• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Halkı Kötü Yola Teşvik Etmenin Zararları

HALKI KÖTÜ YOLA TEŞVİK ETMENİN ZARARLARI

 

الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُم مِّن بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمُنكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ نَسُواْ اللّهَ فَنَسِيَهُمْ إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ:وَعَدَ الله الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا هِيَ حَسْبُهُمْ وَلَعَنَهُمُ اللّهُ وَلَهُمْ عَذَابٌ مُّقِيمٌ:

    
“Münafık erkekler de münafık kadınlar da birbirlerinin (tamamlayıcı) parçalarıdır. Onlar, kötülüğü (küfrü, isyanı) emrederler, iyilikten vazgeçirmeye çalışırlar, ellerini (cimrilikle sımsıkı) yumarlar. Onlar Allah’ı unuttular (O’na taatı bıraktılar), O da onları unuttu. (Onlara lütfunu terk etti.) Şüphesiz ki münafıklar, fasıkların ta kendileridir. Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da, kâfirlere de kendileri içlerinde ebedi kalıcı olmak üzere cehennem ateşinin vaat etti. Bu, onlara yeter. Allah onları rahmetinden kovdu. Onlara bitip tükenmeyen bir azap vardır.” (TEVBE SURESİ – 67–68. AYETLER)

  

İnsanlara iyiliği emretmek kâmil bir müminin vasıflarındandır. Bunun aksi ise imanda olgunlaşmamış kimselerin alametlerindendir. Halkı, Hakk’ın yolundan alıkoymak veya onlara kötülük yapmayı telkin etmek, sinsi İslam düşmanlarının veya nifak hastalığına tutulmuş şahısların sergiledikleri bir tavırdır. Çünkü iman boğazlarından aşağıya inmemiş olanlar, İslami gelişmelerden tedirgin olurlar. Yarasanın gözleri ışıktan nasıl rahatsız olursa, bu gibi kimseler de kâmil iman sahiplerinin artmasından gizli bir endişe duyarlar. Bu gelişmeleri önlemek için çok çeşitli hile yollarına saparlar, şahıs ve muhitlere göre değişik usuller tatbik ederler. Kimi, hisleri aklına galip olan bir genci karşısına alıp: “Daha çok gençsin. Eğlenmek ve hayattan kam almak hakkındır. İbadetleri yaşlandığın zaman yaparsın.” der. Kimi de çalışmaya düşkün ve zengin olmaya aşırı hevesli bir şahsı ifsada çalışarak: “Haram-helal ayırt edecek olursan aç kalırsın. Çeşmeler akarken kaplarını doldurmaya bak, aptallık etme.” diye konuşur.

    
Bu bozguncular, bazen başka bir kılığa bürünür ve suret-i haktan görünürler. Halka iyilik yollarını göstermeye çalışanları, tehlikeden sakındırıyormuş gibi bir tavır takınarak: “Sen muslih-i âlem misin? Çeneni tutmazsan başını derde sokarsın. Falan kimse bu gibi ahmaklıklar yaptı da kodesi boyladı. Eğer hapse girecek olursan çoluk-çocuğuna kim bakacak?” diye tekdir eder.

    
Sözünü geçerli saydığı muhitlerde, kendini gizlemeye ve dolambaçlı ifadeler kullanmaya ihtiyaç duymadan hakaretlerini dökme yolunu tutar. Müslümanları, dini hareketlerinden dolayı eğlenceye alır ve: “Şimdiye kadar namaz kıldın ve oruç tuttun da ne oldu? Ben, namaz kılmam, oruç tutmam amma, senden hayırlıyım. Çünkü dünya için çalışmaktayım.” der. Zekât vermek isteyen Müslümanları: “Senin fakir diye acıdığın kimseler tembel tembel yatacak, sen de bu asalakları besleyeceksin öyle mi? Ahmaklık yapma, cebindeki biri on yapmaya çalış.” diyerek dini vazifeden caydırmaya çalışır. Hacca gitmeye heveslenen müminleri bu hayırlı yoldan vazgeçiremeyeceğini anlarsa, dolaylı yollardan yürüyerek zehrini dökmeye çalışır ve: “Paranı Araplara mı yedireceksin? Memleketimizin bunca eksiği var, bunları tamamlamadan hacca gitmen doğru mu? Yollar çamurdan geçilmiyor, sularımız gönül rahatlığıyla içilemiyor, hastanelerde yatacak boş yatak yok. Paranı bu gibi hayırlara sarf etmen, Hacca gitmenden önde gelir.” diye ahkâm keser. Şair ne güzel ifade eder:

Sadık görünür kisvede erbab-ı denaet,

Mürşit sanılır vehlede erbab-ı rezalet.

    
İyilikleri engellemeye ve kötülükleri yaymaya çalışanların söyledikleri bu sözler bu kadarla bitmiş değildir. Verdiğimiz bu örnekler, en çok duyulan ve halk arasında yaygın olanlardan ancak bir kaçıdır. Bu bozguncular, değişen zaman ve mekân şartlarına göre her şahsa farklı görünmeye çalışırlar. Fakat her fırsattan faydalanarak fesatlarını yaymaya çalışırlar. Onların maksadı kötülüğü yaymaktır. Buna imkân bulamadıkları zaman iyi gelişmeleri önlemek suretiyle hislerini tatmine çalışırlar. Bu samimiyetsiz insanların hayırlı işlere sarf ettiği bir emek ve verdiği bir para yoktur. Memleket meselelerini düşünüyormuşçasına konuşmaları, kendilerinin asıl amaçlarını gizlemek içindir. Onlar, Ali-İmran suresinde ifade edildiği gibi:

    
“Ağızları ile kalplerinde olmayan şeyleri konuşurlar.”  

    
Ağızlarından dökülen yaldızlı cümleler, laf etmenin ustası olmuş nifak ehlinin sergilediği konuşmalardır. Onlar samimi olsalar hem ferdi vazifelerin yapılmasına hem de halkın yararına olacak işlerin görülmesine teşvikte bulunurlar. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:

    
“Ümmetim üzerine endişe duyduğum şeylerin en korkunç olanı dil (dökmeyi) bilen münafıklardır.”

    
Kalbi iman nuru ile ve aklı İslami şiarlarla münevver olan bir mümin, basiret sahibi ve çok uyanık bir kimse olacaktır. Nasıl hareket etmesi gerektiğini bilecek ve din düşmanlarının hile ve desiselerini sezecektir. Kalbindeki iman nurunun kuvveti nispetinde ileri görüşlü olması gereken mümin, gelecek zamanlarını ve bilhassa uhrevi hayatını şaşmaz ve şaşırtmaz İslami ölçülere göre tanzim eder. Böylesine mütefekkir ve tedbirli olan bir Müslüman, ne nefis ve şeytanın teşvikine ne de kötü insanların propagandalarına kapılmaz. Gözü Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’lerin emir ve tavsiyelerini takip eder.

    
Haset ve fesadın zebunu olan kimseler, kıskandıkları kişilerin, refah ve saadetinden dolayı tedirgin olurlar. Onulmaz bir hastalığa tutulmuşçasına kalbi bir üzüntüye gark olur ve kıskandığı kimseyi, sahip olduğu nimet ve imkândan bırakmak için akla hayale gelmedik tuzaklar hazırlarlar. Mizaçlarını anlatmaya çalıştığımız bu kimselerin çırpınması, karşısındaki şahsın malını ve mülkünü, halini ve istikbalini düşünmekten doğmuş değildir. Tam aksine, onların istikbaldeki saadetlerini çekememekten kaynaklanmaktadır. Onları hasetleriyle baş başa bırakmak, en uygun tedbir olur. Çünkü sarmaşık sırık bulamazsa boyunu yükseltemez. Bunlara yardakçılık yapmayı yasaklayan bir ayet şöyledir:  

 

ذَرْهُمْ يَأْكُلُواْوَيَتَمَتَّعُواْ وَيُلْهِهِمُ الأَمَلُ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ:

      

“Bırak onları (kendi hallerine). Yesinler, içsinler, eğlensinler. Onları (boş bir) emel oyalayadursun. Sonra bilecek onlar.”   (HİCR SURESİ – 3. AYET)

    
Küfr-ü mutlak’ın fahri mümessilliğini yapan bedbahtlar, iman ve İslam’ın inkişafından tedirgin olurlar. Yarasanın gözü, ışıktan nasıl rahatsız olur da hep gece karanlığında uçarsa; bunlar da inançsızlığın, isyan ve dalaletin bataklığında bulunmaktan zevk alırlar. İçinde bulundukları hayattan ayrılmadıkları gibi başkalarının iman ve hidayetini de çekemezler. Şeytanın başaramadığı bozgunculuk hareketlerini ve insanları doğru yoldan saptırmayı bunlar üzerlerine almış ve İblis’in muavinliğini yapmak için gayret sarf etmektedirler. Doludizgin gittikleri cehennem yolunda kendilerine yoldaş aramaktadırlar. Bu gibi müfsitlerin sözlerine inanıp aldanmamak, onlardan uzak durup muhitlerine yanaşmamak en uygun çare olmaktadır. Basiretli bir mümin, kendini zarardan koruduğu gibi din kardeşlerini zararlı davranışlardan ve kötü niyetli insanların tuzağına düşmekten korumakla mükelleftir.

    
İslam dinin tarif ettiği insan üzerinde birçok vazifeler vardır. Yaratılmışların şerefçe en üstünü olan insan, yeryüzünü imar etmekle ve iyilik yollarını halka öğretmekle mükellef tutulmuştur. İnsanın omzuna yüklenmiş vazifeler, kristalize edilmiş bir elmas gibi, çok yönlü ve çok değerlidir. Allah’a karşı ibadetle, misafirlerine karşı sahavetle, dostlarına sadakatle, evladına muhabbetle, yoksullara sadaka ile vücuduna istirahatla, İslam’ın yabancısı olan topluluklara hidayetle mükellef tutulmuştur.

    
İslam güneşi ile aydınlanan ve insanlığa hizmet aşkıyla çırpınan insan, her yönde bir renk, her cihette bir ışık, her semtte bir hizmet şuuruna erişmiş ve her ferde ümit, her meclise nur, her kalbe feyiz, her topluluğa bilgi kaynağı olmayı, Müslüman olmanın ayrılmaz bir parçası bilmiş ve fıkır fıkır hareket haline gelmiştir. Su gibi durgun bir haldeyken, Allah’a kul olmanın heyecanıyla kaynayıp buharlaşmış ve kalıbına sığamayıp kendisine bir çıkış aramış, tıpkı bir lokomotifin buharla harekete geçmesi gibi, gönlündeki volkanla kaynayıp dimağını ve ruhunu saran yararlı bir insan olma mefkûresiyle her yönde bir hizmete koşmuş ve her hayırda Allah’ın rızasını arama yolunu tutmuştur.

   
İman denilen hareket ettirici güç, ihmalkâr topluluklara şuur ve hareket verince, İslam âleminin her köşesinde faydalı çalışmalar başlamış; mimari eserler ve ilim neşreden müesseseler inşa edilmiş, hasbilik anlayışıyla hak için halka hizmet şuuru şahlanmış; Arap yarımadasının hudutlarını aşan İslami faaliyetler, merkezden muhite doğru yayılarak, insanlığa nur-u imanı, feyz-ül Kur’an’ı, iz’an ve vicdanı götürmüş ve kısa bir zaman sonra İslam devleti bir imparatorluk haline gelmiştir.

    
Dinimizi yüceltmek maksadı veya insanlığa hizmet etme düşüncesiyle her ne yapılsa, hepsinin bir değeri ve sevabı vardır. Yapılacak hayırlı bir işin küçüklüğüne veya büyüklüğüne değil, hangi niyetle yapıldığına bakılır. Bu konuda Kur’an şöyle buyuruyor:

فَمَن يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْراًيَرَهُ:

 

“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa onu görür.”   (ZİLZAL SURESİ – 7. AYET)

    
Ayetin ışık tuttuğu istikamette atılan her adım ve yapılan her faydalı iş, bir sadaka sevabına erişmeye vesiledir. Bu konuda Hz Peygamber (SAV), bizleri şöyle uyarıyor:

    
“İnsanların her mafsalı üzerinde, güneşin doğduğu her günde bir sadaka mükellefiyeti vardır. İki kişinin arasında adalet ile hükmetmen sadakadır. Hayvanına bineceğin zaman bir adama yardım edip onu hayvanına bindirmen sadakadır. Yahut onun eşyasını hayvan üzerine kaldırıvermen sadakadır. Hoş bir kelime sadakadır. Namaza gitmek için attığın her adım ayrı bir sadakadır. Yoldan canlılara eza verecek şeyleri kaldırman da sadakadır.”

     
Başka bir hadislerinde Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

    
“Şu muhakkak ki Âdemoğullarından her bir insan 360 eklem üzerine yaratılmıştır. Her bir kimse Allah’ın büyüklüğünü dile getirir, Allah’a hamd eder, kelime-i tevhid okur, tesbihatla meşgul olur, Allah’tan mağfiret talebinde bulunur, halkın geçeceği yollardan taş, diken ve kemik gibi şeyleri kaldırır veya ma’rufu emreder ve münkerden alıkoymaya çalışır ve vücudundaki mafsallar sayısınca hayırlı işlere koşarsa, o gün ateşten uzaklaşmış olarak yürümüş olur.”

    
Rahmetine sınır çekilemeyen ve mağfiretine hudut tayin edilemeyen Rabbimiz, büyük ikramları küçük vesilelere bağlamış bulunmaktadır. Kalbi uyanık bir Müslüman, her fırsattan faydalanarak PAHA BİÇİLMEZ olan ilahi rızayı, BAHANELERLE kazanmanın yollarını aramalıdır. İnsan vücudundaki uzuvlar bir memur durumundadır. Bunları faaliyete geçiren etkenler farklı ve değişiktir. Bir kimsenin vücut yapısının tamamını veya uzuvlarını harekete geçiren amil Allah’ın rızasını kazanma düşüncesi olursa, o iş hayırlı bir iş kabul edilir. Bir kimse dinî sahadaki memuriyetini Allah’a tahsis eder ve kendini şeytana köle olmaktan alıkoyacak olursa, onun bu başarısı Kitab-ı ilahî’nin ruhuna ve ilahî rızayı kazanmanın şartlarına uygun düşer; dünyevî ameli, uhrevî emelini kazanmaya vesile teşkil eder. Bu hususta Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

    
“Kim sabah ve akşam mescide giderse, Allah onu her gidiş ve dönüşü için cennette bir ziyafet hazırlar.”

    
ŞU HUSUSU İYİ ANLAMAK GEREKİR: İslam dini bir bütündür. Onun esasları ayet ve hadislerden meydana gelmektedir. Dinimizin bu iki kaynağı tetkik edilecek olursa; ya Allah’a ibadet ve itaati, ya da mahlûkata şefkat ve merhameti emrettiği görülecektir. Bu ölçünün dışında kalan bir tek ayet ve hadis gösterilemez. İnsan bu iki umdeye dayalı olarak bir iş yaptığında mutlaka ilahi lutfa mazhar olur. Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

    
“Bir adam yol üzerinde bir ağaç dalına tesadüf etti ve: “And olsun, Müslümanların yolundan, onlara eza vermemesi için bunu kaldıracağım” dedi ve bu yüzden cennete konuldu.”

    
Fani yaşayışı baki ile tebdil etmek isteyen, gece ve gündüz madde ve mana planında hayır işlemeye bakmalıdır. Ezelden ebede doğru uzanan yolda kişiyi muradına eriştirecek yegâne formül, EMR-İ İLAHİ’ye uymaktır.  Zira Allah’ın rızası, Allah’ın emirlerinde ve yasaklarına gizlenmiş ve zarflanmış bulunmaktadır. O cevheri bu zarf içinde arayanlar, er veya geç maksatlarına ulaşmış olurlar.

    
Halkı kötülüğe teşvik eden ve iyilik yapmalarını engelleyen insanlarla mücadele etmek, iman ve aklıselim sahibi Müslümanların görevidir. Fesat için çalışan insanların çokluğu müminin azmini sarsmamalı ve cesaretini kırmamalıdır. Bozgunculuk yapanlar, şeytanın taraftarlarıdır. Halkı hak yoluna sevk etmek için gayret gösterenler, Allah’ın taraftarı olmaktadırlar. Bu nedenle sonunda galip olacaklardır.

   
Şeytanın hizbi ile mücadele, devamlılık ve disiplinli hareket etmeyi gerektirir. Bu prensiple hareket eden kişi, zorlukları aşmış ve hayırlı bir çığır açmış olur. Şirin için dağı delen Ferhat’ın azmini, Allah’ın rızasını kazanma uğrunda karşısına çıkan engelleri aşmayı hüner haline getirmelidir.

    
Sevk ve idare edilmeye muhtaç bulunan topluluklar, barajlarda toplanmış su kütleleri gibidirler. Onların hayrı öğrenmeleri, iyi ve güzel hareketleri tanımaları için, faydalı bir çığır açılacak olursa büyük bir hizmet yapılmış olur. Şayet bu topluluk ihmal edilecek olursa, zamanın geçmesiyle yaygın hale gelen zararları önlemek imkânsız hale gelir. Çünkü su bendini yıktıktan sonra alınacak bir tedbir, felaketi önleyemez.

    
Bu gibi gerçekleri dikkate alan ve milletimizin dertleri için çare arayan akıl sahipleri, en doğru yolu halka gösterip iyi istikamete yöneltmek zorundadırlar. Bu hayırlı hizmetin çilesini severek göğüsleyenler, faydalı bir çığır açacak olurlarsa, bu yolda yürüyen fertlerin elde edecekleri sevabın bir mislini kazanırlar. Kendileri bu âlemden göç etseler bile, açtıkları yoldan yürüyen insanlar bulundukça, amel defterlerine sevap yazılmaya devam eder.

    
Güzü müsait ve zamanı bol olup ta hayatî tecrübeleri bulunmayan, en değerli ömür sermayesini kahve köşelerinde israf eden, can sıkıntısını gidermek için kumar oyunlarından fayda uman kimselere, okuma zevkini ve çalışma hevesini aşılayıp, kütüphaneye, iş sahasına ve sınaî araştırmalara sevk eden mümin, bu kişilerin faydalı işler başarmasından dolayı pek çok sevaba nail olurlar.

    
Allah demenin bile unutulduğu zaman ve muhitlerde, hayatını istihkar ederek Allah’ın Kitabı’nı, Allah’ın Kulları’na öğreten, Kur’an-ı Kerim’in hakikatlerine aşina bir ilim topluluğu meydana getiren, mabetlerde Kur’an ve minarelerde ezan seslerinin yükselmesine hizmet eden kâmil bir mümin, açtığı çığırın büyük mükâfatına nail olduktan sonra, bu nurlu yolda yürüyen insanların kazanacakları sevabın eksiksiz bir mislini de elde ederler.

    
Mabedin yolunu bilmeyen ve camiye girmeyen bahtsız insanları, İslam dininin nurlarıyla tenvir edenler, hidayete ermesine vesile oldukları kimselerin yapacakları ibadetlerden ve işleyecekleri hayırlardan kazanacakları mükâfatın aynını elde ederler. Bu idrak ve imanla, milletimizin yükselmesi ve memleketimizin ilerlemesi için gayret gösterenler, nemelâzımcılık zihniyetine taraftar olamazlar. Çünkü beşeriyete faydalı olacak bir yolda hareket etmek, mümin için İslamî bir vazife ve İçtimaî hayırhahlıktır.

    
Sahabe-i Kiram, faydalı bir çığır açmanın ecrini Hz Peygamber (SAV)’den dinlediği zaman, geceyi gündüze katarak uğraşmışlar, ülkeler ve beldeler aşarak hayırlı çığırlar açmışlardır. Onlar, usanmak bilmeyen bir çalışma ve yılmayan bir mesai ile Hz Peygamber (SAV)’den öğrendikleri İslamî ilimleri öğretmek için kabileler arasında dolaşıp halkı dinî bilgilerle teçhiz etmişlerdir. Peygamber mektebinin fahri müderrisleri olan Sahabe-i Kiram, aş ve maaş beklemeden, karşılaştıkları zahmetleri rahmet telakki ederek; kalplere iman, ellere Kur’an ve akıllara irfan yerleştirmişlerdir.

    
İyi çığır açmanın faziletlerinden bahsettik. Bunun aksi bir yol takip eden kimselerin akıbetlerini ve ahiretteki sorumluluğunu da bir nebze olsun açıklamaya çalışalım:

   
Halkın yabancısı olduğu bir fenalığı onlara öğretip yaygın hale getiren, yanlış fikirleri ve sapık ideolojileri halkın zihinlerine enjekte eden, ruhlara ahlaksızlık tohumlarını serpiştiren kimseler, baştan çıkardıkları kimselerin kazandıkları günahın bir mislini yüklenmiş olurlar.

    
Kan dökme ve cinayet işleme gibi suçlardan habersiz olan bir toplulukta halkın asabını bozup öfkesini tahrik eden kimseler, insanları parçalayıp İslamî vahdeti bozan fesatçılar, bir zümreye telkin ettiği fenalığın benzerini diğer tarafa aşılamak suretiyle meydana getirdikleri hadiselerden doğacak sorumluluk ve günahın bir mislini de kendileri yüklenmiş olurlar. Bu konuda Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

    
“Zulme öldürülen hiçbir şahıs yoktur ki Âdem (AS)’ın ilk oğlu (Kâbil) üzerine, onun kanını akıtmaktan dolayı bir günah nasibi ayrılmış olmasın. Zira o, adam öldürme çığırını ilk açandır.”

    
Doğruluğu şiar edinen bir muhitte yalancılığı yayan, ticarette, mahkeme salonlarında ve pazaryerlerinde yalan söylemeyi bir beceri gibi gösteren ve insanların birbirlerine olan güvenlerini sarsan bir şahıs, ruhlara ektiği yalancılık tohumlarından yetişen zararlı meyvelerin günahına ortak olur. Yalanla yakılan canda, yalanla sarsılan imanda, yalanla yıkılan ocakta ve yalanla biriktirilen sermayede bu kötü huyu halka aşılayan kimsenin cürüm ortaklığı vardır.

    
Halkı tenvir için neşredilmesi gereken kitap ve mecmuaları, insanları yanlış yollara saptırmak için bir vasıta olarak kullanan bedbahtlar, halkın bediî zevkleri yerine behimî hislerini harekete geçirerek menfaat temin etme yolunda öncülük yapanlar, çöken ahlakın, gevşek karakterlerin, sarsılan terbiye temellerinin, çiğnenen iffet ve haysiyet bünyanının harap olmasını önderlik yaptıklarından dolayı büyük bir sorumluluk altına girmiş ve bu suçları irtikâp edenlerin günahı kadar vebal yüklenmiş olurlar. Bu hususta Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor:

    
“Kim İslam sahasında iyi bir çığır açarsa, açtığı çığırın ecri ve kendisinden sonra o yolda amel edenlerin ecrinin bir misli, onların sevaplarından hiçbir şey eksilmeksizin kendisinin olur. Kim de İslam’da kötü bir çığır açacak olursa, açtığı çığırın ağır günah yükü ve kendisinden sonra o çığırda iş görenlerin yüklendiği vebal, onların günah yüklerinden hiçbir şey eksilmeksizin o kimsenin üzerine yüklenmiş olur.”

    
Düşünce ve niyeti iyi olan ve halkın iyileşmesi için gayret gösteren insanları, Allah hayır kapılarının anahtarı haline getirir. Bu faziletli insanlar, yılma ve yorulma bilmeden halkın huzuru için gayret gösterirler. Fıtratlarındaki asalet, niyetlerindeki ihlâs, çalışmalarındaki doğruluk sebebiyle hayrın ve faziletin membaı haline gelirler. Bu yüce hasletle bezenen bir mümin, ağlayan bir yetim veya inleyen bir hasta görecek olsa, onun ıstırabını dindirmeyi kendisi için bir vazife bilir. Bir muhitte faydalı bir müessesenin yapıldığını duysa, maddi ve bedeni imkânlarını o işin yapılması için seferber eder. Bir cemiyette yolunu tayin edememiş, fikrî şaşkınlık ve dalalet içinde bocalayan bir kimse görse, onu irşat etmek için her çareye başvurup o kimseyi doğru yola ve hidayete kavuşturmak ister. Bu husustaki bir ayetle konumuzu bitirelim: Allah şöyle buyuruyor:

 

وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَهْدُونَ بِأَمْرِنَا وَأَوْحَيْنَا إِلَيْهِمْ فِعْلَ الْخَيْرَاتِ وَإِقَامَ الصَّلَاةِ وَإِيتَاء الزَّكَاةِ وَكَانُوا لَنَاعَابِدِينَ:

“Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.”   (ENBİYA SURESİ – 73. AYET)

 

KAYNAK : KÜRSÜDEN MÜMİNLERE SOHBETLER      MEHMET EMRE

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi15
Bugün Toplam616
Toplam Ziyaret4706907
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI