciden başkası tarafından alınıp kaldırılamaz, ye­­­şil otu koparılamaz.”[7].

Zira, Kabe’ye Mes­­cidi Haram; Mekke ve Medîne’ye iki ha­­­ram an­la­mındaHaremeyn denilmektedir. 

Kendi bölge­le­rinin de koruma altına alınmasını istemeleri üzerine Hz. Peygamber,  Taif civa­rı­nı da ha­ram böl­gesi ilan etmiştir. Ka­be, Mek­ke’­dedir; Me­dîne’de ise, Efendimiz 10 yıl ka­dar yaşamış ve kabri orada bulunmaktadır. Böyle bir özelliğe sahip olmadığı halde,  Taif’in de haram bölge ilan edilmesindeki asıl amacın, çevreyi korumaya yönelik bir tasarruf olduğunu söylememiz mümkündür. Belki de ta­­rih­te milli park ve sit alanı ilk defa Efendimiz   tarafından ilan edil­miş­tir.

Sözünü ettiğimiz haram bölgelerde, bir bit­ki­yi yolmak, bir karıncayı öldürmek dinen yasaktır. Ya­­pılan her bir yasak için ceza olarak verilecek belirli sa­dakalar vardır.  Burada, dini  bir anlayışla  doğanın  korunması sağlanmaktadır.

Resulullah Zû Kad Gazvesinden dö­ner­­ken Medîne yakınlarında Zureybu’t-Tavil adı verilen ye­re gel­di. Ensar’dan Beni Harise soyundan bazı kişiler: “Ey Allah’ın Resulü! Burası bizim develerimizin ve koyun­ları­mı­zın otladığı ve kadınlarımızın çıktığı yerdir” dediler. Bu sözleriyle el Gâbe  dinelen  yeri kastediyorlardı. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Kim bura­dan bir ağaç kesecek olursa, onun yerine bir ağaç diksin!” talimatını verdi. Daha sonra herkes buraya ağaçlar dikti. Burası kısa süre sonunda el-Ga­be diye şöhret bulan bir ormanlık oldu.[8]

Görülüyor ki Peygamberimiz, yeşil alanları korumayı, ağaç dikimini yaygınlaştırmayı İslâmi ve insanî bir görev olarak göstermiş ve bu konuyla ilgili olarak:

إِنْ قَامَتِ السَّاعَةُ وَبِيَدِ أَحَدِكُمْ فَسِيلَةٌ فَإِنِ اسْتَطَاعَ أَنْ لاَ يَقُومَ حَتَّى يَغْرِسَهَا فَلْيَفْعَلْ   

Kıyâmet kopmaya baş­ladığında, birinizin elinde bir ağaç fidanı bu­lunsa, kıyâmet kopmadan onu dikmeye gücü ye­terse, hemen diksin”[9]

مَا مِنْ مُسْلِمٍ يَغْرِسُ غَرْسًا ، أَوْ يَزْرَعُ زَرْعًا ، فَيَأْكُلُ مِنْهُ طَيْرٌ أَوْ إِنْسَانٌ أَوْ بَهِيمَةٌ ، إِلاَّ كَانَ لَهُ بِهِ صَدَقَةٌ   

“Bir Müslüman bir ağaç diker veya bir bitki ekerse, ondan kuş, insan ve­ya hayvan yerse, bu onun için sadaka olur [10]  buyur­muştur.

Hz. Ömer de ormanların korunmasına çok önem verirdi. Şöyle ki: Ziyad, Osman b. Maz'un'un azatlısıydı. Maz'un ailesinin Herre'deki toprağı, bu azatlıların idaresinde idi. Ziyad diyor ki: Ömer b.Hattab abasıyla başı örtülü olarak bazen gün ortasında benim yanıma gelir, yanımda oturur, benimle konuşur, ben ona salatalık ve sebze ikram ederdim. Ömer günlerden bir gün bana:

"- Yerinden ayrılma, ben seni buraların idaresine memur ettim. Medine etrafındaki ağaçları koparmaya, kesmeye müsaade etme. Her hangi bir kimse ağaçlara dokunursa, o kimsenin ipini, baltasını al." dedi. Ben:

"- Elbisesini de alayım mı?" dediğimde, Ömer:

            "- Elbisesine dokunma." dedi[11].

Doğal dengenin oluşmasında ağaç ve orman önemli bir rol oynar. “Yaş kesen baş keser”ata sözü de, başta ormanlar olmak üzere yeşilliklerin korunması gerektiğini veciz bir şekilde ifade etmektedir. Zira ormanlar, eko sisteminin akciğeri görevini yapmaktadır. On dönümlük bir çam ormanı, bir yılda kırk ton saf oksijen üretebilmekte, bir kayın ağacı kırk kişinin karbondioksitini giderebilmektedir.

            SONUÇ

Genel anlamda çevreyi, özelde ağaç ve yeşillikleri koruyup temiz tutmak, bunun için her türlü tedbiri alıp üzerimize düşeni yerine getirmek, hem insani hem de dini görevimizdir. Zira çevreyi kirletmek, sadece çevreye karşı işlenmiş bir kötülük değil, aynı zamanda aynı ortamı paylaşan diğer canlı ve cansız varlıklara karşı işlenmiş bir suçtur.

 Hz. Peygamber, bir hadisinde,

 المسلِمُ مَنْ سَلِمَ الْمُسْلِمُونَ مِنْ لِسَانِهِ وَيَدِهِ  

Müslüman Müslümanın elinden, dilinden güvende olduğu kimsedir”[12]buyurmaktadır. Çevreyi kirleten, doğal zenginlikleri fütursuzca kullanan bir kimse, dolaylı olarak diğer insanlara zarar vermektedir. Dolayısı ile hadiste belirtilen güven sıfatını zedelemektedir.

Çevreyi temiz tutmadığımız, istifademize sunulan doğal zenginlikleri gereği gibi kullanmadığımız takdirde kul hakkına da tecavüz etmiş sayılırız. Bütün bunlardan hesaba çekileceğimizi unutmayalım. Zira insanın dünyada iken yaptığı her şey, ilahi mahkemede en ince ayrıntısına kadar değerlendirilecektir. Konuya ilişkin bir ayette şöyle buyurulmaktadır:

وَوُضِعَ الْكِتَابُ فَتَرَى الْمُجْرِمينَ مُشْفِقينَ مِمَّا فيهِ وَيَقُولُونَ يَا وَيْلَتَنَا مَالِ هذَا الْكِتَابِ لَا يُغَادِرُ صَغيرَةً وَلَا كَبيرَةً اِلَّا اَحْصيهَا وَوَجَدُوا مَا عَمِلُوا حَاضِرًا وَلَا يَظْلِمُ رَبُّكَ اَحَدًا

Kitap ortaya konur. Suçluları, kitabın içindekilerden korkuya kapılmış görürsün. “Eyvah bize! Bu nasıl bir kitaptır ki küçük, büyük hiçbir şey bırakmadan hepsini sayıp dökmüş!” derler. Onlar bütün yaptıklarını karşılarında bulurlar. Senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.” (Kehf, 18/49)

Bunun yanında, Kur'an'daki ekolojik prensipler ortaya konurken, Allah'ın varlığının delili olması bakımından kâinatın manevî değerinin yüksek olduğuna ve korunması gerektiğine vurgu yapılmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber'in kendi devrinde çevreciliği bir siyaset haline getirdiği, bu çerçevede boş arazileri ekim dikim alanı olarak değerlendirdiği ve Müslümanları buna teşvik ettiği bilinmektedir. Medine, Mekke ve Taif şehirlerinin civarını, bugünkü tabiriyle sit alanı olarak adlandırabileceğimiz harem bölgesi ilan etmesi çok dikkat çekicidir. Peygamberimiz’in bu örnek davranışını devam ettirmek, bizlerin de temel görevleri arasındadır.

İslâmî çevre anlayışının tarih içinde nasıl yaşatıldığını gösteren çok zengin bir birikim bulunmaktadır. Hz. Ebu Bekr'in savaş halinde uymak üzere askerlerine verdiği on emir bunun en güzel örneğidir. Bu emirlerin birçoğu çevreyi korumaya matuftur.

Müslüman Türk kültüründe ekoloji konusu. Türk toplumlarında hayvanlar ve kuşları korumaya yönelik vakıflar ve hastaneler kurulduğu, kuş evleri yapıldığı ve hâtıra ağacı dikme adetinin yaygın olduğu bilinmektedir.

Atalarımızın gerek doğaya ve gerekse hayvanlara ve kuşlara karşı olan bu sıcak yaklaşımlarının temelinde, Allah'ın yarattığı her şeye hürmeti öngören İslâmî dünya görüşü yatmaktadır.

Dinimize göre kainattaki varlıklar ilahî birer nimet ve emanettir. Her birisinin bir yaratılış gayesi olduğu gibi, her birisi kendi lisan-ı haliyle Yüce Mevla'yı tespih ve zikretmektedir. Kur'an-ı Kerim'de Cenab-ı Allah çeşitli hayvan, bitki ve ağaç türlerine yemin ediyor, bal arısı ve karınca gibi hayvanlara vahy ettiğini bildiriyor. Rahman Sûresi'nde Yüce Rabbimiz şöyle buyuruyor:

 َالنَّجْمُ وَالشَّجَرُ يَسْجُدَانِ  وَالسَّمَاءَ رَفَعَهَا وَوَضَعَ الْميزَانَ   

"Yıldız, bitki ve ağaç secde ederler. Göğü Allah yükseltti ve mizanı (yani dengeyi) O koydu. Sakın bu dengeyi bozmayın(Rahman, 55/ 6,7)

 

[1]  Ebu Davud,  Cenaiz, 1, III, 469.

[2] Rahman, 55/68.

[3] Tin, 95/1.

[4] Abese, 80/27-32.

[5] Vakıa, 56/28-31.

[6] Buhârî, Fedâilu’l- Medîne, 1, II, 220.

[7] Buhârî, Lukata, 7, II, 94.

[8] Belazuri,  Futûhu’l-Buldân, I, 17. Beyrut, 1958.

[9] Ahmed,  III, 191, 184.

[10] Buhârî, Hars ve Muzara’a, 1, III, 66; Müslim, Musakat, 2, II, 1188.

[11] Belâzûrî, I, 12,13.

[12] Tirmizî, İman 12, V, 17;  Nesâî, İman 8, VIII, 104-105.

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi11
Bugün Toplam1096
Toplam Ziyaret4707387
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI