• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Verilen Sözde Durmak Ahlaki Bir Zorunluluktur

VERİLEN SÖZDE DURMAK AHLÂKÎ BİR ZORUNLULUKTUR

  

وَأَوْفُواْ بِالْعَهْدِ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُولاً:

 

     “Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İSRA SURESİ – 34. AYET)

 

     Bir Müslüman’ın en belirgin özelliği dürüstlüktür. Peygamberimiz (SAV)’in hayatı incelendiği zaman bu özelliğin ne kadar önem taşıdığı anlaşılacaktır. Peygamberlerde bulunması gerekli beş özellikten biri “SIDK” doğruluk ve dürüstlüktür. Bu sıfat, Peygamberlerin doğru sözlü ve dürüst olduklarını ifade eder. Çünkü Peygamberler Allah ile insanlar arasında elçilik yapan kimselerdir. Böyle olan kimseler dürüst ve doğru sözlü olmak zorundadırlar. Aksi takdirde insanlar kendilerine inanmaz ve güvenmezler. Peygamberler gönderildikleri toplumlara önce bu özelliklerini dürüst ve güvenilir olduklarını hatırlatmışlar ve şöyle demişlerdir:

 

إِنِّي لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ:

 

     “Haberiniz olsun ki ben size gönderilmiş (dürüst) ve güvenilir bir peygamberim.” (ŞUARA SURESİ – 125. AYET)

     Peygamberlerin, “Ben güvenilir bir Peygamberim” demeleri sözden ibaret değildi. Onlar güvenilir kimselerdi. Hayatları incelendiği zaman bu husus daha iyi anlaşılacaktır. Biz burada biraz Peygamberimiz (SAV)’den söz edelim. Çünkü O’nun hayatı mümin için en güzel örnektir. Zaten Kur’an-ı Kerim de Onun örnek alınmasını tavsiye etmektedir. Vereceğimiz bir iki örnek bu konuda aydınlanmamızı sağlayacaktır:

     Peygamberimiz (SAV) bir gün bir dağın tepesine çıkarak:“Ey Kureyş topluluğu, size bu dağın arkasından düşman atlılarının gelmekte olduğunu söylersem, inanır mısınız?” diye sormuş, Orada hazır bulunanlar hep bir ağızdan: “Evet, inanırız, çünkü sen bir defa olsun yalan söylemedin.” demişlerdi.

     Peygamber (SAV)’i duyan çevre ülke başkanları karşılaştıkları her Mekke’liden onu soru soruyor, hakkında bilgi alıyorlardı. İşte Bizans imparatoru Hirakl, ticaret amacı ile Şam’a gelmiş olan Ebu Süfyan’ı kabul ederek kendisine Peygamberimiz (SAV)’le ilgili bazı sorular sormuştu. Bu sorulardan birisi şöyle idi: “Peygamberlik iddiasında bulunan bu zatın bundan önce hiç yalan söylediğini duydunuz mu?” Henüz Müslümanlığı kabul etmemiş ve Peygamberimiz (SAV)’e karşı olanlarla dayanışma içerisinde bulunan Ebu Süfyan bu soruya şu cevabı vermişti: “Asla, yalan söylediğini hiç duymadık.”

     Mekke ileri gelenlerinden Nazr b. Haris Peygamberimiz (SAV)’le ilgili şu dikkat çekici konuşmayı yapmıştı: “Ey Kureyş topluluğu, başınıza gelen felâketi hala ortadan kaldıramadınız. Muhammed (SAV) gözlerinizin önünde büyüdü. Hepinizin en doğru sözlüsü, en güzel huylusu, en güveniliridir. Yaşlandığında size yeni bir şey (bir inanç) sunduğu için ona sihirbaz, şair, deli demeye başladınız. Hâlbuki Muhammed ne şairdir, ne sihirbazdır, ne de delidir.

     Bütün bunlar, düşmanlarının Peygamberimiz (SAV) hakkındaki sözleridir. Onlar yalan söylediğini, verdiği sözü tutmadığını bilmiş ve duymuş olsalardı, bunu fırsat bilir aleyhinde kullanırlardı. Fakat onlar, onun yalan konuşmadığı, kimseyi aldatmadığı konusunda ittifak halinde idiler. İşte Kur’an-ı Kerim’de yüksek ahlâkı ile övülen Peygamberimiz (SAV). O hiçbir zaman yalan söylememiş, verdiği sözden dönmemiş ve yaşadığı toplum içinde daha Peygamber olmadan “GÜVENİLİR MUHAMMED” diye tanınmıştır. Peygamberimiz (SAV)’i örnek alan her Müslüman ahlâkî yönden de ona uymak zorundadır. Çünkü O:

 

إنمابعثت لأتمم مكارم الأخلاق.

 

     “Ben üstün ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur. Güzel ahlâk, kişiye toplumun güvenmesini sağlar. Bir insanın toplumun güvenini kazanmasından daha önemli ne olabilir? Peygamberimiz (SAV) Müslüman’ın güvenirliliğini ortadan kaldıran dört huya dikkatimizi çekiyor ve şöyle buyuruyor: “Dört huy vardır ki, bunlar kimde bulunursa o kimse katıksız münafık olur, kimde bunlardan bir şey bulunursa -onu bırakıncaya kadar- kendisinde nifaktan bir haslet var demektir. Bunlar: Konuştu mu yalan söyler, söz verirse sözünde durmaz, vaat ederse vaadinden döner, bir dava ve duruşma esnasında haktan ayrılır.”

     İşte Peygamberimiz (SAV), kişinin güvenilirliğini ortadan kaldıran davranışlardan birinin de verdiği sözden dönmek olduğunu bildiriyor. Müslüman, Peygamberi (SAV)’e uyarak verdiği sözde durmalı, yaptığı vaadi yerine getirmelidir. Yapamayacağı bir şeyi va’detmemeli, tutamayacağı bir sözü vermemelidir. Kur’an-ı Kerim yapamayacağı şeyi söyleyen, tutamayacağı sözü veren kimseleri kınıyor ve şöyle buyuruyor:

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ:

 

     “Ey müminler! Yapamayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz.” (SAFF SURESİ – 2. AYET)

     İnsanlara verdiğimiz sözü tutmakla yükümlü olduğumuz gibi Allah’a verdiğimiz sözü daha çok tutmakla yükümlüyüz. Allah Teâlâ buyuruyor:

 

وَأَوْفُواْ بِالْعَهْدِ إِنَّ الْعَهْدَ كَانَ مَسْؤُولاً:

 

     “Verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen söz, sorumluluğu gerektirir.” (İSRA SURESİ – 34. AYET)      

     Verdiği sözde duran Kur’an-ı Kerim’de övülüyor:

 

مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلاً:

 

     “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir, kimi de (şehitliği) beklemektedir Onlar hiçbir şekilde sözlerini değiştirmemişlerdir.”(AHZAB SURESİ – 23. AYET)

     Enes İbni Malik (RA) bu ayet-i Kerime’nin amcası Enes İbni Nadr ve benzerleri hakkında nazil olduğunu sandığını söylemiş ve şöyle demiştir:“Amcam Enes bin Nadr Bedir Savaşı’na katılamamıştı. Bunun için, Peygamberimiz (SAV)’e:“Ey Allah’ın Resulü, müşriklerle ilk savaş ettiğin (Bedir’de) bulunamadım. Eğer Allah beni müşriklerle savaş meydanında hazır bulundurursa göstereceğim kahramanlıkları Allah muhakkak herkese gösterecektir.” demişti. Uhud günü gelip de Müslümanlar yenilgiye uğrayınca İbni Nadr: “Allah’ım, şunların yani Müslümanların bozgunculuğundan dolayı senden özür dilerim, şunların da yani müşriklerin de Peygamberimiz (SAV)’e karşı işledikleri cinayetten sana sığınırım” dedi sonra müşriklere doğru ilerledi. Bu sırada İbni Nadr’a Sa’d İbni Muaz rast geldi. Ona da: “Ey Sa’d İbni Muâz, Cennet istiyorum ve Nadr’ın Rabbine yemin ederim ki, ben Cennet’in kokusunu Uhud’da buluyorum.” dedi Sa’d İbni Muâz Peygamberimiz (SAV)’e: “Ey Allah’ın Resulü, İbni Nadr düşmanlara karşı öyle savaştı ki, ben onun gösterdiği harikaları anlatamam.” dedi. Enes İbni Malik (RA), Sa’d İbni Muâz’ı teyit ederek şöyle demiştir: “Biz İbni Nadr’ı şehit olarak bulduğumuzda vücudunda kılıç darbesi, mızrak darbesi ve ok darbesi olarak seksen küsur yara bulduk. Müşrikler bu mücahide (burnunu, kulaklarını ve diğer organlarını kesmek suretiyle) o kadar işkence etmişlerdi ki, bu aziz şehidi hiç kimse tanıyamadı da yalnız kız kardeşi parmaklarının ucu ile tanıyabildi.”

     Ne mutlu Enes b. Nadr’a, ne mutlu onun gibi Allah’a verdiği sözü tutanlara. Yine Kur’an-ı Kerim, Allah’a söz verdiği halde verdiği sözü tutmayanları kınıyor ve şöyle buyuruyor:

 

وَمِنْهُم مَّنْ عَاهَدَ اللّهَ لَئِنْ آتَانَا مِن فَضْلِهِ لَنَصَّدَّقَنَّ وَلَنَكُونَنَّ مِنَ الصَّالِحِينَ:فَلَمَّا آتَاهُم مِّن فَضْلِهِ بَخِلُواْ بِهِ وَتَوَلَّواْ وَّهُم مُّعْرِضُونَ:

 

     “Onlardan kimi de, eğer Allah lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka vereceğiz ve elbette biz salihlerden olacağız, diye Allah’a and içti. Fakat Allah lütfundan onlara (zenginlik) verince, onda cimrilik edip (Allah’ın emrinden) yüz çevirerek sözlerinden döndüler.”  (TEVBE SURESİ - 75–76. AYETLER)

     Bu ayet-i Kerime’nin Salebe b. Hatip sebebiyle nazil olduğu rivayet edilir. Salebe Peygamberimiz (SAV)’den, Allah’ın kendisine mal vermesi için dua etmesini rica eder. Peygamberimiz (SAV) kendisine: “Salebe, hakkını ödediğin az mal, güç yetiremeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır.” buyurur. Salebe bu isteğinde ısrar eder ve: “Seni hak Peygamber gönderen Allah’a yemin ederim ki, Allah bana mal verirse kesinlikle her hak sahibine hakkını veririm” der. Bunun üzerine Peygamberimiz (SAV) de kendisine dua eder ve Salebe çok zengin olur. Hayvanları Medine’ye dar gelince bir vadiye çekilir ve artık cumalara bile gelmez olur. Daha sonra mallarının zekâtını almak için kendisine Peygamberimiz (SAV)’in gönderdiği tahsildarlara zekât vermez ve onları boş geri çevirir. Peygamberimiz  (SAV) iki defa: “Eyvah, yazıklar oldu Salebe’ye” buyurur.

     Bunun içindir ki verdiği sözde durmamak, nifak belirtisi sayılmıştır. Verdiği sözde durmamaktan söz ederken bu bağlamda Adaklardan söz etmekte yarar vardır. Çünkü adak, kişinin dinen yükümlü olmadığı hal- de farz veya vacip türünden bir ibadeti yapacağını va’detmesi ve Allah’a söz vermesi demektir. Adakta insan Allah’a söz veriyor: “Şu işim olursa, hastalıktan kurtulursam, çocuğum okulunu bitirirse... Şu kadar oruç tutacağım, yoksula yardım edeceğim veya kurban keseceğim.” diyor. İşi olunca verdiği bu sözü tutması ona borç oluyor. Allah Teâlâ buyuruyor:

 

ثُمَّ لْيَقْضُوا تَفَثَهُمْ وَلْيُوفُوانُذُورَهُمْ وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ:

 

     “Adaklarını yerine getirsinler.”  (HACC SURESİ – 29. AYET)

     Peygamberimiz (SAV) de şöyle buyurur: “Her kim Allah’a itaat etmeyi adarsa itaat etsin, (adağını yerine getirsin). Her kim de Allah’a karşı günah işlemeyi adarsa, Allah’a isyan etmesin (bu adağını yerine getirmesin).”

      Sa’d İbni Ubâde (RA) anasının bir adağı olduğunu, adağını yerine getiremeden öldüğünü Peygamberimiz (SAV)’e sormuş, Peygamberimiz (SAV) de: “Anası adına o adağını kaza edip yerine getirmesini” bildirmiştir. Muteber bir adakta aranan hususlar şöyle özetlenebilir:

      1-) Adanan şey bir ibadet çeşidi olmalıdır. İbadet olmayan şeyi adamak adak değildir. İçki içmeyi, bir kimseyi dövmeyi veya kötülük etmeyi adamak adak sayılmaz. Peygamberimiz (SAV): “Allah’a isyan etmek için adak olmayacağı gibi kişinin elinde olmayan bir şeye yapılan adak da adak olmaz.” buyurmuştur.

     2-) Adanan şey farz veya vacip cinsinden bir ibadet olmalıdır. Namaz, oruç, hac, sadaka, itikâf ve kurban gibi ibadetler adak olur. Hasta ziyaret etmek, camiye girmek ve mevlit okutmak gibi davranışlar sevap ise de bunlar adanmaz.

     3-) Adanan şey adayana önceden farz veya vacip olmamalıdır. Vakit namazları, ramazan ayı orucu, farz olan hac ve vacip olan kurban gibi ibadetler adanacak olursa, bunlar zaten kişinin yapmakla yükümlü olduğu ibadetler olduğu işin geçersizdir. Çünkü adak, kişi üzerine gerekli ve vacip olmayan hayırlı bir işi kendisine vacip kılarak “yapayım” diye üzerine almasıdır. Farz ve vacip olmayıp mubah olan şeyleri adamak da adak sayılmaz. Çünkü adanacak şeyin cinsinden farz ve vacip olması

Ayakta durduğunu gördü. Bu adamın niçin ayakta durduğunu sorunca: “Ebu İsrail’dir. Ayakta durmak, oturmamak, güneşte durmak, gölgelenmemek ve kimse ile konuşmamak üzere oruç tutmayı adamıştır.” dediler. Peygamberimiz (SAV): “Bu adama söyleyin, konuşsun, gölgelensin, otursun ama orucunu tutsun” buyurdu.

     Burada yapılması gereken oruçtur. Öbürleri ise nefse eziyet veren şeylerdir ki, bunların yapılması gerekmez. Ebu Hüreyre (RA) da şöyle demiştir: “Peygamberimiz (SAV) hacda iki oğlunun arasında onlara dayanarak yürüyen bir ihtiyar gördü. Sordu: “Buna ne oldu?” Oğulları: “Ey Allah’ın Resulü, adağı vardı.” dediler. Peygamberimiz (SAV): “Hayvanına bin ey ihtiyar, Allah senden ve adağından zengindir.” buyurdu ve bu tür farz veya vacip olmayan adakların yerine getirilmesinin gerekmediğini bildirdi. Türbeleri ziyaret etmek, mum yakmak, bez bağlamak, horoz, tavuk kesmek, şeker helva dağıtmak gibi adakların da dinde yeri yoktur.

 

ADAK ÇEŞİTLERİ VE ADAĞIN HÜKMÜ

 

     Adaklar mutlak ve mukayyet olmak üzere iki kısma ayrılır. MUTLAK ADAKLAR her hangi bir şarta bağlı olmayan adaklardır. “Allah rızası için şu kadar gün oruç tutacağım” veya “Allah rızası için kurban keseceğim” gibi adaklar mutlak adaklardır. MUKAYYET ADAKLAR ise her hangi bir şarta bağlanmış olan adaklardır. “Allah bana bu hastalıktan şifa verirse” veya “çocuğum okulu bitirse bir kurban keseceğim” gibi. Bu adak da iki kısma ayrılır. Birincisi, yukarıdaki örneklerde olduğu gibi gerçekleşmesi istenen bir şarta balı adaklar. İkincisi, “Falanla konuşursam, yalan söylersem on gün oruç tutayım” gibi gerçekleşmesi istenmeyen bir şarta bağlı adaklardır. Bu tür adaktan maksat bir işi yapıp yapmama konusunda kişinin kendisini kontrol etmesidir. Bu tür adaklar bir nevi yemin sayılmaktadır. Adanan şey ismen belirtilmiş ise, adak ister mutlak, ister mukayyet olsun, yerine getirilmesi vaciptir. Şayet adayanın her hangi bir niyeti yoksa (ki buna belirsiz adak denir) yemin keffareti ödemesi gerekir. Nitekim Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur: “Adağın keffareti yemin keffaretidir.”Adak belirsiz olur, adayan da oruca niyet eder fakat sayı belirtmezse üç gün oruç tutması gerekir. Kurban adanmış ise, bu ancak kurban edilecek hayvanlardan olur. Tavuk, horoz gibi hayvanlardan kurban olmaz. Adak kurbanının etinden adayanın kendisi, eşi, babası, anası, dedeleri, nineleri, çocukları ve torunları yiyemeyeceği gibi zenginler de yiyemezler. Adak kurbanının tamamının fakirlere dağıtılması gerekir.

     Allah’a veya birbirimize verdiğimiz sözlere, yaptığımız sözleşmelere uymamız dinimizin emridir ve ahlâkî bir erdemliktir.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi24
Bugün Toplam641
Toplam Ziyaret4706932
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI