• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Yaşayan Hurafeler Karşısında Müslümanın Tavrı

YAŞAYAN HURAFELER KARŞISINDA MÜSLÜMANLARIN TAVIRLARI

  

إِنَّ الدِّينَ عِندَاللّهِ الإِسْلاَمُ:

  

      “Allah katında gerçek din İslam’dır.”   (ALİ-İMRAN SURESİ – 19. AYET)

 

     Yapılması gerekenlerin belki de en önemlisi ülkemizin, toplumda yaygın olan hurafeler açısından bir inanç haritasının çıkarılarak, o yönde ciddi ilmî araştırmalar yapılması ve araştırma sonuçlarının topluma çeşitli vasıtalarla intikal ettirilerek, toplumun bir tür eğitime tabi tutulmasıdır. Bunlar, çeşitli platformlarda, ilmi toplantılarda, konferanslarda gündeme getirilmek suretiyle konunun ciddiyeti topluma ihsas ettirilmelidir. Kur’an-ı Kerim, şu gerçekleri ifade eder:

 

إِنَّ الدِّينَ عِندَاللّهِ الإِسْلاَمُ:

 

      “Allah katında gerçek din İslam’dır.”   (ALİ-İMRAN SURESİ – 19. AYET)

 

هُوَ سَمَّاكُمُ الْمُسْلِمينَ مِن قَبْلُ وَفِي هَذَا لِيَكُونَ الرَّسُولُ شَهِيداً عَلَيْكُمْ وَتَكُونُوا شُهَدَاء عَلَى النَّاسِ:

 

     “Ona mensup olan insanların ise Müslüman olarak isimlendirildiğidir.” (HACC SURESİ – 78. AYET)

     İslâm’a inanıp teslim olan, emirlerini hakkıyla yerine getirmeye gücü yettiğince gayret eden Müslüman’ın da, aynı derecede mükemmel olduğu gerek Kur’an ayetlerinin delaletinden, gerekse Hz. Peygamber (SAV)’in hadislerinden çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Onun içindir ki, İslâm kültüründeki “insan-ı kâmil” kavramı, kemal ve üstünlük namına aklımıza ne geliyorsa hepsini üzerinde barındıran insan olarak, Müslüman’ı tarif etmektedir. Terminolojik tahlillere girmeden kısaca ifade edersek, Müslüman, Allah ve Resulü (SAV)’ne inanmış, dünyada yaptıklarının âhirette tek tek hesabını vereceğini idrak etmiş, bu inanç içinde tutum ve davranışlarını bir disiplin içinde tutmasını başarabilme azmi içinde inanç ve ameli dünyası bütünlük arz eden kimsedir.

     Müslüman:

 

إِلَّا الَّذِينَ آمَنُواوَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَتَوَاصَوْا بِالْحَقِّ وَتَوَاصَوْا بِالصَّبْرِ:

 

     “İman eden ve sâlih amel işleyen Hakkı ve sabrı tavsiye eden kimsedir.”   (ASR SURESİ – 3. AYET)

“Allah için seven Allah için buğz eden kimsedir.”

“Bencil değil diğer insanları düşünen (diğergâm olan) insandır.”

“Herkese güven telkin eden kimsedir.” “İkiyüzlü, çifte standardın değil, “Rabbim Allah’tır deyip dosdoğru olan” kimsedir.”

“Kimseye zulmetmeyen ve zulme de rıza göstermeyen insandır.”

“İlmi, hikmeti nerede bulursa alan insandır.”

     Kısaca Müslüman, daima iyiyi doğruyu, güzeli öğrenen; iyiyi, güzeli ve doğruyu söyleyen, her zaman istikamet üzere olmaya çalışan insandır. 0, iyilik, doğruluk ve güzellikler için yaşar ve onları yaşatmaya çalışır. “Bir müminin diğer mümin kardeşini incitmesi caiz değildir.” diyen bir Peygamberin ümmeti olabilme becerisine ulaşabilme gayreti içindedir. Yani içi temiz, dışı temiz; inancı, ameli, hurafelerden uzak, dinine bid’at ve hurafe karıştırmamış insan = Müslüman.

     Ancak ne var ki, Kur’an ve Sünnet’in önerdiği mümin olmak için gerekli olan bu vasıflar, her zaman asr-ı saadet tazeliğinde olamamış, zaman içinde İslâm coğrafyasının genişlemesi sonucu, Müslümanların sahip oldukları saf, tertemiz inanç ve amel dünyaları, çeşitli inanç ve uygulama ögeleriyle farklı şekillerde tezahür etmeye başlamıştır. İslâm kültürünün kapsamı genişlemiş, Kur’an ve Sünnet esaslarının yanında, değişik kültür unsurları da İslâm kültürü içinde dinin bir emriymiş gibi algılanmaya başlanmıştır. Bunun tabii sonucu olarak, Müslümanların birbirlerine bakışları bile değişmiş, kavramlar birbirine karışmıştır. Pek çok bid’at ve hurafe, dinin yüce ilkelerini örtmüş, perdelemiştir. Öyle inanç ögeleri ortaya çıkmıştır ki, İslâm’ın temeli olan tevhid inancı zedelenmiş, şirke ve küfre düşme riski son derece artmıştır. En acı olanı ise, bütün bunların çoğu kez samimi duygularla ibadet aşkı ve heyecanı içinde yapılıyor olmasıdır.

     Tabii ki bu tarihi süreçtir ve kaçınılmaz bir sonuçtur. Burada mesele; bir suçlu aramak veya bu tür yanlışlıklar içinde olan Müslümanları itham etmek değil, konunun özünü kavramaya çalışmak ve ona göre çözüm aramak olmalıdır. Bu tarihi gerçekler ve İslâm tarihinde zaman zaman ortaya çıkan “ihya hareketleri” beraberce düşünüldüğü zaman bizi şu sonuca götürmektedir:

     Allah katında en hakiki ve mükemmel din olan İslamiyet’i ve onun kutsal kitabı Kur’an-ı Kerim’i, Allah Resulü (SAV), yirmi üç yıllık peygamberlik hayatı süresince tebliğ etmiş, açıklayıp yorumlamış; Kur’an emirlerini bizzat uygulamak suretiyle kendileri kâmil bir mümin olmanın örneğini vermişlerdir. Bu hususu, Kur’an şöyle ifade eder:

 

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌحَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيراً:

 

     “Ey insanlar! And olsun ki, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar için ve Allah’ı çok anan kimseler için Rasûlüllah en güzel örnektir.”   (AHZAB SURESİ – 21. AYET)

     Gerek Kur’an-ı Kerim gerekse Hz. Peygamber (SAV)’in bu açıklama ve uygulamaları yani “sünnet” dinin aslını teşkil etmektedir. Müslümanların, her dönemde dinleri hakkında başvurdukları temel ölçü, bu iki asıl kaynak olmuştur, kıyamete kadar da böyle olacaktır. Yapılan her türlü değerlendirme ve yorumda bu iki kaynağa uygunluk aranmaktadır. Bir inanç ögesinin ve işlenen bir amelin bid’at ya da hurafe olup olmayışını tespitte de bu ölçü yani Kur’an ve Sünnet’e uygunluk ölçüsü aranır.

     Buradan anlıyoruz ki, dini inanç ve uygulamalarımızda bizim için birinci derecede önemli olan, o konuda dayandığımız ölçüdür. Ölçümüz Kur’an ve Sünnet mi, yoksa toplumsal alışkanlıklarımız ya da geleneklerimiz mi? Şüphesiz birincisi yani Kur’an ve Sünnet’tir. Hatta yapa geldiğimiz bir takım alışkanlıklarımızı, adet ve geleneklerimizi de bu iki kaynağa göre değerlendiririz. Eğer aykırılık söz konusu ise onu terk ederiz. Çünkü bu ölçü, bizim dini bütünlüğümüzü ve istikametimizi sağlayan bir ölçüdür. Bu yüzden iyi bilinmesi gerekir.

     Bir başka ifade ile İslâm toplumunda, gerek bireysel gerekse toplumsal anlamda ciddi bir şekilde Kur’an ve Sünnet eğitimine ihtiyaç vardır. Eğer bu konuda bilgi eksikliği olursa, dinden olmayan pek çok şey dindenmiş gibi kabul edilir ki bid’at ve hurafe diye ifade edilen dindışı inanç ve uygulamalar toplumda yaygınlaşmaya başlar. Bu da, zaman içinde, sosyolojik bir gerçek olarak toplumsal kutuplaşmalara kadar varan bir problemler yığınının ortaya çıkmasına sebep olur. Sulh, sükûn, huzur ve barış anlamlarına gelen “İslâm”, bu durumda âdeta problem üreten, topluma huzursuzluk veren bir müessese haline gelmiş olur; hâlbuki gerçek, hiç de öyle değildir. Bilakis İslâm’ın insanlığa getirmiş olduğu ilahi mesaj, her iki dünyada da huzur ve saadeti önermekte, müntesiplerinin de her zaman bunu istedikleri, Kur’an’da bizzat ifade edilmektedir:

رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَاحَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ:

    

     “Rabbimiz bize dünyada iyilik ver, ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem ateşinden koru.”  (BAKARA SURESİ – 201. AYET)

     Öyleyse toplumda, dini olmadığı halde dindenmiş gibi zannedilerek uygulanan bir takım davranış biçimlerinin görülmesi, toplum fertlerinin bu konuda yeterli bilgiye sahip olmamaları sebebiyle böyle bir yanlış anlayışa sahip olduklarını göstermektedir. Zira cehalet, kişinin her türlü yanlışa düşmesinde en büyük etkendir. Bunu birkaç örnekle daha somut hale getirmeye çalışalım.

     Toplumumuzda sıkça görülen hurafelerin başında muska ve tılsımlar gelmektedir. (Bunlar, daha çok psikolojik temeli olan ruhî (manevi) hastalıklardan korunma amacıyla yapıldığı ifade edilen ve muhtelif şekilleri olan maskotlardır. Halk arasında gözlemlendiği şekliyle bunlar boyunlara takılmak, evin, arabanın belli yerlerine asılmak, hayvanların kafasına bağlanmak gibi farklı şekillerde kullanılmaktadır. Hz. Peygamber (SAV)’in sünnetinde muska ve temaim yasaklanmış; Allah’tan değil de bu çeşit eşyadan yardım dilemenin şirk koşmak demek olacağı ifade edilmiştir. Çünkü böyle bir inanç, Tevhid düşüncesini zedelemektedir. Zira fiillerin isnadının Allah’tan başkasına izafe edilmesi, yani muskalardan veya bir takım tılsımlardan medet umulması Allah inancını gölgede bırakmaktadır ki, böyle bir inanç içinde şirk unsurunu taşıyan bir inançtır. Her ne kadar bu yola tevessül eden insanların böyle bir niyeti olmasa da, konunun şirke düşme riski büyük olan bir uygulama olduğunu özellikle belirtmek isteriz. Muska uygulaması, Hz. Peygamber (SAV)’in hadislerinde belirtildiği şekliyle şartlı olarak izin verilen Rukye ile hiçbir zaman karıştırılmamalıdır.

     Yine böyle yaygın bir inanç da, eşyada uğur ve uğursuzluk bekleme düşüncesidir. Hemen her konuda uğursuzluk düşüncesine konu olmuş pek çok inanç ögesi bulunmaktadır. Söz gelimi, baykuş ve karganın ötmesinde, köpek ulumasında, kara kedide, siyah köpekte, farede, yılanda, tenha ve ıssız yerlerde bulunduklarına inanılan, değişik suret ve şekillerde görünerek insanları yoldan saptırıp helak olmalarına sebep olan gul ve gulyabani de uğursuzluk vardır. Pazartesi çamaşır yıkamak iyi değildir. Salı uğursuz bir gündür. Gece aynaya bakmak uğursuzluk getirir, cin çarpar. Gece dışarı çöp atılması, çocuk beşiğinin boş sallanması iyi değildir. Elbiseyi çıkarmadan insanın üzerinde bir yerini dikmek uğursuzluk getirir gibi.

     Her ne kadar bu tür inanç ve uygulamaların bazılarının pratik açıklamaları olsa dahi, prensip olarak Hz. Peygamber (SAV)’in hadislerinde “Eşyada uğursuzluk görmek diye bir şeyin olmadığı.” bizzat ifade edilmiştir. Ama bugün şöyle bir etrafımıza baktığımızda, hemen her seviyede, ister eğitim görmemiş olsun, isterse eğitim görerek belli bir kültür birikimine sahip olmuş entellektüel pek çok insanın uğur ya da uğursuzluk inancına sahip oldukları görülmektedir.

     İslâm toplumunda, gerek bireysel gerekse toplumsal anlamda ciddi bir şekilde Kur’an ve Sünnet eğitimine ihtiyaç vardır. Eğer bu konuda bilgi eksikliği olursa, dinden olmayan pek çok şey dindenmiş gibi kabul edilir ki, bid’at ve hurafe diye ifade edilen din dışı inanç ve uygulamalar toplumda yaygınlaşmaya başlar.

     Bu tür inançların birer folklorik değer olarak benimsenmesi normal kabul edilip bir kültür unsuru sayılsa bile, konuya inanç açısından bakıldığı zaman, farklı zeminlere kaydığı görülmektedir. Mesela, bir yerde baykuş öttüğü zaman o evden ya bir cenaze çıkacak veya o ev sakinlerinin başına bir felaket gelecek diye inanmak, baykuş denilen o kuşun ötmesini felaket habercisi kabul etmek; o kuş ötmeseydi böyle bir felaket olmayacaktı, şeklinde inanmak, bir anlamda “fiillerin yaratıcısının Allah olduğu” inancını unutarak, meydana gelen fiilin yaratıcısını, Allah’tan başka varlıklarda aramak demek olacaktır ki, bu İslâm Dininin en temel prensibi olan Tevhid inancına aykırı düşmektedir. Uğur veya uğursuzluk düşünceleri, beşeri değerlendirmeler olup, hadiselerin meydana gelmesinin, varlıkların yaratılış özelliklerine veya belli davranış şekillerine bağlamak Tevhid’e zıttır. Çünkü baykuş sesinin felaket haberi olduğu inancın menşeine bakıldığı zaman, bunun anlamı Cahiliyye Araplarında görüldüğü şekliyle, baykuşun, kısas olunmayan bir maktulün ruhunun tecessüm etmiş şekli olarak kabul edilmesi, umumi manası itibariyle “ruhun bir vücuttan diğerine intikali” demek olan “TENASÜH=RUH GÖÇÜ=REENKARNASYON” inancı ile yakından ilgili olduğu görülmektedir. Bu da İslam Dini’nin reddettiği bir inançtır. Halkımız arasında gerek inanç yönünden gerekse, geleneksel olarak yaşatılmaya çalışılan, onlarda bir takım kutsallık aranan pek çok hurafe -boş inanç- çeşitleri bulunmaktadır. Üzücü olan ise, bu tür hurafelerin birer folklorik değer olarak halka mal edilmesi yönünde gayretler sarf edilirken, tarihi kökenlerinin ne olduğu ve İslâm Dini’nin bunları nasıl değerlendirdiği konusunda yeterli bilginin verilmeyişidir. Durum böyle olunca, bu hurafeler, zamanla insanımızın hayatında, terk edilemez bir unsur olarak yer alacaktır ki, bu da insanımızı din ile geleneğin çatıştığı bir ikilem içine itecektir.

     Aslolan; dine ait olan bir değer ile, geleneğe ait olan bir değerin birbirinden ayrılması, dinle çatışan, ona ters düşen geleneklerin ise, toplumda din-gelenek çatışması sonucu ortaya çıkabilecek bir takım psikolojik ve rûhi rahatsızlıklara sebep olacağı düşüncesiyle, zaman içinde onların terk edilmesidir. Öyleyse, Müslüman’ın sahip olması gerektiği Tevhid inancını zedeleyen bu ve benzeri hurafelerden arınması için yapılması gereken şey nedir?

     Hz. Peygamber (SAV)’in sünnetinde muska ve temaim yasaklanmış; Allah’tan değil de bu çeşit eşyadan yardım dilemenin şirk koşmak demek olacağı ifade edilmiştir. Çünkü böyle bir inanç, Tevhid düşüncesini zedelemektedir.

     Bu konuda yapılacak en önemli şey, toplumun aydınlatılması, doğru bilgilerin onlara birinci el kaynaklardan ulaştırılmasıdır. Bu yapılırken sadece, o inanç öğesinin bir hurafeden ibaret olduğunu belirtmekle yetinilmeyip, bizzat gerek menşeinden, gerekse topluma intikal eden şeklinin tarihi gelişiminden de bahsetmek suretiyle, niçin yanlış olduğu düşüncesi verilmeli, toplum, mantıken o konuda ikna edilmelidir. Sadece “bu şudur, şu değildir!” şeklindeki açıklama ve yorumlar, hurafelerle mücadele konusunda yeterli sonuçların elde edilmesine kâfi gelmemektedir. Ayrıca, toplumun hassas olduğu noktalarda, yapılacak eleştirilerde, bu hassas noktaların dikkate alınması; keskin tavırlarla değil, öğretici, eğitici ve inandırıcı üslup içinde yapılması, alınacak sonucu müspet yönde etkileyecektir.

     Bunun için yapılması gereken bir başka husus, -belki de en önemlisi- ülkemizin, toplumda yaygın olan hurafeler açısından bir inanç haritasının çıkarılarak, o yönde ciddi ilmî araştırmalar yapılması ve araştırma sonuçlarının topluma çeşitli vasıtalarla intikal ettirilerek, toplumun bir tür eğitime tabi tutulmasıdır. Bunlar, çeşitli platformlarda, ilmi toplantılarda, konferanslarda gündeme getirilmek suretiyle konunun ciddiyeti topluma ihsas ettirilmelidir. Konu ciddidir, zira doğru zannedilerek işlenen veya kabul edilen yanlışlıklar üzerine bina edilen farklı davranışlar daha kötü sonuçların doğmasına zemin hazırlamaktadır. Burada özellikle din görevlilerimize büyük görevler düşmektedir. Her hafta okunan hutbe ve yapılan va’z-u nasihatlerde, uygun bir üslup güzelliği içinde halka verilmeye çalışılan dini bilgilerde, bir Sünnet’in ihya edilmesi sağlanmaya çalışılırken, bir bid’atın ve hurafenin de kaldırılması konusuna daha fazla ağırlık verilebilir. Halk, her gün işlemekte olduğu veya işlendiğine şahit olduğu hurafelerin menşei ve dinle olan münasebetinin ne olduğu konusunda ciddi ve ilmi bilgilere sahip olduğu zaman, kısa vadede olmasa da zaman içinde bu tür boş inançlardan arınmış olacaktır.

 

KAYNAK : DİYANET AYLIK DERGİ

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi13
Bugün Toplam468
Toplam Ziyaret4706759
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI