• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Namazda Huşu

NAMAZDA HUŞU

 

قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ:الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ:

 

     “Müminler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar namazlarını huşu içerisinde kılarlar.”  (MÜ’MİNUN SURESİ – ½.  AYETLER)    

 

     Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Müminûn suresinin ilk ayetlerinde, kurtuluşa erecek olan müminlerin bir takım vasıfları sayılmakta, bunlardan ilkinin namazlarını huşu içerisinde kılanlar olduğu bildirilmektedir:

 

قَدْ أَفْلَحَ الْمُؤْمِنُونَ:الَّذِينَ هُمْ فِي صَلَاتِهِمْ خَاشِعُونَ:

 

      “Müminler kurtuluşa ermişlerdir. Onlar namazlarını huşu içerisinde kılarlar.”   (MÜ’MİNUN SURESİ – ½. AYETLER)

     Namazın kıyam, kıraat, rükû ve sücut gibi dış organlarla yerine getirilmesi gerekli olan farzları bulunduğu gibi; huşu, hudu ve ihlâs gibi kalbe ait bir takım özellikleri de bulunmaktadır. Nitekim yukarıdaki ayetler bunu ifade etmektedir.

     Huşu, sözlükte insanın kendisini üstün görmemesi, alçak gönüllülük, tevazu, kalbin yumuşaklığı, inceliği, daima Allah’tan korkup, O’na karşı saygıyla dolması gibi manalara gelir. Namazda huşu demek; namaz kılarken insanın, kalbini dünya sevgisi ve meşgalelerinden uzak tutarak Allah‘a bağlaması, kendisini tam manasıyla namaza vermesi, namazın dışındaki her şeyi unutması, zihni ve kalbi sadece namaza teksif etmesidir.

     Namazlarını huşu içerisinde kılanlar Allah’ın huzurunda bulunmanın, bütün benlikleriyle O’na yönelmenin hazzını tadarlar, bundan büyük bir zevk alırlar, dünyanın gam ve kederinden, sıkıntı ve eleminden kurtularak sükûna ererler, büyük bir rahatlık ve ferahlık duyarlar. Kalplerinde hissettikleri bu ferahlık, huzur ve sükûn bütün vücutlarını kaplar. İbadetlerinde ve namazlarında sadece Allah’ı düşünürler, zihinlerindeki bütün meşguliyetler silinir. Gönülleri sadece Rablerine bağlanır. İnsan canı sıkıldığı, bunaldığı zaman ibadete sarılır, namaza yönelirse ruhu açılır, sıkıntısı gider, içi rahatlar. Peygamber Efendimiz (SAV) namazla meşgul olduğu zaman dinlenir, içindeki gam, keder, tasa gider, huzura kavuşurdu. Onun için içinde bir sıkıntı hissettiği zaman hemen namaza kalkarak Allah’a sığınır, “Gözümün aydınlığı namazdadır.” derdi. Biz de öyle yapmalıyız. Şair Vehbi ne güzel söylemiş:

     “Yüzünü sür o ulu dergâha

       Kıl huşu ile niyaz Allah’a.”

     Kalbin huşu içerisinde olması diğer organlara da tesir eder, bunun eseri diğer organlarda da görülür. Nitekim Peygamber Efendimiz (SAV),namaz kılarken sakalıyla oynayan birini görünce: “Bunun kalbi huşu içerisinde olsa idi, organları da huşu içerisinde olurdu.” buyurmuştur.

     Huşu, ibadetlerimizi anlamlı kılar, huşu namazın ruhudur. Huşusuz kılınan namaz da sahih olur, fakat huşu ile kılınan namazın sevabı daha fazla olur. Kur’an-ı Kerim’de Peygamber Efendimiz (SAV)’e hitaben şöyle buyurur:

 

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ:

 

     “Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da usulüne uygun şekilde kıl. Çünkü bu şekilde kılınan namaz, insanı her türlü fenalık ve kötülükten alıkoyar.”   (ANKEBUT SURESİ – 45. AYET)  

     Ayetin sırrının tecelli etmesi, namazın zahiri farzlarından başka, huşu ve ihlâs gibi kalbî hususların da yerine getirilmesine bağlıdır. Namazı huşu içerisinde kılanlar denilince, hiç şüphesiz ilk akla gelen Peygamber Efendimiz (SAV) olur. Peygamber Efendimiz (SAV) namazlarını son derece huşu içerisinde kılar, her hususta olduğu gibi bu hususta da ümmetine örnek olurdu. Fiiliyle ümmetine örnek olan Peygamber Efendimiz (SAV),sözleriyle de onları namazlarını huşu içerisinde kılmaya teşvik ederdi. Bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

     “Yüce Allah beş vakit namazı farz kıldı. Kim güzelce abdest alıp namazları vakitlerinde kılar, huşu ve rükûunu tam yaparsa, Allah’ın onu bağışlayacağına dair vaadi vardır. Böyle yapmayan kimse için ise, Allah’ın bir vaadi yoktur; dilerse onu bağışlar, isterse azap eder.” 

     “Bir Müslüman namaz vakti girince güzelce abdest alır, huşu içerisinde rükûunu tam yaparak namazını kılarsa, büyük günah işlemediği müddetçe, geçmiş küçük günahlarına keffaret olur. Bu ömür boyunca böyle devam eder.”

     Görüldüğü gibi adabına uygun bir şekilde huşu içerisinde kılınan beş vakit namaz, vakit aralarında işlenen küçük günahlara keffâret olmaktadır. Büyük günahlara gelince, onlar için ayrıca tevbe edilmesi gerekir. İhlâs ve huşu kalple ilgili özellikler olup, namaz ve diğer ibadetlerde çok önemlidir. Namazda ihlâs ve huşudan uzak olan kimse, onun diğer şartlarına da riayet etmez, eksik yapar.    

     Nitekim Peygamber Efendimiz (SAV) ashabına kötü davranışlardan ve hırsızlıktan bahsederken: “Hırsızlığın en kötüsü, kişinin namazından çalmasıdır.” buyurdu. Bunun üzerine onlar:“Ya Resûlellah, kişi namazından nasıl çalar?” diye sordular. Efendimiz (SAV) şu cevabı verdi: “Rükûsunu ve secdelerini tamamlamaz, yani namazını adap ve erkânına riayet ederek kılmaz.”    

     Hz. Ali (RA)’ın namazı rivayet edildiğine göre Hz. Ali (RA) namaz vakti gelince yüzünün rengi sararır, titremeye başlardı. Kendisine: “Ey müminlerin emiri ne oluyor sana?” denilince:“Allah’ın yere, göklere ve dağlara arz edip kabul etmedikleri ve insanın kabullendiği emanetin ifası vakti geldi. Korkum bu emaneti gereği gibi yerine getirememektir.” derdi.    

     Emanetin birçok anlamı vardır. Burada söz konusu olan işlenmesinde sevap, terk edilmesinde azap olan ibadet ve benzeri sorumluluklardır. Sorumluluk insanlara mahsus bir meziyettir, diğer yaratıklar için söz konusu değildir.

 

İMAM-I A’ZAM’IN NAMAZI

 

     Diğer İslâm büyükleri gibi İmam-ı Azam da ibadetlerini huşu ile ifa eder, namazını huşu içerisinde kılardı. Biri İmam-ı Azam’a gelerek: “Ya İmam, ben namazlarımı huşu içerisinde kılamıyorum. Namazda iken develerimi otlatıyor, onlarla ilgileniyorum. Oysa siz, benden daha zenginsiniz. Peki, siz ibadet zevkine nasıl erişiyor, ibadetlerinizi huşu içerinde nasıl yapıyorsunuz?” diye sormuş. İmam-ı Azam Ebû Hanife Hazretleri şöyle cevap vermişler: “Ben develerimi kalbime bağlamam ki, ahıra bağlarım...”

     Peki, namazda huşuu nasıl elde edeceğiz? Hoca Bahaeddin Nakşibend Hazretleri namazda huşu elde etmek için, şu dört şartın yerine getirilmesi gerektiğini söyler:

     1-) Helâl lokma,

     2-) Allah’ın huzuruna çıkacağı şuuruyla abdesti dikkatlice almak,

     3-) İftitah tekbiri getirirken, Allah’ın huzurunda olduğunu hissetmek,

     4-) Namaz dışında da namazdaymış gibi hareket etmeye çalışmak.

 

DİĞER İBADETLERDE HUŞU

 

     Kalbi huşu içerisinde olmayan insan, ibadetlerinden zevk almaz. Huşu hem ibadetlerin değerini artırır, hem de insana ibadetlerinin zevkini tattırır. Onun için huşu sadece namaza mahsus değildir, diğer ibadetlerde de söz konusudur. Peygamber Efendimiz (SAV) ibadet ve bütün davranışlarında huşu içerisinde bulunur, dualarında huşudan mahrum kalpten Allah’a sığınırdı. Efendimiz (SAV) şöyle dua ederdi:

      “Allah’ım! Huşu içerisinde bulunmayan kalpten, kabul olmayan duadan, doymayan nefisten ve faydasız ilimden sana sığınırım.”           

     Huşu ve ihlâsla ibadet yapmak, hadis-i şerifte belirtilen ihsan derecesine yükselmek demektir. Peygamber Efendimiz (SAV)’e ihsanın ne olduğu sorulunca şöyle cevap vermiştir:

      “Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir, sen her ne kadar O’nu göremiyorsan da O, seni görüyor.”

     Demek ki ihsan, dünyevî duygulardan sıyrılarak, sanki Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmektir. Buna Kur’an’da da işaretler vardır. Yüce Rabbimiz şöyle buyurur:

 

وَتَوَكَّلْ عَلَى الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ:الَّذِي يَرَاكَ حِينَ تَقُومُ:وَتَقَلُّبَكَ فِي السَّاجِدِينَ:إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ:

 

     “Çok güçlü ve çok merhametli olan Allah’a güven. O, namaza kalktığın zaman seni görüyor. Secde edenler arasında dolaşmanı da görüyor. Çünkü her şeyi işiten ve bilen O’dur.”   (ŞUARA SURESİ – 217/220. AYETLER)

 

وَمَا تَكُونُ فِي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُو مِنْهُ مِن قُرْآنٍ وَلاَ تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ إِلاَّ كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُوداً إِذْ تُفِيضُونَفِيهِ وَمَا يَعْزُبُ عَن رَّبِّكَ مِن مِّثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء وَلاَ أَصْغَرَ مِن ذَلِكَ وَلا أَكْبَرَ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ:

 

     “Ey Muhammed! Ne işte bulunursan bulun, Kuran’dan ne okursan oku ve siz ne iş yaparsanız yapın, ona daldığınız anda sizi mutlaka görürüz. Gerek yerde ve gerekse gökte, zerre kadar bir şey bile Rabbinden gizli kalmaz. Bundan küçük veya büyük hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta bulunmasın.”    (YUNUS SURESİ – 61. AYET)

 

 

     Huşu, genellikle ihlâs gibi kalple ilgili bir iştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyurur:

 

أَلَمْ يَأْنِ لِلَّذِينَ آمَنُوا أَن تَخْشَعَ قُلُوبُهُمْ لِذِكْرِ اللَّهِ وَمَا نَزَلَ مِنَ الْحَقِّ وَلَا يَكُونُوا كَالَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ مِن قَبْلُ فَطَالَ عَلَيْهِمُ الْأَمَدُ فَقَسَتْ قُلُوبُهُمْ وَكَثِيرٌ مِّنْهُمْ فَاسِقُونَ:

 

     “İman edenlerin kalplerinin, Allah’ı zikretmek için huşu içerisinde bulunmaları ve ondan inecek gerçeğe içten bağlanmaları zamanı hâlâ gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilip de, üzerlerinden uzun zaman geçmiş ve kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onlardan birçoğu yoldan çıkmış fasıklardır.”    (HADİD SURESİ – 16. AYET)

     Hazreti Ali (RA) da şöyle buyurur: “el-Huşu’u fil-kalb: Huşu kalptedir.”

     Ashaptan Huzeyfe (RA), dinimizden ilk kaybedeceğimiz şeyin huşu olduğunu, Sehl b. Abdullah da huşu sahibi olan kimseye, şeytanın yanaşamayacağını söylemiştir.

 

MUTLU BİR OLAY

 

     Feridüddin Attar’ın “Tezkiretü’l-Evliya” isimli eserinde naklettiğine göre bu ayet-i kerime, Horasan’da yetişmiş olan meşhur sufî Fudayl b. Iyaz’ın gaflet uykusundan kurtulup, hak yola girmesine sebep olmuştur. Şöyle ki;

      Fudayl önceleri yollardan gelip geçen kervanları soyan haramilerin/haydutların, yol kesenlerin başı idi. Haramiler, gelip geçen kervanlardan soydukları malları Fudayl’e getirirlerdi, aralarında o taksim ederdi. Bir gün yine bir kervan geliyordu. Fudayl ve adamları kervanı soymak için pusuya girmişlerdi. Kervan içerisinde bulunanlardan biri yukarıdaki ayeti (HADİD SURESİ – 16. AYET) okuyordu. Ayet Fudayl’i çok etkilemişti. Kendi ifadesiyle, “ayet sanki onun için okunuyordu.” Her şeyin bir zamanı vardı, artık Fudayl için de gelip geçen kervanları soyup, insanlara zulmetmeyi terk etme zamanı gelmişti. Nitekim öyle de oldu. Fudayl başını secdeye koydu, yaptıklarından dolayı pişmanlık duydu, içtenlikle tevbe etti, herkese hakkını vererek helallik diledi.

     Yüce Rabbimiz cümlemizi kendisine ihlâsla, huşu ile ibadet eden kullarından eylesin. Cümlemizi riyadan, gösterişten muhafaza buyursun.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ
DİYANET AVRUPA AYLIK DERGİ, NİSAN 2005,
Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi13
Bugün Toplam549
Toplam Ziyaret4706840
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI