• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Kutlu Doğum Haftası

KUTLU DOĞUM

وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيم:رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاإِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ:رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاًمِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَوَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنتَ العَزِيزُ الحَكِيمُ:

 

“Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah'ın temellerini yükseltiyor (ve şöyle dua ediyorlardı:): Ey Rabbimiz, bizden bunu kabul buyur, sen işitensin bilensin. Ey Rabbimiz, bizi sana boyun eğenlerden kıl, soyumuzdan da sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et; zira tövbeleri çokça kabul eden ancak sensin. Ey Rabbimiz, onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.” (BAKARA SURESİ – 127–129. AYETLER)

     20 Nisan 571 tarihine rastlayan Rebiu'l-evvel ayının 12'nci günü Pazartesi gecesi Peygamberimiz Efendimiz (SAV) dünyayı şereflendirmişlerdir. 14 asır evvel böyle bir gecenin sabahında güneş ufuktan doğmadan insanlığın hayat ufkunda ilâhi bir nur doğmuş oluyordu. Şair ne güzel söylemiş: “Envar ile kâinat doldu, İşte bu gece sabah oldu.”

     Bu gecenin sabahında Hz. İbrahim (AS) ile oğlu Hz. İsmail (AS)’ın duaları ve Hz İsa (AS) müjdesi gerçekleşmiş oluyordu. Kur'an-ı Kerim’de hikâye edildiğine göre Hz. İbrahim (AS) ile oğlu Hz. İsmail (AS), Kâbe'yi inşa ederlerken şöyle dua etmişlerdi:

 

   وَإِذْ يَرْفَعُ إِبْرَاهِيمُ الْقَوَاعِدَ مِنَ الْبَيْتِ وَإِسْمَاعِيلُ رَبَّنَا تَقَبَّلْ مِنَّا إِنَّكَ أَنتَ السَّمِيعُ الْعَلِيم:رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَيْنِ لَكَ وَمِن ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُّسْلِمَةً لَّكَ وَأَرِنَا مَنَاسِكَنَا وَتُبْ عَلَيْنَاإِنَّكَ أَنتَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ:رَبَّنَا وَابْعَثْ فِيهِمْ رَسُولاًمِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَوَيُزَكِّيهِمْ إِنَّكَ أَنتَ العَزِيزُ الحَكِيمُ:

 

     “Bir zamanlar İbrahim, İsmail ile beraber Beytullah’ın temellerini yükseltiyor (ve şöyle dua ediyorlardı): Ey Rabbimiz, bizden bunu kabul buyur, sen işitensin bilensin. Ey Rabbimiz, bizi sana boyun eğenlerden kıl, soyumuzdan da sana itaat eden bir ümmet çıkar, bize ibadet usullerimizi göster, tövbemizi kabul et; zira tövbeleri çokça kabul eden ancak sensin. Ey Rabbimiz, onlara, içlerinden senin ayetlerini kendilerine okuyacak, onlara kitap ve hikmeti öğretecek, onları temizleyecek bir peygamber gönder. Çünkü üstün gelen, her şeyi yerli yerince yapan yalnız sensin.”  (BAKARA SURESİ – 127–129. AYETLER)

        Hz. İsa (AS) da şu müjdeyi vermişti:

 

وَإِذْ قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ يَا بَنِي إِسْرَائِيلَ إِنِّي رَسُولُ اللَّهِ إِلَيْكُم مُّصَدِّقاً

لِّمَا بَيْنَ يَدَيَّ مِنَ التَّوْرَاةِ وَمُبَشِّراً بِرَسُولٍ يَأْتِي مِن بَعْدِي اسْمُهُ أَحْمَدُ فَلَمَّا

جَاءهُم بِالْبَيِّنَاتِ قَالُوا هَذَا سِحْرٌ مُّبِينٌ:

 

     “Ey İsrail oğulları, ben size Allah'ın elçisiyim benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, demişti.”  ( SAFF SURESİ – 6. AYET)

     Bir gün Ashab-ı Kiram Peygamberimiz (SAV)’in hayatının ilk günlerini anlatmasını rica etmişler, O (SAV) da şu sözleri söylemişti: “Ben, atam Hz. İbrahim’in duası, kardeşim Hz. İsa’nın müjdesi, annem Amine’nin rüyasıyım.  Annem bana hamile olduğu sırada bir rüya görmüştü: İçinden bir nur çıkmış ve bu nur Suriye’deki sarayları aydınlatmıştı.”

     Evet, işte bu gecenin sabahında Hz. İbrahim (AS)’ın duasına ve Hz. İsa (AS)’ın müjdesine mazhar olan bu son Peygamber(SAV), bir güneş gibi doğdu. Bu gecenin sabahı gerçekten feyizli bir sabahtı. İnsanlık için yepyeni bir gün doğmuş aydınlık bir devir açılmıştı. Hz. Âdem (AS) ile başlayan tevhid inancı yeniden canlanmış, cehalet ve sapık inançlarla kararan ruhlar, bu doğuşla aydınlığa kavuşmuştu. Bir fazilet güneşi ve hidayet meşalesi olan Peygamberimiz (SAV)’in doğumu, Allah'ın bütün insanlara en büyük nimetlerinden birisidir. Bu hususu Kur'an-ı Kerim şöyle ifade buyurmaktadır:

 

لَقَدْ مَنَّ اللّهُ عَلَى الْمُؤمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولاً مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُواْ مِن قَبْلُ لَفِي ضَلالٍ مُّبِينٍ:

 

     “And olsun ki Allah, müminlere ayetlerini okuyan, onları kötülüklerden temizleyen, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki onlar önceleri apaçık bir sapıklıkta idiler.”  (ALİ-İMRAN SURESİ – 164. AYET)

     Ayet-i Kerime’de ifade buyrulduğu üzere, gerçekten insanlar Peygamberimiz (SAV)’den önce her türlü değer ölçülerini yitirmiş, yollarını şaşırmışlardı. Küfür ve zulüm, gönülleri karartmış, Allah’a giden yoldan uzaklaştırmıştı. Hayır ve fazilet namına hiçbir şey kalmamıştı. Sosyal hayat bozulmuş ahlak bağları tamamen çözülmüştü. Hak, kuvvete boyun eğmiş, merhamet ve şefkat kalplerden silinmişti. Kadın esir muamelesi görmüş, bir eşya gibi alınıp satılmıştı. Kız çocukları acımasızca diri diri toprağa gömülmüştü. Evet, bunları kim söylüyor? Bunları bu toplumun içinde yaşayan insanlar söylüyor. Nitekim Mekke’de gördükleri zulüm ve işkence yüzünden Habeşistan’a göç etmek zorunda kalan ilk Müslümanlar Habeş kralına, hicrete mecbur olduklarının sebeplerini anlatırken, bakınız neler söylüyorlar:

     “Ey hükümdar, biz cehalet içinde yaşayan bir millet idik, putlara tapıyor, lâşe yiyorduk. Fuhuş yapıyorduk. Akraba ile münasebeti kesiyor, komşularımıza kötülük yapıyorduk. Kuvvetli olanımız zayıf olanı eziyordu. Biz toplum olarak bu halde yaşarken Allah Teâlâ bize acıdı, lütfederek içimizden birini peygamber gönderdi. Soyu, iffeti ve dürüstlüğü hepimizce bilinen birisi. O bizi yalnız Allah'a ibadet etmeye çağırdı. Atalarımızın tapına geldikleri ağaç ve taş parçalarını terk etmemizi söyledi. Bize doğru söylemeyi, emanete ve akrabalık bağlarına riayet etmeyi komşularla güzel geçinmeyi; kan dökmekten ve haram olan şeylerden sakınmayı öğütledi. Bizi fuhuştan, yalandan, yetim malı yemekten, namuslu kadınlara iffetsizlik iftirasında bulunmaktan uzak durmayı emretti. Allah’a ibadet edip O’na hiçbir suretle ortak koşmamayı emretti. Namaz kılmaya, sadaka vermeye ve iyilik yapmaya bizi çağırdı. Biz de ona inandık, getirdiği dini kabul ettik. O’nun (SAV) haram dediğini haram bildik, helâl dediğini helâl tanıdık. Bundan dolayı içinde yaşadığımız, her yönü ile kokuşmuş toplum bize düşman kesildi, eziyet ve işkence yapmaya başladı. Bu sebeple biz de hicret ederek ülkenize geldik.”

     İşte bu sözler o toplumda yaşamış olan insanların sözleridir. Demek ki o toplum içine düştüğü bu bunalımdan büyük ölçüde rahatsızlanmış, beklediği kurtarıcıyı bulunca ona sımsıkı sarılmıştı. O’ (SAV) nun getirdiği esasları benimsemiş ve onları hayata geçirmek için hicret etmeyi ve hiç tanımadığı bir ülkeye gitmeyi göze almıştı.

     Peygamberimiz (SAV) 571 yılı Nisan'ın 20'sine rastlayan Rebiu’l-evvel ayının 12’nci Pazartesi gecesi tan yeri ağarırken Mekke’de dünyaya geldi. Babası Abdullah, annesi Amine’dir. Babası Abdullah onun doğumundan iki ay kadar önce ölmüş bu mutlu güne erişememişti. Dedesi Abdülmüttalip torununa Muhammed adını vermişti. Ataları arasında böyle bir ad yoktu. Bunu duyanlar Abdülmüttalip’e bu adı niçin koyduğunu sordular. Abdülmüttalip şu cevabı verdi:

     “Umarım ki, onu gökte Hak, yerde halk övecektir.”

     Tarihçiler, Peygamberimiz (SAV)’in doğduğu gece dünyada olağanüstü bazı olayların meydana geldiğini naklederler. O gece İran'da hükümdar Kisra’nın sarayından 14 sütun yıkılmış, Sava gölü kurumuş, bin yıldan beri yanan Mecusîlerin ateşi sönmüştü. Bu olaylar ilerde İran saltanatının yıkılacağına, Bizans İmparatorluğu'nun çökeceğine ve putperestliğin ortadan kalkacağına işaret idi ve öyle de oldu.

     Peygamberimiz (SAV)’in hem çocukluğu ve hem de gençliği hiç kimsede görülmeyen bir güzellik içerisinde geçti. Herkes ona  “GÜVENİLİR MUHAMMED” diyordu.

     Nihayet 40 yaşına geldi; içerisinde bulunduğu toplumdan çok rahatsızdı. Bu toplumu içerisine düştüğü bunalımdan kurtarmak için ne yapılmalıydı? Hep bunu düşünüyordu. Allah'a ibadet etmek için de zaman zaman Mekke yakınında bulunan HİRA dağındaki mağaraya çekiliyor, günlerce burada kalıyordu. 610 yılının Ramazan ayında sözünü ettiğimiz mağarada bulunduğu sırada kendisine Cebrail adındaki melek geldi. Peygamberimiz (SAV),o anı şöyle anlattı:

     “Melek bana: “Oku.” dedi. Ben: “Okuma bilmem.” dedim. Bunun üzerine melek beni alıp gücüm tükeninceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine: “Oku.” dedi. Ben de ona: “Okuma bilmem.” dedim. Yine beni alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp: “Oku.” dedi. Ben: “Okuma bilmem.” dedim. Nihayet beni yine alıp üçüncü defa sıkıştırdı sonra beni bırakıp:  

 

اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِي خَلَقَ:خَلَقَ الْإِنسَانَ مِنْ عَلَقٍ:اقْرَأْ وَرَبُّكَ الْأَكْرَمُ:الَّذِي عَلَّمَ بِالْقَلَمِ:عَلَّمَ الْإِنسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ:

 

     “Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı Alak’tan yarattı. Oku, Rabbin sonsuz kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bilmediğini O öğretti.”  (ALAK SURESİ – 1–5. AYETLER)

     Cebrail (AS) bu ilk ayetleri tebliğ etmiş ve peygamber olarak görevlendirilmiş olduğunu da kendisine müjdelemişti. Peygamberimiz (SAV) korkudan titreyerek eve döndü ve eşi Hz. Hatice (RA)’ya:

     “Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz.” dedi. Hz. Hatice (RA) ta onu örttü. Bir süre sonra Peygamberimiz (SAV)olup bitenleri Hz. Hatice (RA)’ya anlattı ve: “Kendimden korktum.” dedi. Hz. Hatice (RA): “Öyle deme, Allah'a yemin ederim ki, Allah Teala hiçbir vakit seni utandırmaz. Çünkü sen akrabalık bağlarına hürmet ediyor, borçluların borcunu ödüyor, yoksullara yardım ediyorsun. Misafirlere ikramda bulunuyor, doğruları destekliyorsun.” dedi. İşte böylece Peygamberimiz (SAV)’e peygamber olduğu Cebrail (AS) adındaki melek tarafından tebliğ edilmiş ve ilk ayetler de vahyedilmiş oldu.

     Hz. Muhammed (SAV) son peygamberdir. Allah Teâlâ Hz. Adem (AS)’dan itibaren kesin sayılarını ancak kendisinin bildiği pek çok peygamber göndermiştir. Peygamberimiz (SAV) bunların sonuncusudur. Kur'an-ı Kerim şöyle buyurmuştur:

 

مَّا كَانَ مُحَمَّدٌ أَبَا أَحَدٍ مِّن رِّجَالِكُمْ وَلَكِن رَّسُولَ اللَّهِ وَخَاتَمَ النَّبِيِّينَ وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيماً:

 

     “Muhammed, içinizden herhangi birinizin babası değil, o, Allah'ın elçisi ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi bilendir.”   (AHZAB SURESİ – 40. AYET)

     Peygamberimiz (SAV) de şöyle buyurmuştur:

     “Benimle peygamberlerin benzeri, şu bir kimsenin benzeri gibidir ki, o kişi bir ev yaptırmış, binayı tamamlayıp süslemiş de yalnız bir tuğlası eksik kalmış. Bu durumda halk binaya girip gezmeye başlarlar ve eksik yeri görüp hayret ederek: “Şu bir tuğlanın yeri boş bırakılmış olmasaydı.” derler. İşte ben o tuğlayım, ben peygamberlerin sonuncusuyum.”

     Peygamberimiz (SAV) önceki peygamberler gibi bir milletin değil, tüm insanlığın peygamberidir. Diğer peygamberlerden farklı yönlerinden birisi budur. Kur'an-ı Kerim şöyle buyurur:

 

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيراً وَنَذِيراً وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ:

 

     “Ey Muhammed, biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak göndermişizdir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”  (SEBE SURESİ – 28. AYET)

     Peygamberimiz yalnız insanlara değil, âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Kur'an-ı Kerim şöyle buyurmuştur:

 

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ:

 

     “Ey Muhammed, biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”   (ENBİYA SURESİ – 107. AYET)

     Evet, Peygamberimiz (SAV) sadece insanlar için değil, âlemler için bir rahmettir. Peygamberimiz (SAV) bütün insanlara hatta canlılara şefkat ve merhamet gösterir bu konuda insanlar arasında ayırım yapmazdı. Müslüman olsun, olmasın kadın erkek, büyük küçük, zengin fakir köle efendi herkese merhamet ederdi.

     Bir savaş esnasında bir kaç çocuk çarpışan iki taraf arasında kalmış ve ölmüşlerdi. Peygamberimiz bundan haberdar olduğu zaman büyük üzüntü duymuştu. Askerler Peygamberimiz (SAV)’in üzüldüğünü görünce: “Ey Allah'ın Resulü, neden bu kadar üzülüyorsunuz, bunlar nihayet müşrik çocukları değil mi?” dediler. Peygamberimiz (SAV): “Bu çocuklar müşrik çocukları da olsa bunlar insandır. Bugün sizin en hayırlı olanlarınız müşrik çocukları değil mi idi? Dikkat ediniz, kesinlikle çocuk öldürmeyiniz. Her can Allah'ın fıtratına göre yaratılmıştır.” buyurdu.

     Adamın biri Peygamberimiz (SAV)’e başvurarak bir düşmanı için lanet etmesini istemişti. Peygamberimiz (SAV): “Ben lanet okumak için değil, fakat âleme rahmet olmak için gönderildim.” buyurdu.

     Herkese şefkat ve merhamet gösteren peygamberimizin inananlara özel bir şefkati vardı. Elbette öyle olmalı idi. Çünkü inananlar, O’nun (SAV) getirdiği dini benimsemiş, malları ve canları ile o dinin yayılması için büyük fedakârlıklar göstermişlerdi. Bu konuda Kur’an şöyle buyuruyor:

 

لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ عَزِيزٌعَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ حَرِيصٌ عَلَيْكُم بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ:

 

     “And olsun, size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”  (TEVBE SURESİ – 128. AYET)

     Peygamberimiz (SAV) anılırken akla ilk gelen, O’nun (SAV), Kur'an-ı Kerim’le övülmüş olan yüksek ahlakıdır. O’nu (SAV) Allah Teâlâ terbiye ettiği için bir insanda bulunması düşünülebilen güzel huy ve davranışların daha mükemmeli onda toplanmıştı. Ahlâkının güzelliğine ve her yönü ile güvenilir olduğuna düşmanları bile hayrandı. Daha gençliğinde halk arasında “EL-EMİN-GÜVENİLİR” kimse olarak tanınmış olduğunu az önce söylemiştik. Şu olay bunun çarpıcı bir örneğidir:

     Kâbe Kureyş tarafından yenileniyordu. Her kabile kendisine düşen bölümü yapmış, sıra “Hacer-ül Esved”’in yerine konmasına gelmişti. Kureyş’ten her kabile “Hacer-ül Esved”’i yerine koyma şerefini kazanmak için, o hizmeti yapmak istiyordu. Bu yüzden kabileler arasında tartışma çıktı. Her kabile “Hacer-ül Esved”’i yerine koyma şerefinin kendisine ait olduğunu iddia ediyordu. Hele Abdüddar oğulları çok ileri gidip bir çanak dolusu kan getirdiler. Ellerini bu kana bulaştırıp: “Kanımız dökülmedikçe kimse önümüze geçemez.” diye yemin ettiler. Bu tartışma dört beş gün devam etti. Neredeyse kabileler arasında savaş çıkacaktı ki, Kureyş’in en yaşlısı olan Ebu Umeyye Beni Muğire Kureyş’in ileri gelenlerini mescide topladı. Konuyu tekrar tartıştılar ve şu karara vardılar: Belirledikleri vakitte mescidin safa tarafındaki kapısından önce kim içeriye girerse o, hakem olacaktı. Belirlenen vakitte evvela bu kapıdan Peygamberimiz (SAV) içeri girdi. Bunun üzerine Kureyş ileri gelenleri hep bir ağızdan: “İşte bu giren zat, emindir, bunun hakemliğine razıyız. Bu güvenilir zat, Muhammed’dir.” dediler. Peygamberimiz (SAV) bunların yanına gelince, kendisini hakem tayin ettiklerini ve bunu kabul etmesini rica ettiler. Peygamberimiz (SAV) onları dinledikten sonra hakemliği kabul etti ve: “Bana bir yaygı getirin.” buyurdu. Getirilen bu yaygının içine kendi eliyle “Hacer-ül Esved”’i koydu. Sonra kabile başkanlarının bu yaygının birer ucundan tutup birlikte kaldırmalarını söyledi. Böyle yaptılar, her kabile yaygının bir ucundan tutarak “Hacer-ül Esved”’i konacağı yere kadar kaldırdılar, Peygamberimiz (SAV) de onu yerine koydu. Böylece her kabile “Hacer-ül Esved”’i yerine koyma şerefinden payını aldı ve tartışma da böylece bitmiş oldu.

     Bu olayda önemli olan şudur: Peygamberimiz (SAV)’in küçük yaştan beri kimseyi incitmeyip o yaşa gelinceye kadar fazilete aykırı hiçbir hal hareketi görülmediği için peygamber olarak gönderilmeden önce de Kureyş arasında “GÜVENİLİR” unvanı ile tanınmış olmasıdır.

     İslâmiyet’in kısa zamanda ve hızla yayılmış olması şüphe yok ki onu tebliğ eden peygamberin yüksek ahlakı ile ilgilidir. İnsanlar onun dürüstlüğüne ve güvenilir olduğuna inanmasalardı onun etrafında toplanırlar mıydı?

     Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle ifade edilmiştir:

 

وَلَوْ كُنتَ فَظّاً غَلِيظَ الْقَلْبِ لاَنفَضُّواْ مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الأَمْرِ فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ:

 

     “Ey Muhammed, Allah’ın rahmetinden dolayı sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi. Onları affet, onlara bağış dile, iş hakkında onlara danış, fakat karar verdin mi Allah’a güven. Doğrusu Allah kendisine güvenenleri sever.”  (ALİ –İMRAN SURESİ – 159. AYET)

     Peygamberimiz (SAV)’in, yaşadığı hayat ile telkin ettiği esaslar arasında tam bir ahenk mevcut idi. O (SAV), telkin ettiği esasları önce kendisi uygulardı. Çünkü insan, başkalarına verdiği öğüdü kendisi uygulamazsa onun başkaları üzerinde etkisi de olmaz. Esasen Kur’an-ı Kerim:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ:

 

     “Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz.”  (SAFF SURESİ – 2.AYET) diyerek kişinin yapmayacağı şeyi başkalarına söylemesinin doğru olmayacağını bildirmektedir.

     Hz. Aişe (RA) validemize, Peygamberimiz (SAV)’in ahlakının nasıl olduğu sorulduğunda, o: “O’nun (SAV) ahlâkı Kur’an’dı.” demiştir. Peygamberimiz (SAV), davranışları ve üstün kişiliği ile en güzel örnektir. Esasen Kur'an-ı Kerim tek örnek kişi kabul etmektedir ki, o da Peygamberimiz (SAV)’ dir. Kur’an şöyle buyurur:

 

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌحَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً:

 

     “And olsun ki, Allah’ın Resulü, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok ananlar için güzel bir örnektir.”  (AHZAB SURESİ – 21. AYET)

     Ayet-i kerimede Peygamberimiz (SAV)’in, Allah'ın razı olacağı davranışlarda bulunmak isteyenler için canlı bir örnek ve büyük fazilet numunesi olduğu anlatılmaktadır.

     Peygamberimiz (SAV),peygamber olarak insanları davete başladığı zaman, onu duyan komşu ülkelerin başkanları karşılaştıkları her Mekke’liden Peygamberimiz (SAV) hakkında bilgi alıyorlar, daha çok ahlakının nasıl olduğunu soruyorlardı. İşte Mekke ileri gelenlerinden Ebu Süfyan, Müslüman olmadan önce ticaret amacı ile Şam’a gittiği zaman Bizans İmparatoru onu huzuruna çağırmış ve Peygamberimiz (SAV)’le ilgili kendisine bazı sorular sormuştu. Bu sorulardan birisi de şöyle idi:

     Peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın daha önce hiç yalan söylediğini duydunuz mu? Ebu Süfyan: “Asla yalan söylediğini duymadık.” diye cevap verdi. Bunun üzerine imparator: “Size peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın evvelce hiç yalan söyleyip söylemediğini sordum, onun hiç yalan söylemediğini ifade ettiniz. Şayet bu zat Allah hakkında yalan söylemiş olsa daha evvel insanlara yalan söylemesi gerekirdi.” dedi.

     Peygamberimiz (SAV)’e göre ahlak her şeydi o,ahlaka o kadar önem verirdi ki, dinin ne olduğunu soranlara, dinin güzel ahlaktan ibaret olduğunu söylerdi. Hatta ahlakı güzel olmayanın konuştuğu zaman yalan söyleyenin, söz verdiği zaman sözünde durmayanın, emanete hıyanet edenin -diğer dini vecibelerini yerine getirmiş olsa bile- olgun mümin olamayacağını söylerdi.

     Onun hayatını inceleyenler, onun ne yüksek bir ahlaka sahip olduğunu göreceklerdir. O,kim olursa olsun, herkese iyi muamele eder, kimseyi incitmez, ayıplamaz ve kırmazdı.

     Ebu Saîd el Hudri (RA) anlatıyor:

     “Bir gün bedevilerden biri Peygamberimiz (SAV)’den alacağını tahsil etmeye gelmişti. Edep ve terbiye ölçülerini aşarak Peygamberimiz (SAV)’e kaba ve sert sözler söyledi. Ashab-ı Kiram bedevinin bu hareketine kızarak: “Sen kiminle konuştuğunu biliyor musun? Dediler. Bedevi hiç aldırmadı: “Ben hakkımı istemeye geldim.” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV), ashaba:“Siz onun tarafından olacaktınız. Çünkü bu adam hakkını istiyor.” buyurdu. Ve bedeviye hakkını fazlası ile verdi.

     Peygamberimiz (SAV)’in arkadaşlarından herhangi biri kendisinden bir ricada bulunduğunda bu ricayı geri çevirmez, yerine getirirdi.

     Mahmud b. Er-Rebiu'l-Ensari (RA) anlatıyor: “Peygamberimiz (SAV)’in arkadaşlarından Bedir savaşında hazır bulunan Ensar’dan İtban b. Malik, Peygamberimiz (SAV)’e gelerek: “Ey Allah'ın Resulü, gözlerim görmez oldu. Hâlbuki mahallemiz halkına namaz kıldıran benim. Yağmur yağdığı vakit onlarla aramızda olan dere akar da mescitlerine gidip namaz kıldıramaz oluyorum. Gönlüm ister ki bana gelip evimde namaz kıldırasın da senin namaz kıldığın yeri namazgâh edineyim.” dedi. Peygamberimiz: “İnşallah bunu yaparım.” diye vaat etti.

     İtban diyor ki: “Ertesi sabah Peygamberimiz (SAV) beraberinde Hz Ebû Bekir (RA) olduğu halde gün yükseldiği vakit bana geldiler. Peygamberimiz (SAV) içeri girmek için izin istedi. Eve girdiğinde oturmadı, bana: “Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?” dedi. Ben de namaz kılmasını istediğim yeri ona gösterdim. Peygamberimiz (SAV) namaza durup tekbir aldı. Biz de arkasında durarak saf olduk. İki rekât kıldırıp selam verdi. Bunun üzerine biz onun için pişirdiğimiz çorbaya onu alıkoyduk. Mahallemiz sakinlerinden birçok kimseler, Peygamberimiz (SAV)’in evimizi şereflendirdiğini haber alınca birer birer geldiler. İçlerinden biri mahallede oturan Malik b. Ed-Dühayşin’i göremeyince sordu: “Malik nerede?” dedi. Orada bulunanlardan bir başkası: “O, Allah'a ve Peygamberi (SAV)’e sevgisi olmayan bir münafıktır.” dedi. Peygamberimiz (SAV): “Böyle deme, görmüyor musun ki, “Lâ ilahe illallah ( Muhammedü'r Resülullah)” diyor ve bunu Allah rızası için söylüyor.” buyurdu. Bunun üzerine o zat: “Allah ve Resulü daha iyi bilir.” dedi. İtban diyor ki: “Peygamberimiz (SAV)’i münafıklar hakkında hep böyle iyilik ve hayır düşünür bulurduk.” dedi. Sonra Peygamberimiz (SAV): “Allah Teâlâ, O'nun rızasını arayarak “Lâ ilâhe illallah” diyen kimseyi cehennem ateşine haram kılmıştır.” buyurdu.

     Peygamberimiz (SAV), hayatı boyunca adaletten kıl kadar ayrılmamıştır. Herkese karşı adil davranmış, insafla muamele yapmıştır.

     Hz. Aişe (RA) validemiz anlatıyor: “Mahzumî kabilesinden bir kadın hırsızlık etmişti. Mekke ileri gelenleri, asil bir aileye mensup olan bu kadının ceza görmemesi için Peygamberimiz (SAV)’in çok sevdiği azatlı kölesi Zeyd’in oğlu Üsame (RA)’ı Peygamberimiz (SAV)’e şefaatçi olarak gönderdiler. Peygamberimiz (SAV) Üsame (RA)’ı dinledikten sonra: “Sizden öncekiler bu gibi farklı uygulamaları sebebiyle helak olmuştur. Onlar, yoksullara en ağır cezayı uygular, zengin ve itibarlı olana ise ceza vermezlerdi.” buyurarak kanunların uygulanmasında ayırım yapılmasının toplumun yok olmasına sebep olacağını bildirmiş ve: “Allah'a yemin ederim ki; Muhammed'in kızı Fatıma (RA) hırsızlık etse mutlaka cezasını verirdim.” buyurdu.

     Ebû Said el-Hudrî (RA) anlatıyor: “Bir defa Peygamberimiz (SAV),savaş ganimeti dağıtıyordu. Çok kalabalık vardı. Adamın biri Peygamberimiz (SAV)’in adeta sırtına binmişti. Peygamberimiz (SAV) elindeki çubukla kendisini rahatsız eden bu adama geri durması için işaret etmiş, fakat çubuk adamın yüzüne gelerek, yüzünü incitmişti. Peygamberimiz (SAV) hemen çubuğu adamın eline vererek: “İntikamını al.” demişti. Adam: “Ey Allah'ın Resulü, ben şikâyetçi değilim.” diye cevap verdi.”

     Peygamberimiz (SAV)’in yüksek ahlakını böyle bir vaazda anlatmak mümkün değildir. Biz sadece onun ahlakından bir iki örnek verdik. Geniş bilgi almak isteyenler peygamberimiz (SAV)’in hayatını incelemelidirler. Peygamberimiz (SAV)’in doğumunu anarken ne yapacağız? Bazı yerlerde olduğu gibi kaside ve ilahiler söyleyip kandil simitleri dağıtmakla mı yetineceğiz? Elbette bunlar da güzel adetlerdir. Ancak onun doğumunu anmak bu değildir. Onu anmaktan asıl gaye, onun cihanşümul olan nübüvvet ve risaletini, yüksek ahlakını anmak ve sünnetine uyma azmini tazelemektir. Çocuklarımıza onun hayatı ile ilgili bilgi vererek onu sevdirmeye çalışmaktır. Çünkü onu sevmek imandandır, hatta imanın ta kendisidir. Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:

     “Nefsim kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, hiç biriniz, ben ona babasından ve çocuğundan da daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz.”

     Peygamberimiz (SAV)’i sevmek demek onun sünnetine uymak ve onu hayata geçirmektir. Nitekim peygamberimiz (SAV): “Sünnetimi ihya eden beni sevmiş demektir. Beni seven ise cennette benimle beraberdir.” buyurmuştur.

     Allah Teâlâ’nın sevgisine ve mağfiretine mazhar olmanın tek yolu, O’nun sevgili Peygamberi (SAV)’in sünnetine uymaktır. Kur'an-ı Kerim şöyle buyurmuştur:

 

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ:

 

     “(Ey Muhammed) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki; Allah ta sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”  (ALİ-İMRAN SURESİ – 31. AYET)

     İşte bu ayet-i kerime, peygambere uymanın, Allah'ın rızasını kazanmaya ve günahların bağışlanmasına vesile olacağını gayet açık bir şekilde ifade buyurmaktadır.

     Bu duygu ve düşünce ile kutlu doğumun hepimize, aziz milletimize ve bütün Müslüman kardeşlerimize mübarek olmasını ve peygamberimiz (SAV)’in şefaatine bizi mazhar kılmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz ediyorum.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ    NİSAN - 2000

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi8
Bugün Toplam1098
Toplam Ziyaret4707389
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI