• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Kaza ve Kaderin Anlamı ve Tanımı

KAZA VE KADERİN ANLAMI VE TANIMI

 

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداًوَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيراً:

 

     “Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mahlûkatın mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir.” (FURKAN SURESİ – 2. AYET)

 

     Sözlükte ölçü, miktar, bir şeyi belirli bir ölçüyle yapmak ve belirlemek anlamlarına gelen kader; Allah’ın, ezelden ebede olacak şeylerin zamanını, yerini, özelliklerini, niteliklerini ve nasıl olacaklarını ezelî ilmiyle önceden bilip takdir etmesi demektir. Buna göre kader, Allah’ın ilim sıfatıyla ilgilidir.

     Sözlükte hüküm, emir, işi bitirme ve yaratma gibi anlamlara gelen kaza ise; Cenab-ı Hakk’ın ezelî ilmiyle takdir buyurduğu şeylerin sırası geldiğinde, onları, o takdire uygun bir biçimde meydana getirmesini irade edip yaratması demektir. Bu tariften da anlaşılacağı üzere kaza, Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvin sıfatlarıyla ilgili bulunmaktadır.

     Kader, İslâm dininde iman edilmesi farz olan esaslardan biridir. Kadere iman, Allah’a iman etmenin bir gereğidir. Bu bakımdan, Allah’a ve sıfatlarına inanan bir insan, kadere de inanmış olur. Kısacası kader, her yönüyle tevhit inancına dayanmaktadır. Dolayısıyla kaza ve kadere inanmak, iman ve küfür, sevap ve günah, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız, kısacası hayır ve şer… Hepsinin, Allah’ın bilmesi, dilemesi ve yaratmasıyla olduğuna ve ondan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir.

     Vahiy meleği Cibril (AS), insan suretinde gelip Peygamberimiz (SAV)’e, “Bana imanın ne olduğunu bildir.” dedi. Hz. Peygamber (SAV) de: “İman; Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe iman etmendir, yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir.” diye cevap verdi.

     Bu hadisi şerifte Peygamberimiz  (SAV) bize imanın altı esasını bildirmiştir. Bu altı esastan biri  “kadere iman” etmektir. Kader, ayetlerde şöyle açıklanmaktadır:

 

إِنَّا كُلَّ شَيْءٍ خَلَقْنَاهُ بِقَدَرٍ:

 

     “Biz her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (KAMER SURESİ – 49. AYET);

 

وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ عِندَنَاخَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلاَّ بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ:

 

     “Kâinatta mevcut her şeyin hazineleri ancak bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir miktar ile indiririz.”  (HİCR SURESİ – 21. AYET);

 

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداًوَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيراً:

 

     “Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mahlûkatın mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir.” (FURKAN SURESİ – 2. AYET)

     Kaza ve kader, Allah’ın ilim, irade, kudret ve tekvîn sıfatlarıyla irtibatlı oldukları için, söz konusu dört sıfatın anlamlarını bilmek gerekir.

     1-) İLİM: Gerçeğe uygun olan kesin bilgi, inanç; akıl ve duyuların alanına giren her şeyin tanınmasını sağlayan bir sıfattır. Allah’ın sübûtî sıfatlarından birisi olan ilim, Yüce Allah’ın olmuşu, olanı, olacağı, gizliyi, açığı, kısaca her şeyi, bütün nitelik ve özellikleri ile bilmesi demektir. Allah’ın sınırsız ilmi, Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmaktadır:

 

رَبَّنَا إِنَّكَ تَعْلَمُ مَا نُخْفِي وَمَا نُعْلِنُ وَمَا يَخْفَى عَلَى اللّهِ مِن شَيْءٍفَي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء:

 

     “Rabbimiz! Sen bizim içimizde gizlediğimizi ve açığa vurduğumuzu hep bilirsin. Ne yerde, ne de gökte hiçbir şey, Allah’a gizli kalmaz.” (İBRAHİM SURESİ – 38. AYET);

 

وَعِندَهُ مَفَاتِحُ الْغَيْبِ لاَ يَعْلَمُهَا إِلاَّ هُوَ وَيَعْلَمُ مَا فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلاَّ يَعْلَمُهَا وَلاَ حَبَّةٍفِي ظُلُمَاتِ الأَرْضِ وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ:

 

     “Gaybın (görünmez bilginin) anahtarları O’nun yanındadır. Onları ancak O bilir. Karada ve denizde olanı bilir. Düşen yaprağı, yerin karanlıklarında olan taneyi, yaşı kuruyu – ki bunlar apaçık Kitap’tadır - ancak O bilir.” (EN’AM SURESİ – 59. AYET);

 

اللّهُ يَعْلَمُ مَا تَحْمِلُ كُلُّ أُنثَى وَمَا تَغِيضُ الأَرْحَامُ وَمَا تَزْدَادُ وَكُلُّ شَيْءٍ عِندَهُ بِمِقْدَارٍ:

 

     “Allah, her dişinin neyi yüklendiğini ve rahimlerin neyi eksiltip artırdığını bilir...” (RA’D SURESİ – 8. AYET)

     2-) İRADE: Bir şeyi yapma veya yapmama gücüne sahip olan hayat sahibinin bu iki şıktan birine kendi isteğiyle hükmetmesi, seçmesi, ya da düşüncenin ortaya koyduğu bir gayeye doğru yönelmesi demektir. Bu tarif, Allah’ın ve kulun iradesini kapsamaktadır. Cenab-ı Hakk’ın iradesine “küllî irade”, kulun iradesine ise “cüzî irade” denir. Allah, dilediğini, dilediği anda ve dilediği şekilde yapması demektir. Kur’an, Allah’ın bu sıfatını şöyle açıklar:

 

اللّهُ يَخْلُقُ مَا يَشَاءُ:

     “Allah dilediğini yaratır.” (ÂLİ-İMRAN SURESİ – 47. YET)

     Hz. Peygamber (SAV) de: “Allah’ın dilediği olur, dilemediği olmaz” buyurmuştur.

     Yüce Allah’ın, irade buyurup yaratması, bir ayette şöyle açıklanır:

 

إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئاً أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ:

 

      “Bir şeyin olmasını dilediği zaman, ona ‘ol’ der, o da hemen oluverir.” (YASİN SURESİ – 82. AYET)

     Şeklinde açıklanmaktadır. Çünkü O’nun iradesine ve kudretine mâni olacak, hiçbir irade ve güç yoktur. Tekvin sıfatı ise, O’nun yaratmak ve rızık vermek gibi fiilî sıfatlarının merciidir. Allah’ın irade sıfatını anlatan şu ayetleri de dikkatle okumak gerekir:

وَمَا تَشَاؤُونَ إِلَّا أَن يَشَاءَ اللَّهُ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلِيماً حَكِيماً:

 

     “Sizler ancak Rabbinizin dilemesi (izin vermesi) sayesinde (bir şeyi) dileyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir. Hikmet sahibidir.”  (İNSAN SURESİ – 30. AYET);

 

قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ:

 

     “(Resulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.” (ÂLİ-İMRAN SURESİ – 26. AYET)

     Kâinatta olup bitecek her şey, Allah’ın izni ve iradesine bağlıdır. Kâinatta bulunan veya yaratılan her şey, Allah’ın izni, dilemesi, istemesi, takdiri ve yaratması ile olur. Allah, izin vermeden hiçbir şey vücut bulamaz.

    3-) KUDRET: Allah’ın sübûtî sıfatlarından biri olan kudret, Allah’ın sonsuz güç sahibi olması ve bütün yaratılmışlara, ezelî takdire uygun olarak tesir edip tasarrufta bulunması demektir. O’nun kudretinin yetmeyeceği hiçbir şey yoktur. Çünkü kudretinin zıddı olan acz, Allah hakkında düşünülemez. Allah’ın bir şeye “ol !” demesi ile o şey hemen var olur. Yok olmasını istediği şey de, anında yok olur. Allah için “imkânsız” diye bir şey yoktur. Mutlak manada kâdir, yalnız O’dur. Yaratıkların kudreti, Allah’ın verdiği nispette ve O’nun izni ile kullanılabilen sınırlı bir kuvvettir.

     Allah’ın kâdir ismi, Kur’ân’da ölçen, biçen, biçim veren, takdir eden, programlayan anlamlarında kullanılmaktadır:

فَقَدَرْنَا فَنِعْمَ الْقَادِرُونَ:

 

     “Ölçtük, biçtik. Ne güzel biçim vereniz biz.”   (MÜRSELAT SURESİ – 23. AYET)

     Ayeti, buna örnektir. Gökleri, yerleri, nehirleri, dağları, geceyi, gündüzü, ayı, güneşi... Yani, bütün varlıkları düzene koyan, görevlerini programlayan Allah’tır.

 

الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَلَمْ يَتَّخِذْ وَلَداًوَلَمْ يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ وَخَلَقَ كُلَّ شَيْءٍ فَقَدَّرَهُ تَقْدِيراً:

 

     “...(O,) her şeyi yaratmış, ona düzen vermiş, mukadderatını (yeteneklerini, özelliklerini, görevlerini) tayin etmiştir.”   (FURKAN SURESİ – 2. AYET)

     Ayetleri, Allah’ın kudret sıfatını anlatmaktadır.

     4-) TEKVİN: Allah’ın sübûtî sıfatlarındandır. Mümkinata taalluk eden ve ilâhî iradeye uygun olarak icat ile tesirde bulunan bir sıfattır. Bu duruma göre tekvin, ilim, kudret ve irade sıfatlarından farklıdır. Bir şeyin olmasını veya olmamasını aklın “olabilir” (mümkün) diye karşıladığı şeylerle ilgili bir sıfattır.

     İnsan fiilleri ve kaderle ilgisi: Her şey, Allah’ın izni, dilemesi ve yaratmasıyla var olduğu gibi, insanların mümin veya kâfir olması; herhangi birisinin malına, canına, evlâdına, maddî veya manevî, sözlü veya fiili, hoşuna gidecek veya gitmeyecek, iyi ya da kötü bir şeyin gelmesi; acı bir hadise, belâ, felâket ve musibetin dokunması gibi olayların hepsi kaderde vardır ve hepsinin, ancak Allah’ın izni, dilemesi ve yaratmasıyla olduğunu,

 

مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ أَن نَّبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ:لِكَيْلَاتَأْسَوْا عَلَى مَا فَاتَكُمْ وَلَا تَفْرَحُوا بِمَا آتَاكُمْ وَاللَّهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ مُخْتَالٍ فَخُورٍ:

 

     “Yeryüzünde kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır. Elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye (böyle yaptık.) Çünkü Allah, kendini beğenip övünen hiçbir kimseyi sevmez.”  (HADİD SURESİ – 22/23. AYETLER)

Anlamındaki ayet, açıkça beyan etmektedir.

 

İNSANIN İRADESİ VE SORUMLULUĞU

 

      Yüce Allah, insanlara özel bir güç, kuvvet ve irade vermiştir. İnsan, doğuştan hürdür, iradesini dilediği gibi kullanabilmektedir. Allah’a iman edebileceği gibi, inkâr da edebilmektedir. İyi işler yapabileceği gibi, çok fena fiiller de işleyebilir. Çünkü insan, denenmektedir. Yüce Allah bu hususu şöyle açıklamaktadır:

 

إِنَّاجَعَلْنَا مَا عَلَى الْأَرْضِ زِينَةً لَّهَا لِنَبْلُوَهُمْ أَيُّهُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً:

 

      “İnsanların hangisinin daha güzel amel yaptığını deneyelim diye, şüphesiz yeryüzündeki şeyleri ona bir zînet yaptık.”  (KEHF SURESİ – 7. AYET)

     Bunun için insan serbest bırakılmıştır; o, iyi veya kötü ne isterse yapabilir, Allah, ona mâni olmaz, izin verir. Bu gerçeği Kur’an şöyle açıklar:

 

وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ:

 

      “De ki: Hak Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” (KEHF SURESİ – 29. AYET)

     Eğer izin vermezse, insan herhangi bir iş yapmaz. Kâinat ve insan, bütünüyle Allah’ın iradesi ve tasarrufu altındadır. O’nun izni olmadan, hiçbir varlık, kendi başına bir iş yapamaz. Buna göre insan, hayır veya şer, neyi isterse, Allah onu yaratır. İnsanın işte bu isteği, sorumluluğunun esasını oluşturur. Bunun sonucu olarak insanın yaptığı iyilikler kendi yararına, kötülükler de yine kendi zararına olur. Allah, kullarının hakkını asla zayi etmez. Kimseyi yapmadığı veya irade etmediği işlerden sorumlu tutmaz, cezalandırmaz. Bir ayette Kur’an, şöyle buyurur:

مَنْ عَمِلَ صَالِحاًفَلِنَفْسِهِ وَمَنْ أَسَاء فَعَلَيْهَا وَمَا رَبُّكَ بِظَلَّامٍ لِّلْعَبِيدِ:

 

     “Kim iyi bir iş yaparsa kendi lehinedir. Kim de bir kötülük yaparsa kendi aleyhinedir. Rabbin kullara (zerre kadar) zulmedici değildir.”  (FUSSİLET SURESİ – 46. AYET) 

     Kaza ve kaderin, tevekkül, rızık, hidayet ve dalâlet ile ilgisi vardır. Bu kavramların kısaca bir açıklaması ise, şöyledir:

     TEVEKKÜL: Sözlükte dayanma, güvenme, vekil tutma anlamlarına gelen tevekkül; gerekli çalışmaları yapıp sebeplerini bir araya getirdikten sonra, istenilen sonucun alınması hususunda Allah’a güvenmek, teslim olmak ve sonucu O’na havale etmek demektir. Kur’an-ı Kerim’de, Allah’a tevekkül edilmesini istemekte ve şöyle buyurmaktadır:

وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ:

 

      “Müminler, yalnız Allah’a tevekkül etsinler.” (MAİDE SURESİ – 11. AYET)        

     ALLAH’A TEVEKKÜL: Allah’ın yardımını isteme, O’nun adaletine, kimsenin hakkını ve emeğini zayi etmeyeceğine, Salih amellerin sevabını vereceğine, duaları kabul edeceğine inanma ve güvenme demektir. Allah’a tevekkül etmenin şartı, yapmak istediği iş için gerekli kurallara uyarak çalışmak, sonucu da Allah’a havale etmektir. İnsan, öncelikle yapacağı bir işin kurallarını araştırıp öğrendikten sonra, emek verecek, sabırlı olacak ve başarılı olmasını da Allah’tan isteyecektir. Çünkü başarıya ulaştırmak, Allah’a aittir. İşte “Allah’a tevekkül” etmenin gerçek anlamı budur. Bu husus, Kur’an’da şöyle açıklanmaktadır:

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَنُبَوِّئَنَّهُم مِّنَ الْجَنَّةِ غُرَفاً تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الْأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا نِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ:الَّذِينَ صَبَرُوا وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ:

     “İman edip Salih amel işleyenler var ya, onları içinde ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennet köşklerine yerleştireceğiz. Çalışanların mükâfatı ne güzeldir. Onlar, sabreden ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.”    (ANKEBUT SURESİ – 58/59. AYETLER)

وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُ:

     “Allah’a tevekkül edene, Allah yeter.”  (TALAK SURESİ – 3. AYET)

     ECEL: Sözlükte vakit, belirlenmiş bir zaman veya bir müddetin sonu gibi anlamlara gelir. Terim olarak ise ecel, Allah tarafından her canlı için önceden takdir edilen hayat süresi ve bu sürenin sonu olan ölüm vakti demektir. “Ecel”in ölüm ve belirli bir süre anlamına geldiği ise, ayetlerde şöyle açıklanır:

 

وَلِكُلِّ أُمَّةٍ أَجَلٌ فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ:

 

     “Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilir, ne de öne geçebilir.”   (A’RAF SURESİ – 34. AYET)

 

إِنَّ أَجَلَ اللَّهِ إِذَا جَاء لَا يُؤَخَّرُ لَوْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ:

 

      “Şüphesiz, Allah’ın belirlediği vakit gelince ertelenmez. Keşke bilseydiniz.”   (NUH SURESİ – 4. AYET) 

     Her insan ve canlının bir eceli olduğu gibi, toplumların da ecelleri vardır. Ayrıca güneş, ay, dünya ve bu kâinatın dahi, Allah tarafından belirlenmiş bir süresi vardır. Bu sürelerin ne kadar olduğunu ve uzayıp uzamayacağını biz bilememekteyiz. Ömrün uzayacağı ile ilgili bazı rivayetler ise, “ömrün bereketli kılınacağı” şeklinde yorumlanmıştır. Mutezile ve Şia gibi bazı itikâdî mezhepler, iki ecelin olduğunu ve ömürlerinin uzayıp kısalabileceğini savunmuşlarsa da, Ehl-i Sünnet âlimleri, insanların bir tek ecelinin bulunduğunu, bunun da ölümle gerçekleşen vakit olduğunu kabul etmişlerdir. Bu konudaki ayet şöyledir ve ölümün asla ertelenmeyeceğini bildirir:

 

وَلَن يُؤَخِّرَ اللَّهُ نَفْساً إِذَا جَاء أَجَلُهَا وَاللَّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ:

 

      “Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez.”   (MÜNAFİKUN SURESİ – 11. AYET)

     Çünkü ecel, kader ve kaza ile ilişkilidir. Bu da Allah’ın ilim ve irade sıfatlarını ilgilendirir. Bu bakımdan, bir kişinin sağlık kurallarına uyup uymayacağı, herhangi bir kaza, ya da bir katilin eylemine maruz kalıp kalmayacağı ilâhî bilgi ve iradenin kapsamı içindedir. Öyle ise insanların ecellerini yalnız Allah bilir. Sağlıklı bir hayat sürmek için gerekli tedbirleri almak, bir kulluk görevidir.

     RIZIK: Sözlükte nasip, pay ve şans anlamına gelen rızık, maddî ihtiyaç için gerekli olan nimet, insanın yararlanabileceği her türlü mal ve varlık diye de tarif edilmiştir. Allah’ın maddî ve manevî yönden insana sayılamayacak kadar nimetler verdiği, ayette şöyle açıklanmaktadır:

وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَةَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ اللّهَ لَغَفُورٌ رَّحِيمٌ:

 

      “Allah’ın nimetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız. Hakikaten Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”  (NAHL SURESİ – 18. AYET)

     Ehl-i Sünnet âlimleri, rızık, yararlanılmak üzere, Allah’ın canlılara verdiği şey diye tarif eder ve ondan, insan faydalanırsa (yerse) kendisine rızık olur, derler. Helâl veya haram olması, onun rızık olmasına engel değildir. Allah’ın rızkı, dilediğine ölçü ile vermesi, kısması, Kur’an’da şöyle açıklanmaktadır:

 

اللّهُ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَاءُ وَيَقَدِرُ وَفَرِحُواْبِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا:

 

      “Allah dilediğine rızkı açar, bol verir, dilediğinden kısar, az verir...” (RA’D SURESİ – 26. AYET)

     HİDAYET: Sözlükte yol gösterme, doğru yola iletme ve gerçeğe ulaştırma anlamına gelen hidayet, Allah’ın kitap ve peygamberleri vasıtasıyla insanlara doğru yolu göstermesi ve onları bu yola ulaştırması demektir.

     Daha çok insan filleri açısından değerlendirilen hidayet için Allah’ın, peygamber ve kitap göndermesini selef âlimleri yeterli görmekle beraber, insanın gerçeğe ulaşmasını sağlayan ilâhî iradenin, onu hidayete muvaffak kılması ve ilhamı kalbinde yaratıp, hayrı kolaylaştırmasıdır şeklinde açıklamışlardır. Bir ayet şöyledir:

 

مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ:

 

     “Kim Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”  (TEĞABÜN SURESİ – 11. AYET)

     Bu ayette insanın hidayete erme işinin, iradesini o yönde kullanmasıyla birlikte gerçekleştiği bildirilmektedir.

     DALALET: Sözlükte gizleme, kaybolma, sapma, unutma ve doğru yolu bulamama gibi anlamlara gelen dalâlet, hidayet kavramının zıddıdır. Bilerek veya bilmeyerek doğru yoldan sapma demektir. Dalâlet, Kur’an’ın bir ayetinde şöyle yer almaktadır:

 

أُوْلَـئِكَ الَّذِينَ اشْتَرُوُاْ الضَّلاَلَةَبِالْهُدَى فَمَا رَبِحَت تِّجَارَتُهُمْ وَمَا كَانُواْ مُهْتَدِينَ:

 

     “İşte onlar hidayete karşılık, dalâlet satın alanlardır.” (BAKARA SURESİ – 16. AYET)

 

اهدِنَــــاالصِّرَاطَ المُستَقِيمَ:صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ:

 

     “Bize doğru yolu göster, kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil.” (FATİHA SURESİ – 6/7. AYETLER)

     Kur’an’da, Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahiret gününe inanmamak   (NİSA SURESİ – 136. AYET) Allah’a şirk koşmak, zulüm yapmak gibi davranışlar, sapma olarak ifade edilmiştir. Allah’ın insanları saptırması, onların fiillerini kendi iradeleri doğrultusunda yaratması anlamındadır. Dolayısıyla, insanların dalâletinde Allah’ın herhangi bir zorlama ve baskısı yoktur. Çünkü Allah, olmuş ve olacak her şeyi bilir. Hidayet ve dalâletten her biri kulların seçimiyle takdir edilip kazanılmış, ilâhî kaza ve kaderle de yaratılmıştır.

 

SONUÇ

 

     Yukarıda verilen bilerden anlaşılacağı üzere kader; içinde yaşadığımız bu âlem henüz yokken, zaman ve mekândan münezzeh olan Yüce Allah’ın, ezelden ebede yaratmasını irade buyurduğu her şeyi yoktan var etmesi, düzen vermesi, bu düzeni koruması; yaratılan her şeyin zamanını, yerini ve ölçülerini belirlemesi, biçimlendirmesi, tertip ve takdir etmesi anlamında bir ilâhî kanundur. O’nun ilmi, zamanı, mekânı ve her şeyi kuşatır. O, her şeyi, istediği anda yaratma gücüne sahiptir. Kudretine engel hiçbir şey yoktur. Hayatı ve ölümü yaratan, bilmediklerimizi bilen, görmediklerimizi gören, bütün sesleri ve duaları işitip kabul eden, kudretine hiçbir şey ağır gelmeyen, yapamadıklarımızı yapan, her canlıya en elverişli organları var edendir. Canlıların rızkını veren, insanı dünyanın en mükemmel varlığı olarak aratıp sınamak için bu dünyaya gönderen, varlıkları insanın hizmetine veren O’dur. Aynı zamanda canlıların varlıklarını sürdürmeleri için gereken ihtiyaçlarını düzenli bir biçimde karşılayan ve nihayet bu dünyayı, adına “Kıyamet” denilen ölümle sona erdirecek olan, arkasından tüm insanları hesap için mahşerde toplayıp, durumlarına göre onları, cennet veya cehennemde devam edecek olan ebedî hayata sevk edecek olan Allah’tır. İşte kader, bilemediğimiz her şeyi içine alan sırlarla dolu, bu ilâhî tecelliler için kullanılan bir unvandır. Allah’a ait olan bu sırlarla dolu tecellileri, zaman ve mekânla sınırlı bilgi ve aklımızla anlayıp kavramamız, çözümlememiz, elbette mümkün değildir. Çünkü biz, her şeyimizle kaderin içindeyiz. Bütün âlemleri kuşatan, gözümüzün önünde, hatta kendi vücudumuzda işleyen kaderin sırrını, Allah’a havale etmek gerekir. Öyle ise biz, kaderin Allah’a ait bir sır olan tarafıyla değil, sadece kendi fiillerimizle ilgili olanına bakmalı ve onların hayır mı, şer mi olduğunu anlamaya çalışmalıyız.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam555
Toplam Ziyaret4706846
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI