• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











İsra ve Mirac

İSRA VE Mİ’RAC

 

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ:

 

   “Kulu Muhammed (SAV)’i bir gece Mescid-i Haram’dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.”  (İSRA     SURESİ – 1.AYET)

 

   İsrâ, gece yürüyüşü demektir. Peygamberimiz (SAV)’in, biraz sonra açıklayacağımız bu akıllara durgunluk veren mucizesi geceleyin olduğu için bu adı almıştır. Kur'an-ı Kerim, bu olayı bu kelime ile ifade etmiştir. Mi’rac ismi de yükseğe çıkmak manasına olan “uruc”tan alınmıştır ki, merdiven, asansör demektir. Mi’rac ile ilgili hadislerde bu kelime kullanılarak “Yükseğe çıkarıldım” buyrulduğundan bu olaya “Mi’rac” da denmiştir. İslâm dünyasında bu olay genelde bu kelime ile bilinmektedir. Sözlük anlamları bu olan İsrâ ve Mi’rac, Peygamberimiz (SAV)’in üstün makamlara yükselişi ve Allah’ın yüce katına kabul edilişi olayıdır. Yüce yaratıcıya yakınlığın en üstün derecesi olan Mi’rac, beşer anlayışı çizgisinin ötesinde bir olaydır. Çünkü bu olayın fizik kanunları ile açıklanması mümkün değildir.

 

OLAY NEREDE VE NE ZAMAN MEYDANA GELMİŞTİR?

 

     Mi’rac olayının ne zaman meydana geldiği kesin olarak bilinmemektedir. Bunun sebebi İslâmiyet’ten önce cahiliyet zamanında Araplar arasında yıl ve tarihin olmayışıdır. Kesin olarak bilinen, Mi’rac’ın Hicretten önce Mekke’de meydana gelmiş olmasıdır. Tarihi, ayı ve günü konusunda birbirinden farklı rivâyetler vardır.Biz zamanı da dikkate alarak önemli bazı rivâyetleri özet olarak nakletmekle yetineceğiz.

     Büyük hadis ve kelâm âlimi olan ve 1448–1517 tarihleri arasında yaşamış bulunan Kastalânî, Peygamberimiz (SAV)’in hayatı üzerine yazdığı “el-Mevâhibu'lledünniyye” adlı eseri ve 1710 tarihinde vefat etmiş olan Zürkânî'nin şerh ettiği bu eserde şu bilgilere yer verilmiştir:

     Ünlü âlim ve tarihçi İbni Kuteybe ile allâme İbni Abdülberr, Mi’rac’ın, kamerî aylardan Recep ayında olduğunu söylerler. İmam Nevevî bu tarihi gerçeğe daha yakın bulur. Ayrıca hadis âlimi Abdülganî el-Makdisî de bu tarihi kabul eder, hatta Mi’rac’ın Recep ayının 27’nci cuma gününde vuku bulduğunu söyledikten sonra: “Müslümanlar bu tarihi benimsemiş bulunuyor ve bunu en doğru rivayet kabul ediyorlar.” der. Mi’rac hakkındaki ihtilâf, sadece vuku bulduğu tarih konusunda değildir. Olayın nasıl olduğu, ruh ile mi, ceset ile mi vuku bulduğu da ihtilâflıdır. Bu konuda farklı görüşler olmakla beraber âlimlerin çoğunluğuna göre; Mi’rac hem ruh ve hem de cesetle birlikte meydana gelmiştir. Esasen bu konudaki ayet ve hadisler incelendiği ve Mi’rac’ın Mekke’li müşrikler arasında meydana getirdiği yankı dikkate alındığında çoğunluğun görüşünün doğru olduğu yani Mi’rac’ın hem ruh ve hem de cesetle birlikte olduğu anlaşılır. İşte buna göre İslâm dünyasında Mi’rac Recep ayının 27'nci gecesinde kutlana gelmiştir.

 

OLAY NASIL OLDU?

 

     Buhârî ve Müslim’de yer alan rivayetlere göre olay şöyle olmuştur:

     Peygamberimiz (SAV) Mekke’de, evinde iken veya Kâbe’de bulunduğu sırada Cebrail (AS) bazı meleklerle birlikte gelerek Peygamberimiz (SAV)’in göğsünü açmışlar, içini zemzem ile yıkadıktan sonra hikmet ve iman nuru doldurmuşlardır. Peygamberimiz (SAV)’le ilgili göğüs açma (Şerh-ı sadr) denilen olay budur. Ancak bu olay ne zaman ve nerede olmuştur? Bu, ihtilaflıdır. Bazıları bunun, sütannesi Halime’nin yanında iken çocukluğunda olduğunu söylerken, diğer bazıları ise bir defa Halime yanında, bir defa da Mi’rac’tan önce olmak üzere iki defa olduğunu söylerler. Şah Veliyyullah ed-Dehlevî, bu olayı yani göğüs açma olayını manevî bir operasyon olarak değerlendirir ve: “Peygamberimiz (SAV)’in ruhunda meleklik ruhunun üstün gelmesi, tabiat özelliklerinin yok olması, tabiatın, kutsiyet âleminin ilhamlarına tabi olması.” ile yorumlamaktadır.

     Bir gün peygamberimiz (SAV)’e soruldu: “Ey Allah'ın Resulü, göğüs açılır mı? Peygamberimiz (SAV): “Evet, açılır.” buyurdu. “Nasıl olur? Diye sorduklarında, Peygamberimiz (SAV): “Bir nurdur ki, Allah onu müminin kalbine atar o da onunla ferahlanır, açılır.” buyurdu. “Onun alâmeti nedir” dediler. Peygamberimiz (SAV):“Aldanma yurdu (dünyadan) uzaklaşmak, ebediyet yurduna (ahirete) yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlanmaktır.” buyurdu.

     Peygamberimiz (SAV)’in Mi’rac’tan önce göğsünün açılması, o muazzam olaya bir hazırlık, göreceği olaylar karşısında rahat olması ve kendini kaybetmemesi içindir.

     Daha sonra Cebrail (AS),Peygamberimiz (SAV)’i Burak’a bindirerek birlikte Kudüs’teki Mescîd-i Aksa’ya geldiler. Manevî bir binit olan Burak’ı Peygamberimiz (SAV) şöyle tarif ediyor: “Bu, merkepten büyük, katırdan küçük, uzun ve beyaz bir hayvandı. Adımını gözünün görebildiği en son noktaya koyardı.”

     İsrâ suresinde Mi’rac’ın bu bölümü ile ilgili şöyle buyrulmaktadır:

 

سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ:

 

     “Kulu Muhammed’i bir gece Mescîd-i Haram’dan, kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için çevresini mübarek kıldığımız Mescîd-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.”  (İSRA SURESİ – 1. AYET)

     Peygamberimiz (SAV),burada (peygamberlerin ruhlarına iman olarak) namaz kılmış ve bütün peygamberler de onunla beraber kılmışlar. Sonra Mi’rac getirildi. (Mi’rac, asansör gibi yükseğe çıkaran manevî bir araçtır. Buna Cebrail (AS) ile beraber bindiler ve göklere çıktılar. Birinci semaya vardıklarında, Cebrail (AS):“Açınız.” dedi. İçerden bir ses:“Kimsin?”” diye sordu. “Ben Cebrail’im.” “Yanında kimse var mı?” “Muhammed (SAV) var.” “Muhammed (SAV) gönderildi mi?” (Peygamber olarak görevlendirildi mi?) “Evet, gönderildi.” Kapı açıldı ve Peygamberimiz (SAV), birinci semaya varmış oldu. Orada, sağında ve solunda birçok gölgeler olan bir adam gördü. Bu adam, sağına baktıkça gülümsüyor, soluna baktıkça da ağlıyordu. Peygamberimiz (SAV)’i görünce: “Merhaba sâlih peygamber, hoş geldin, iyi oğul.” dedi. Peygamberimiz (SAV), Cebrail (AS)’a kim olduğunu sordu. Cebrail (AS) da Hz. Âdem (AS) olduğunu söyledi. Etrafındaki gölgeler de onun soyu idi. Sağındakiler cennetlik olanlar, solundakiler de cehenneme girecek olanlardı. Onun için Hz. Âdem (AS) sağına baktıkça seviniyor, gülüyordu. Soluna baktıkça da üzülüyor ve ağlıyordu. Peygamberimiz (SAV) Cebrail (AS)’ın kılavuzluğunda yoluna devam etti. İkinci semaya vardılar. Orada birinci semada olduğu gibi aynı sorular soruldu ve aynı cevaplar verildi. Böylece her semada bir peygamber ile karşılaştılar.

     İkinci semada Yahya (AS) ve İsa (AS), üçüncü semada Yusuf (AS), dördüncü semada İdris (AS), beşinci semada Harun (AS), altıncı semada Musa (AS) ve yedinci semada İbrahim (AS) ile karşılaştılar. Karşılaştığı peygamberlerin her biri kendisini selâmlamış: “Hoş geldin sâlih peygamber, iyi kardeş.” dediler. Daha sonra “Sidretü'l-Münteha” ya vardılar. Sidretü’l-münteha, gökleri, cennetleri kucaklayan ulu varlık ağacıdır. Peygamberlerin ve meleklerin erebildikleri ilmin son noktasıdır. Ondan ilerisine ne bir melek ne bir peygamber yaklaşamaz. İlerisi gayb âlemidir. Allah’tan başka kimsenin ilmi oraya ulaşmaz.

     Peygamberimiz (SAV),Sidretü’l-Müntehâ’ya varınca Necm sûresinde ifade edildiği üzere:

إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى:

 

     “Sidre’yi bürüyen bürümüştü.”  (NECM SURESİ – 16. AYET)

     Yani Sidre’yi bir nur kaplamıştı. Bundan ötesi tarif ve beyana sığmayan bir âlemdi. Buraya kadar Peygamberimiz (SAV)’e arkadaşlık ve kılavuzluk eden Cebrail (AS) burada kaldı ve: “Bir parmak ucu daha öteye yaklaşmış olsaydım yanardım.” dedi. Bundan sonra Peygamberimiz (SAV) “Refref” ile yükselip Allah’ın divanına yaklaştı. (Refref, görmeye engel geniş örtü ve perde demektir ve Allah’ın divanı hadimlerinden biridir.) Nitekim Mevlid’de Süleyman Çelebi bu anı tarif ederken:

     “Söyleşürken Cebrail ile kelâm,

     Geldi Refref önüne verdi selâm,

     Aldı ol şah-ı cihanı ol zaman,

     Sidreden gitti ve götürdü heman.”

     Mi’rac’ın bundan sonraki esrar dolu ulvî sahneleri ise Necm suresinde şöyle ifade edilmektedir:

 

فَأَوْحَى إِلَى عَبْدِهِ مَا أَوْحَى:مَا كَذَبَ الْفُؤَادُ مَا رَأَى:أَفَتُمَارُونَهُ عَلَى مَايَرَى:وَلَقَدْ رَآهُ نَزْلَةً أُخْرَى:عِندَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهَى:عِندَهَا جَنَّةُ الْمَأْوَى:إِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشَى:مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغَى:لَقَدْ رَأَىمِنْ آيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرَى:

 

“Allah o anda kuluna vahyedeceğini etti. Muhammed (SAV)’in gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı. Ey inkârcılar onun gördüğü şey hakkında kendisi ile tartışıyor musunuz? Andolsun ki Muhammed (SAV), Cebrail (AS)’i sınırın sonunda (Sidretü'l-Münteha’da) başka bir inişte de görmüştür. Orada Me’vâ cenneti vardır. Sidre’yi bürüyen bürüyordu. Muhammed'in gözü oradan ne kaydı ne de onu aştı. Andolsun ki Rabbinin varlığının büyük delillerini gördü.”  (NECM SURESİ – 10/18. AYETLER)

Ayet-i Kerime’lerde Peygamberimiz (SAV)’e vahyedildiği bildiriliyor, ancak neyin vahyedildiği açıklanmıyor. Bu makamda Peygamberimiz (SAV)’e üç ilâhî ihsanda bulunulduğu hadis-i şeriflerde ifade ediliyor. Bunlar:

1-) Beş vakit namaz Mi’rac hediyesi olarak Peygamberimiz (SAV)’in getirdiği beş vakit namaz, aynı zamanda müminin Mi’rac’ı sayılmıştır.

2-) Allah’a ortak koşmayanların bağışlanacağı müjdesidir.

3-) Bakara suresinin sonundaki üç ayet ki, İslâm’ın temel inanç esaslarını tamamlamakta ve Müslümanların çektiği üzüntü ve sıkıntıların sona erdiği müjdelenmektedir.

     Ayet-i Kerime’ler mealen şöyledir:

 

لِّلَّهِ ما فِي السَّمَاواتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَإِن تُبْدُواْ مَا فِي أَنفُسِكُمْ أَوْ تُخْفُوهُ

يُحَاسِبْكُم بِهِ اللّهُ فَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاءُوَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ:آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَاوَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ:لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْساً إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَتُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَاأَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِالْكَافِرِينَ:

 

     “Gökte ve yerdekilerin hepsi Allah’ındır. İçinizdekileri açığa vursanız da gizlesiniz de Allah ondan dolayı sizi hesaba çekecektir. Sonra dilediğini affeder, dilediğine azap eder. Allah her şeye kadirdir. Peygamber Rabbi tarafından kendisine indirilene iman etti, müminler de iman ettiler. Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Rabbimiz, affına sığındık, dönüş sanadır, dediler. Allah her şahsı, ancak gücünün yettiği ölçüde yükümlü kılar. Herkesin kazandığı (hayır) kendisine, yaptığı kötülük de kendinedir. Rabbimiz, unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma. Ey Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır bir yük yükleme. Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği işler de yükleme. Bizi affet. Bizi bağışla. Bize acı. Sen bizim Mevlâ’mızsın. Kafirler topluluğuna karşı bize yardım et.”   (BAKARA SURESİ – 284.285.286. AYETLER) Âmin…

     İşte Peygamberimiz (SAV)bu müjdelerle Mi’rac’tan dönüyordu. Peygamberimiz (SAV) Mi'rac’ta Allah’ı Gördü mü? Yukarıda özetlediğimiz Mi’rac, peygamberler arasında yalnız Muhammed Mustafa (SAV)’e nasip olmuştur.

     “Muhammed”den diğer yok dâhil olmuş Kâbe Kavseyn’e,

     Kirâm-ı Enbiyâ’dan girmedi bir ferd o mabeyne,

     Haremgâh-ı visale Ahmed'i tenha alıp Mevlâ,

     O halvet mahsus oldu. Hazret-i Sultan-ı Kevneyne.”

     Yani Muhammed (SAV)’den başka Kâbe Kavseyn’e giren yoktur. Büyük peygamberlerden hiç kimse o saraya girmedi. Sevgili ile buluşma haremine yüce Allah Ahmed (SAV)’i yalnız aldı. O baş başa kalma iki cihan sultanına tahsis edildi.

     Olay esnasında Peygamberimiz (SAV),pek çok ilâhî ayetler görmüştür ki, sahih hadislerde bunlara işaret edilmiştir. Esasen Kur’an-ı Kerim, Peygamberimiz (SAV)’in Mi’rac’ının sebebi açıklarken:

      “Kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için.” buyurmuştur.

     O gece Peygamberimiz (SAV) pek çok şey gördü, ancak Allah’ı gözleriyle görmüş müdür? Bu hususta ne Kur’an-ı Kerim’de ve ne de hadislerde kesin bir ifade bulunmamaktadır. Bunun için bu konuda İslâm âlimleri arasında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu husus ile ilgili görüşlere ve bu görüşlerin dayandığı delillere yer vermeden önce bir hususu açıklamakta yarar vardır. O da Allah’ı görmenin caiz olup olmadığı hususudur. Akaid kitaplarında konu ile ilgili şu ifade yer almaktadır:

     “Allah’ı görmek aklen caiz ve naklen sabittir.” Yani Allah’ı görmenin imkânsız olduğuna dair aklî bir delil bulunmamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de de Allah'ın görülebileceğini gösteren ayetler vardır:

 

وَلَمَّا جَاء مُوسَى لِمِيقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُ قَالَ رَبِّ أَرِنِي أَنظُرْ إِلَيْكَ قَالَ لَن تَرَانِي وَلَـكِنِ انظُر إِلَى الْجَبَلِ فَإِنِ اسْتَقَرَّ مَكَانَهُ فَسَوْفَ تَرَانِي:

 

     “Musa, “Ey Rabbim, bana kendini göster, sana bakayım.” dedi. Allah: “Sen beni göremeyeceksin, ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de beni göreceksin.” buyurdu.”   (A’RAF SURESİ – 143. AYET)

     Bu ayet-i kerime Allah’ı görmenin mümkün olduğuna iki yönden delâlet etmektedir. Birisi, Hz. Musa (AS),Allah’ı görmek istemiştir. Eğer Allah’ın görülmesi mümkün olmasaydı, o böyle bir istekte bulunmayacaktı. Çünkü bir peygamberin Allah hakkında caiz ve mümteni olan şeyleri bilmesi gerekir.

     Diğeri ise, Allah Teâlâ yüce zatının görülmesini dağın yerinde kalmasına bağlamıştır. Dağın yerinde kalması ise mümkün olan bir şeydir. O halde Allah’ın görülmesi de mümkündür.

     Ayrıca müminlerin kıyamet günü Allah’ı göreceklerine dair ayetler ve sahih hadisler vardır.

     Bu kısa açıklamadan sonra şimdi konumuza dönelim ve Peygamberimiz (SAV)’in Mi’rac’da Allah’ı görüp görmediğini inceleyelim.

     Mi’rac olayına ışık tutan ayetlerde Peygamberimiz (SAV)’in Allah’ı gördüğüne dair açık bir şey yoktur. Bu olayın bazı safhalarını açıklayan ayetler Ashâb-ı Kiram tarafından farklı şekillerde yorumlanmıştır. Kadı Iyad İslâm âlimlerinin bu konuda farklı görüşler ortaya koyduklarını söylüyor.

     Hz. Aişe  (RA) ve taraftarları Peygamberimiz (SAV)’in Mi’rac’da Allah’ı gözleri ile uyanık halde görmediğini söylerken, İbni Abbas (RA) ve onun görüşünü benimseyenler, bunun aksini savunarak Allah’ı gördüğünü iddia ediyorlar.

     Mesrûk (RA) şöyle demiştir:

     Hz. Aişe (RA)’ya: “Valide! Muhammed (SAV) Rabbini gördü mü?” O: “Söylediğin sözden tüylerim diken diken oldu. Nasıl oluyor da bunu bilmiyorsun. Üç şey vardır ki, onları her kim sana söylerse yalan söylemiş olur: Her kim Muhammed (SAV) Rabbini gördü derse yalan söylemiş olur.” dedi ve sonra:

 

لاَّ تُدْرِكُهُ الأَبْصَارُ وَهُوَ يُدْرِكُ الأَبْصَارَ وَهُوَ اللَّطِيفُ الْخَبِيرُ:

 

     “Onu gözler idrak edemez. O ise bütün gözleri idrak eder. O, gerçek lütuf sahibidir. Her şeyden de haberdardır.”  (EN’AM SURESİ - 103. AYET)

 

وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ أَن يُكَلِّمَهُ اللَّهُ إِلَّا وَحْياً أَوْ مِن وَرَاء حِجَابٍ أَوْ يُرْسِلَ رَسُولاً فَيُوحِيَ بِإِذْنِهِ مَا يَشَاءُ إِنَّهُ عَلِيٌّ حَكِيمٌ:

 

 

     “Ya bir vahiy ile ya bir perde arkasından yahut bir elçi gönderip de kendi izniyle dileyeceğini vahyetmesi olmadıkça, Allah'ın hiçbir beşere söz söylemesi vaki olmamıştır.”   (ŞURA SURESİ - 51. AYET) ayetlerini okudu.

      “Sana her kim yarın ne olacağını bildiğini söylerse yalan söylemiş olur.” dedi ve:

 

وَمَا تَدْرِي نَفْسٌ مَّاذَا تَكْسِبُ غَداًوَمَا تَدْرِي نَفْسٌ بِأَيِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللَّهَ عَلِيمٌ خَبِيرٌ:

 

     “Hiçbir kimse, yarın ne kazanacağını bilemez.”  (LOKMAN SURESİ - 34. AYET) ayetini okudu.

      “Her kim sana Peygamber (SAV)’in bir şey sakladığını söylerse yalan söylemiş olur.” dedi ve:

 

يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ بَلِّغْ مَا أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ وَإِن لَّمْ تَفْعَلْ فَمَا بَلَّغْتَ رِسَالَتَهُ وَاللّهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِرِينَ:

 

     “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan Allah’ın peygamberliğini tebliğ ve ifa etmemiş olursun.”  (MAİDE SURESİ – 67. AYET) ayetini okudu.

     (Hz. Aişe (RA) devamla) “Fakat peygamberimiz (SAV) Cebrail (AS)’ı kendi suretinde iki defa gördü.” dedi.  

     İbni Mes’ûd (RA) da Hz. Aişe (RA)’nın görüşündedir.  

     Ebû Zer (RA) de şöyle demiştir: “Peygamberimiz (SAV)’e sordum: “Ey Allah’ın Resulü! Rabbini gördün mü?” dedim. Peygamberimiz (SAV): “O, bir nur, O’nu nasıl göreyim.” buyurdu.

     Hz. Aişe (RA) ve onunla birlikte ashaptan bazılarının, Peygamberimiz (SAV)’in Allah’ı gördüğünü kabul etmemelerine karşılık İbni Abbas (RA) ve onunla birlikte diğer bazı sahabeler ve bazı İslâm âlimleri Mi’rac’da Peygamberimiz (SAV) Allah’ı görmüştür. Demişlerdir.

     İkrime (RA) şöyle demiştir: “İbni Abbas (RA): “Muhammed (SAV) Rabbini gördü .” dedi. Ben: “Gözler O’nu idrak edemez.” buyrulmuyor mu? Dedim, İbni Abbas (RA): “Allah gerçek nuru ile tecelli ettiği zaman öyledir.”diye cevap verdi.

     Yine İbni Abbas (RA): “İbrahim (AS)’ın Allah'ın dostu olmasına, Musa (AS)’ın Allah ile konuşmasına ve Muhammed (AS)’ın Allah’ı görmesine şaşıyor musunuz?” demiştir.

     Görülüyor ki, Peygamberimiz (SAV)’in Mi’rac’da Allah’ı görüp görmediği konusunda iki görüş vardır. Hz. Aişe (RA) ve taraftarlarına göre Peygamberimiz (SAV) Allah’ı görmemiş; İbni Abbas (RA) ve onun görüşünde olanlara göre ise, Allah’ı görmüştür.

     Bu incelemeden de anlaşılacağı üzere bu hususu ifade eden kesin bir şey yoktur. Sadece Mi’rac’tan söz eden ayetlerin bir kısmının ashap tarafından farklı yorumlanması sonunda bu görüşler ortaya çıkmış bulunmaktadır. Esasen Hz. Aişe (RA) ile İbni Abbas (RA)’ın kesin olarak ayrı görüşte oldukları da söylenemez. Hz. Aişe (RA) Peygamberimiz (SAV)’in uyanık halde gözleriyle Allah’ı görmediğini söylerken, İbni Abbas (RA) da onun kalbi ile Allah’ı görmüş olduğunu iddia etmiş alması muhtemeldir. Böylece her ikisinin görüşü telif edilmiş olur.

     Nitekim İkrime (RA)’nin İbni Abbas (RA)’dan rivâyetine göre, İbni Abbas (RA) şöyle demiştir: “Muhammed (SAV)’in gözünün gördüğünü gönlü yalanlamadı.” âyet-i kerime’sinin tefsirinde, “O’nu kalbi ile gördü.” demiştir. 

     Ata’nın da İbni Abbas (RA)’tan aynı mealde rivayeti vardır. Hatta İbni Abbas (RA)’ın: “Resûllah  (SAV) Rabbini gözü ile değil, kalbi ile görmüştür.” dediği de rivayet edilmiştir.

     En doğrusunu Allah bilir.

     Peygamberimiz (SAV) böylece bu mübarek yolculuğu tamamlayarak aynı gece evine döndü.

Mİ’RAC’IN YANKILARI

 

     Peygamberimiz (SAV) evine döner dönmez gece olup bitenleri ailesine ve arkadaşlarına anlattı. Her söylediğinin gerçek olduğunda şüphe olmayan Peygamberimiz (SAV)’e ailesi ve arkadaşları inanmıştı. Mekke’lilerin bazıları olayı duyar duymaz şaşkına dönmüşler bir gecede bu kadar yerler hiç gezilir mi? demişlerdi. Çünkü onlar Mi’rac’taki üstün gerçekleri kavrayacak seviyede değillerdi. Bu sebeple Mi’rac olayı, kendilerine anlatınca inanmadılar. Her şeyi maddî ölçülere göre değerlendirdikleri için böyle şey olur mu? Dediler. Kâinatta olup bitenlerden, Allah’ın sonsuz kudretinden haberleri yoktu. Her yeni şeye karşı gelen cahil halk seviyesinden yükselmiş değillerdi. Kervanların bir ayda gidip bir ayda geldikleri mesafeyi Muhammed (SAV) bir gecede nasıl alabilecek, dediler. Hâlbuki Hz. Muhammed (SAV) onların kullandıkları vasıtaları kullanmış değildi. O, Burak’'a binmişti. Burak, şimşek manasındaki berk kökünden gelir. O halde Mi’rac’ta şimşek sürati vardır. Mekke’liler bu olay karşısında şaşkına döndüler. Hemen Ebû Bekir (RA)’e koştular ve Peygamberimiz (SAV)’in İsrâ’ya dair verdiği haberi ona naklettiler. Hz. Ebû Bekir (RA) onlara: “Muhammed (SAV)’in doğru sözlü olduğuna kanaatim vardır. Bu kanaatimi size de bildiririm.” dedi. Onlar: “Demek Muhammed (SAV)’in bir gecede Mescîd-i Aksâ’ya gidip sonra dönüp geldiğini sen de tasdik mi ediyorsun?” dediler.

     Hz. Ebû Bekir (RA): “Evet, tasdik ediyorum. Değil bu, bundan daha ziyade uzaklarına da, meleklerin gökten haber getirdiklerine de inanmışımdır.” dedi. Bu cihetle Ebû Bekir (RA)’a “Sıddık” denildi. Peygamberimiz (SAV)’in daha önce Mescîd-i Aksâ’ya gitmediğini biliyorlardı. Onun için kendisine Mescîd-i Aksâ ile ilgili sorular sordular. Peygamberimiz (SAV) çok bunaldı. Çünkü bir an uğrayıp geçtiği bir yer hakkında ne kadar bilgisi olabilirdi. Kendisi bu anı şöyle anlatıyor:

     “Kureyş beni yalanlayınca, Mescîd-i Haram’a gidip Hicr’de ayakta durdum. Bundan sonra Allah bana Beyt-i Makdis ile gözümün arasındaki mesafeyi kaldırdı da ne sordularsa oraya bakarak haber vermeye başladım.”

     İşte Mi’rac ve safhaları kısaca böyle.

     Müminin Mi’rac’ı sayılan namazın farz kılındığı bu mübarek gecede yüce yaratıcıya yönelmeli, O’ndan af ve bağış dilemeliyiz. Birbirimize sevgi ile yaklaşmalı, düşmanca davranışlardan uzak durmalıyız. Sağlıkla kavuştuğumuz bu kutlu günleri değerlendirmeli ve Allah’ın lütfettiği sayısız nimetlerine şükretmeliyiz.

     Bu duygularla hepinizin Mi’rac kandilini kutlar, bu mübarek gecenin hepimiz için hayra vesile olmasını yüce Mevlâ’dan dilerim.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi18
Bugün Toplam884
Toplam Ziyaret4707175
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI