• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Fetih Suresi 29. Ayet Tefsiri

FETİH SURESİ 29. AYET

 

مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَاء بَيْنَهُمْ تَرَاهُمْ رُكَّعاً سُجَّداً يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَاناً سِيمَاهُمْ فِي وُجُوهِهِم مِّنْ أَثَرِ السُّجُودِ ذَلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرَاةِ وَمَثَلُهُمْ فِي الْإِنجِيلِ كَزَرْعٍ أَخْرَجَ شَطْأَهُ فَآزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوَىعَلَى سُوقِهِ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغِيظَ بِهِمُ الْكُفَّارَ وَعَدَ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُم مَّغْفِرَةً وَأَجْراً عَظِيماً:

29-) “Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun yanında bulunanlar, kâfirlere karşı şiddetli kendi aralarında merhametlidirler. Onların, rükû ve secde ederek Allah’ın lütuf ve rızasını aradıklarını görürsün. Yüzlerinde secdelerin izinden nişanları vardır. Onların, Tevrat’taki vasıfları ve İncil’deki vasıfları da şöyledir: Filizini çıkarmış onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkârcıları öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler yapanlara mağfiret ve büyük mükâfat va’detmiştir.”

 

     Gerçekten bu Kur’an-ı Kerim’in parlak üslubu ile çizdiği hayret verici bir filmdir. Bu seçilmiş insan topluluğunun en göze batan iç ve dış dünyalarını yansıtan birçok karelerden oluşan bir filmdir bu... Bu filmin BİR KARESİ, onların kâfirlere ve kendileri ile ilgili iç dünyalarını yansıtmaktadır. “Kâfirlere karşı çetin kendi aralarında merhametlidirler.” BİR BAŞKA KARE, onların ibadetlerini canlandırmaktadır. “Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün.” BİR DİĞER KARE, onların kalplerini, kalplerinden geçen duyguları, içlerinde kaynayıp coşan hisleri yansıtmaktadır. “Allah’tan lütuf ve rıza isterler.” BİR BAŞKA KARE, yüz çizgilerinde, hallerinde ve simalarında ibadetin ve Allah’a yönelmenin izlerini yansıtmaktadır. “Yüzlerinde secde izlerinden nişanları vardır.” “Onların Tevrat’taki vasıfları budur.” Bu nitelikler Tevrat'taki nitelikleriydi. Bundan sonra ARKA ARKAYA GELEN KARELER onları tıpkı İncil’deki gibi çizgi çizgi gözlerimizin önüne sermektedir. “Filizini yarıp çıkaran”... “Onu kuvvetlendiren”... “Ve kalınlaşan”... “Gövdesi üzerine dikilen”... “Çiftçilerin hoşuna giden ekin gibi.” Bu benzetme kâfirleri öfkelendirsin diyedir.

     Bu son ayet, Hz. Muhammed (SAV)’in niteliği ile Amr oğlu Süheyl ve onun ardındaki müşriklerin Hudeybiye’deki anlaşma metni yazılırken inkâr ettikleri niteliği ile başlıyor. “Muhammed (SAV) Allah’ın Resulüdür.” Ve ardından bu parlak üslupla bu göz alıcı manzara canlandırılıyor.

     Müminlerin çeşit çeşit halleri vardır. Fakat bu kareler, onların hayatlarındaki değişmeyen durumları ve bu hayatlarında temel dayanak noktalarını ele alıyor ve onları ortaya çıkarıp, bunlardan göz alıcı şekilde geniş çizgiler oluşturuyor. Bu karelerin seçiminde... Bu mutlu insan topluluğu için kutsal şereflendirmenin canlandırdığı alamet ve çizgilerin onlarda yerleştirilmesinde... Evet, bütün bunlarda onlara şeref verme apaçık ortadadır.

     Evet, onların şerefli kılındıkları apaçıktır. Çünkü yüce Allah daha birinci karede onları “Kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.” şeklinde bir çizgi ile kaydetmektedir. Aralarında babaları, kardeşleri, dostları ve yakınları olmasına rağmen onlar kâfirlere karşı çetindirler. Çünkü onlar bütün bu yakınlık bağlarını küfür nedeni ile koparmışlardır. Kendi aralarında merhametlidirler. Çünkü sadece din kardeşidirler. O halde çetinlik Allah içindir. Merhamet de Allah içindir. Bağlılıklar inançları içindir. Hoşgörü inanç uğrunadır. Ruhlarında kendileri için hiçbir şey ve kendilerinde de ruhları payına hiçbir şey yoktur. Davranış ve ilişkilerinde olduğu gibi, duygu ve düşüncelerini de yalnız ve yalnız inanç esası üzerine oturturlar. İnançlarına düşman olanlara çetin davranırlarken, inanç kardeşlerine (din kardeşlerine) karşı yumuşak hareket ederler. Onlar, bencillikten (egoizmden) heveslerine uymaktan, Allah’tan ve kendilerini yüce Allah’a bağlayan bağdan başka şeyler için tepki ve heyecan duymaktan tamamen arınmış sıyrılmışlardır.

     Allah’ın kendilerini şereflendirişi, onların hal ve durumları içinde rükû ve secde halı ile ibadet hallerini seçmesinden de apaçık bellidir: “Onları rükûa varırken, secde ederken görürsün.”... Bu ifade, biri onları ne zaman görürse görsün, sanki hep bu halde imişler gibi bir imada bulunmaktadır. Çünkü rükû ve secde hali, ibadet halini yansıtmaktadır. Onların ruhlarının özündeki durumları da budur zaten. Dolayısı ile yüce Allah onların bu durumlarını -tıpkı ruhlarında olduğu gibi- zamanları içinde de tespit etmek için öyle bir ifade kullanıyor ki, sanki onlar bütün zamanlarını rükû ve secde ile geçiriyormuş gibi...

     Üçüncü kare de böyledir. Ancak ne var ki, bu kare onların ruhlarının derinliklerini iç dünyalarının enginliklerini yansıtmaktadır. “Allah'tan lütuf ve rıza isterler...” İşte onların sürekli ve değişmez duygularının şekli budur. Bütün zihinlerini meşgul eden, şevk ve arzuları sadece yüce Allah’ın ihsanı ve hoşnutluğudur. Bu ihsan ve hoşnutluğun ötesinde bekledikleri, (umdukları) ve meşgul oldukları daha başka bir şey yoktur.

     Dördüncü kare, dışa vuran ibadetlerinin izlerini, yüz hatlarındaki gizli umudu ve bu ibadetin simalarındaki yansımasını sergilemektedir. “Onların yüzlerinde secdelerin izinden nişanlar vardır.” Onların yüzlerindeki hatlar, parlaklık, aydınlık, berraklık, incelik ve canlı parlak ve latif olan ibadetin verdiği solukluktan oluşmuştur. Bu hatlar yüce Allah’ın (secdelerin izinden) ifadesi duyulduğu zaman hemencecik akla geliverdiği gibi, secdeden yüzde oluşan ve bilinen bir iz değildir. Burada secde izleri deyiminden kastedilen ibadetin izleridir. Yüce Allah’ın ibadeti ifade etmek için secde sözcüğünü tercih etmesinin nedeni, secdenin korku, boyun eğme ve yüce Allah’a kulluğu en olgun şekli ile yansıtmasından dolayıdır. İşte onların yüzlerinde görülen bu huşu (korku) nun izidir. Bu huşunun (korkunun) yüz ifadelerindeki izidir. Şöylesine ki, artık kibir, böbürlenme ve şımarıklık kaybolmuş, onların yerine şerefli alçak gönüllülük, berrak bir incelik, sükûnet içindeki parlaklık ve müminin yüzünde var olan parlaklığı, aydınlığı ve güzelliği artıran hafif bir yüz solgunluğu almıştır.

     İşte bu filmin karelerinin yansıtmış olduğu bu parlak manzara sonradan ortaya çıkmış bir şey değildir. Aksine bu manzara Müslümanlar için kader levhasında yer almış bir gerçektir. Dolayısı ile bu manzaranın kökü çok eskilere dayanır, Tevrat’ta sözü edilir. “İşte onların Tevrat’taki vasıfları budur”... Yüce Allah’ın Hz. Musa (AS)’ın kitabında tanıttığı ve daha onlar yeryüzüne gelmezden önce müjdelemiş olduğu nitelikleri budur onların. “Onların İncil’deki sıfatları”... Ve yüce Allah Hz. Muhammed (SAV) ve beraberinde bulunanları müjdelerken onlar hakkında kullandığı nitelikler; onların “filizi yarıp çıkan ekin gibi” oldukları şeklindedir. Bu ekin gelişen güçlü, verimliliği ve gücünden dolayı filizini yarıp çıkaran bir ekindir. Ancak ne var ki bu filiz gövdeyi zayıflatmaz aksine güçlendirir. “Ve o gövdeyi güçlendirir” ya da asıl gövde, filizini güçlendirir, kuvvetli ve sağlam yapar. Ve ekin (kalınlaşır) gövdesi irileşir ve dolgunlaşır, da “Gövdesi üzerine dikilmiş”. Bu ekin, ne yana eğilmiştir ne de eğri büğrüdür aksine dosdoğru, kuvvet dolu ve düzgündür.

     Ekinin asıl şekli budur. Fakat çiftçilikte tecrübeli olan, onun yetişeni ile solgun olanını, verimlisi ile verimsizini bilen tecrübeli kişilerin ruhlarındaki etkisi ise hayret ve imrendirmedir. “Ki bu çiftçilerin hoşuna da gider.” Bir başka kıraatta ise bu ifade tekil olarak “Çiftçinin hoşuna gider.” şeklinde okunmuştur... Buradaki çiftçi bu yetişen güçlü, verimli ve imrendirici ekinin sahibi olan Hz. Muhammed (SAV)’dir. Bu ifadenin kâfirlerin ruhlarında bıraktığı etki ise tam aksinedir. Onların ruhlarına etkisi, tam bir kin ve nefret etkisidir. “İnkârcıları öfkelendirmek içindir.” Kâfirlerin öfkelendirilmesine yönelinmesi, bu ekinin yüce Allah’ın ekini ya da Peygamberi (SAV)’in ekini olduğunu ve onların yüce Allah’ın kudretine bir perde ve Allah’ın düşmanlarını kızdırmak için de vasıta olduklarını ima etmektedir.

     Bu nitelik de bir önceki gibi sonradan uydurulmuş ve ortaya çıkarılmış bir nitelik değildir. Kader sayfasında kayıtlıdır. Dolayısı ile Hz. Muhammed (SAV) ve onunla birlikte olanlar şu yeryüzüne gelmezden önce söz edilmiş ve yüce Allah gelecekleri zaman Hz. Muhammed (SAV) ile beraberinde olanları İncil’de müjdelerken yer almıştır, bu nitelikler.

     Ve böylece yüce Allah, ebedi kitabında bu seçilmiş kitlenin Resülüllah (SAV)’in sahabelerin niteliğini tescil ediyor. Ve bu nitelikler, bütün varlıkların özüne yerleşir ve varlık âlemi kendisini yaratandan bu sıfatları dinlerken her köşesinden o niteliklere karşılık veriyor, tepki gösteriyor. Ve yine bu nitelikler, gelecek nesillere onları gerçekleştirmek isteyen imanın anlamını en yüce derecesinde gerçekleştirmek isteyen nesillere, örnek olmak üzere yerini alıyor.

     Bütün bu şereflendirmenin üstünde de yüce Allah’ın onları bağışlama ve büyük bir mükâfat verme vaadi vardır. “Allah iman edip yararlı işler yapanlara mağfiret ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.” Kendilerini bu genel kapsam içine dâhil eden nitelikleri daha önce geçmiş olduğu için bu vaat genel bir kalıp içerisinde geçen bir vaattir.

     Hem bağışlama ve hem de büyük bir mükâfat... Sadece bu şereflendirme yeter onlara. Bu hoşnutluk büyük bir mükâfattır. Ama kutsal feyiz hudutsuz ve sınırsızdır. İlahi lütfun tükenip kesilmesi yoktur.

     On dört yüzyılın gerisinden bir kez daha, şu bahtiyar insanların yüzlerini ve kalplerini görmeye çalışıyorum. Hoşnutluk, şereflendirme ve büyük vaatten oluşan bu kutsal feyzi alırlarken görmeye çalışıyorum onları. Evet, onlar kendilerini, yüce Allah’ın değerlendirmesinde, ölçüsünde ve Kitabında işte böyle görüyorlar. Hudeybiye’den dönerken bakıyorum onlara. Haklarında bu sure inmiş ve kendilerine okunmuş olarak, dönerken bakıyorum onlara... Bu bahtiyar insanlar, şu surede yaşıyorlar. Ruhları ile kalpleriyle, duygu ve nitelikleri ile yaşıyorlar. Birbirlerinin çehresine bakıyorlar ve kendi benliklerinde hissettikleri nimetin izlerini görüyorlar birbirlerinin çehrelerinde...

     Ve ben onların yaşadığı bu yüce şenlikte onlarla mutlu anlar yaşamaya çalışıyorum.     Fakat bu şenliğe katılamayan birisi onun tadına nasıl varabilir? Uzaktan ancak çok uzaktan tadabilir onu.

     Ancak yüce Allah’ın tıpkı onlar gibi kendine ikram edip te uzağı yakın kıldığı kimseler tadabilir onu.

     Ve ey Allah’ım! Sen biliyorsun ki ben işte bu eşsiz azıktan bir kalıntı bekliyorum.

 

KAYNAK : FİZİLAL-İ KUR’AN     SEYYİD KUTUB

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi15
Bugün Toplam764
Toplam Ziyaret4707055
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI