• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











İman ve İmanın İnsan Hayatı Üzerindeki Etkileri

İMAN VE İMANIN İNSAN HAYATI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

Değerli Müminler! Bugünkü sohbetimizde imanın faziletinden söz edeceğiz.

İnanmak ve inanmamak, insanlığın var olduğu günden beri ilgi duyduğu en önemli iki konudur. Allah Teala’nın gönderdiği bütün peygamberler bu iki konuda insanları uyarmışlar; imanın faziletini, inançsızlığın ise, korkunç akıbetini duyurmuşlardır.

İnanmak ve inanmamak bugünkü insanın da, en önemli iki konusu olduğunda şüphe yoktur.

Biz bu konuşmamızda iman ve küfrün mahiyetini ayet ve hadislere göre açıklamaya ve bu konuda İslam büyüklerinin sözlerini aktarmaya çalışacağız.

İman Nedir?

Önce imanın ne olduğunu açıklayalım. İmanın, biri genel, diğeri özel olmak üzere iki manası vardır. Daha açık bir ifade ile imanın biri sözlük, biri de dinde olmak üzere iki manası vardır.        Sözlükte iman; inanmak ve tasdik etmek demektir ki, bu imanın genel manasıdır. İmanın bu genel anlamında kullanıldığı ayetler vardır. Dinde iman ise, Efendimizin Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde onu tasdik etmek ve doğruluğuna inanmaktır. Bu imanın özel manasıdır. İman deyince de bu anlaşılır. Nitekim Kuran’da şöyle buyuruluyor:[1]

آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ.

İman Ne ile Gerçekleşir?

İmanda etkili olan organ veya organlar hangileridir? Bu konuda farklı değerlendirmeler olmakla beraber, imanda etkili olan organ, kalptir. Bir kimse, Efendimizi, Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde kalbi ile tasdik ediyor ve doğruluğuna inanıyorsa, bunu her hangi bir sebeple dili ile ikrar etmese de, Allah katında mümindir. Diliyle ikrar ettiği halde kalbi ile tasdik etmiyorsa, bu kimse her ne kadar insanlar yanında mümin ise de, Allah katında gerçekten inanmış değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:[2]

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ.

Yine başka bir ayette de şöyle buyuruluyor:[3]

قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِن قُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ فِي قُلُوبِكُمْ.

Büyük Müfessir Mücahid bu ayetin, Medine yakınında bulunan Beni Esed İbn-i Hüzeyme kabilesi hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Bu kabile ganimet hevesiyle müslüman olduklarını söylemişlerdi. Bunlar bir kıtlık yılında Medine’ye gelmişler, şehadet kelimesini söylemişler ve Efendimize:      

-Biz, filan oğulları ve filan oğulları gibi size savaş açmadık, ailelerimizle geldik… dediler. Bu sözleri ile Efendimizden kendilerine sadaka yardımı yapılmasını istiyorlardı. Bunun üzerine bu ayet-i kerime indi.[4]

Ayet, Efendimize, onlara söyle -siz iman etmediniz… çünkü, iman yalnız dil ile ikrardan ibaret değil, yürekten inanmaktır.

Dil ile ikrar, dünyada müslüman olduğunun bilinmesi ve kendisine İslam hükümlerinin uygulanması için, gereklidir. Eşarilerin ihtiyarı da budur. Ebu Mansur Maturidi de bu görüştedir.[5]

Meşhur iman, kalp ile tasdik ve dil ile ikrardır sözünün anlamı da budur. Yoksa Allah katında mümin olması için kalp ile tasdik yeterlidir.

Sonuç olarak, iman kalp ile tasdikten ibarettir. Dil ile ikrar ise; başkalarının onu mümin olarak tanımaları ve öldüğünde cenaze namazını kılmaları ve müslüman mezarlığına defnetmeleri gibi İslam hükümlerinin ona uygulanması için gereklidir.

İmanın Geçerli Olmasının Şartları

1. İman Ümitsizlik Halinde Olmamalıdır:

Hayatı boyunca inanmamış olan bir insanın, yaşama ümidi kalmayıp can çekişme halinde iman etmesi geçerli değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:[6]

وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذِينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّئَاتِ حَتَّى إِذَا حَضَرَ أَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ إِنِّي تُبْتُ الآنَ وَلاَ الَّذِينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌ أُوْلَـئِكَ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً أَلِيماً.

2. İnanmış olan bir kimse, dinin kesin hükümlerinden, her hangi birini inkar edici söz ve davranışlarda bulunmamalıdır:       

Mesela, dinin hükümlerinden olduğu kesin olan namaz, oruç, hac ve zekat gibi bir hükmü inkar eden, Allah böyle bir şey farz kılmadı, artık bugün için bunlara gerek yoktur diyen kimse imanını kaybetmiş olur. Çünkü dinin hükümleri bir bütündür, bunlardan birini inkar etmek, hepsini inkar etmek demektir. Ancak dinin bütün hükümlerine inandığı halde bunlardan bazılarını yapmayacak olursa dinden çıkmış olmaz. İnkar başka, yapmamak başkadır.

3. Dindeki hükümlerin hepsinin güzel olduğunu kabul etmeli ve bunların arasında bir ayırım yapmamalıdır.

İman Artar ve Eksilir mi?

İmanın dindeki anlamını yukarda belirtmiştik: Efendimizi Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen her şeyde tasdik etmek ve yürekten inanmaktır. Bunda artma ve eksilme söz konusu değildir. Daha açık bir ifade ile bir kimse iman esaslarının bir kısmına inanıp, bir kısmına inanmasa, mesela; imanın esaslarından olan peygamberlere inanıp, öldükten sonra dirilmeye inanmasa veya namazın farz olduğunu kabul edip, zekatın farz olduğuna inanmasa, bu kimse mümin olmaz. Böyle olunca imanın artması ve eksilmesi diye bir şey olmaz. Bu noktada imanın gerçekleşmesi için hiç kimse arasında hatta peygamber olanla olmayan arasında bir fark yoktur. Bir kimse ya inanmıştır, veya inanmamıştır. Ancak imanın kuvvetli ve zayıf olması açısından farklılık vardır. Efendimizin imanı ile herhangi birimizin imanı kuvvetlilik açısından aynı değildir. İmanda böyle bir farklılığın bulunduğuna ayet ve hadislerde de işaret edilmiştir. Nitekim Kuran’da buyuruluyor ki:[7]

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ إِذَا ذُكِرَ اللّهُ وَجِلَت ْقُلُوبُهُمْ وَإِذَا تُلِيَتْ عَلَيْهِمْ آيَاتُهُ زَادَتْهُمْ إِيمَاناً وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ.

İmanın, kuvveti ve zayıflığı kabul edeceğine Hz. İbrahim’i örnek vermek mümkündür. O, Allah’ın dostu olma şerefi ile şereflenmiş bir peygamber olduğu halde şöyle demişti:[8]

وَإِذْ قَالَ إِبْرَاهِيمُ رَبِّ أَرِنِي كَيْفَ تُحْيِـي الْمَوْتَى قَالَ أَوَلَمْ تُؤْمِن قَالَ بَلَى وَلَـكِن لِّيَطْمَئِنَّ قَلْبِي قَالَ فَخُذْ أَرْبَعَةً مِّن َالطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ إِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلَى كُلِّ جَبَلٍ مِّنْهُنَّ جُزْءاً ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْتِينَكَ سَعْياً وَاعْلَمْ أَنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ.  

 

Böylece Hz. İbrahim, görmeden inandığı bu olayı gözleri ile gördükten sonraki imanının daha kuvvetli olacağını ifade etmiştir. Efendimiz de buyuruyorlar ki:[9]

بينا انا نائم, رايت الناس يُعرضون علىَ و عليهم قمص منها ما يبلغ الثدىَ و منها ما دون ذلك. و عُرض علىَ عمر بن الخطاب و عليه قميص يجره. قالوا: فما اولتَ ذلك يا رسول الله؟ قال: الدينَ.

Efendimize rüyada, üzerlerinde değişik uzunlukta gömlek olan insanlar gösterildi. Bu arada Hz. Ömer’in üzerindeki gömlek o kadar uzundu ki, etekleri yere sürüyordu. Bunu ne ile tabir ettiği Efendimize sorulduğunda, bunu din ile dinin kemali ile tabir ettiğini ifade etmiştir. Bu da ayetler gibi imanda kuvvet yönünden herkesin eşit olmadığını göstermektedir.

İman İle Amel Arasındaki İlişki

İman ve amel, bir bütünü oluşturan parçalar değil, ayrı ayrı şeylerdir. Çünkü Kuran’da:[10]

إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ لَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ.

buyurulmuş, amel, iman üzerine atfedilmiştir. Arapça gramer kuralına göre ancak farklı manada olan şeyler birbirine atfedilebilirler. Daha açık bir ifade ile eğer amel imanın bir parçası olsaydı, “İman edenler” ifadesinden sonra “iyi iş yapanlar” denmesine gerek kalmazdı.

İman ile amel, ayrı ayrı şeyler olmakla beraber, aralarında çok sıkı bir ilişki vardır. Allah, ancak olgun müminlerden razı olur. Olgun mümin olmak için de, yalnız inanmak yeterli değildir. İman ile birlikte ibadet etmek ve güzel ahlaka sahip olmak gerekir. Hiç şüphe yok ki ibadet, imanın bir göstergesidir. Sadece inandım demek yeterli değildir. Kalpteki iman ışığının sönmemesi için ibadet de gereklidir. İbadet yapmayan kimsenin kalbindeki iman yavaş yavaş zayıflar ve Allah korusun günün birinde sönebilir. Bu ise insan için en büyük bir kayıptır. İman nurunun söndüğü bir gönül, insan için bir yük olmanın ötesinde bir anlam taşımaz. Büyük Şair merhum M. Akif ne güzel söylemiş:

İmandır o cevher ki, İlahi ne büyüktür.

İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.

İman ile amel ayrı ayrı şeyler olunca, akla şöyle bir soru gelir. Farz olan ibadetleri yapmamak, Allah’ın yasakladığı büyük günahları işlemek imanı nasıl etkiler? Başka bir ifade ile farz olan ibadetleri yapmayan ve büyük günah işleyen kimse imandan çıkar mı?

Bu konuda farklı görüşler olmakla beraber Ehl-i Sünnetin görüşü; farz olan ibadetleri yapmamak ve büyük günah işlemek insanı dinden çıkarmaz, günahkar yapar. Dinden çıkmak başka, günahkar olmak başkadır. Nitekim Ashabı Kiram’dan Ebu Zer şöyle demiştir:[11]

اتيتُ النبى و هو نائم. عليه ثوب ابيضُ. ثم اتيته فاذا هو بائم. ثم اتيته و قد استيقظ. فجلست اليه فقال: ما من عبد قال لا اله الا الله ثم مات على ذلك الا دخل الجنة. قلت: وانْ زنى وان سرَق؟ قال: وانْ زنى وان سرَق. قلت: وانْ زنى وان سرَق؟ قال: وانْ زنى وان سرَق ثلاثا. ثم قال فى الرابعة: على رغمِ انفِ ابى ذر. قال: فخرج ابو ذر و هو يقول: وان رَغِمَ انفُ ابى ذر.   

Şu hadisi şerif de büyük günah ile imanın bir arada bulunabileceğini ifade etmektedir:[12]

عن عبادة بن الصامت اَن رسول الله قال وحولَه عِصابة من اصحابه: بايِعونى على انْ لا تشرك بالله شيئا ولا تَسرق ولا تَزنوا ولا تَقتلوا اولادكم ولا تاتوا ببهتان تَفترونه بين ايديكم وارجلِكم ولا تعصوا فى معروف. فمن وفى منكم فاجره على الله ومَن اصاب من ذلك شيئا فعوقِبَ به فى الدنيا فهو كفارة له, ومن اصاب من ذلك شيئا ثم ستره الله فهو الى الله انْ شاء عفا وان شاء عاقبه. فبايَعناه على ذلك. 

Evet günahlar imanın aslını olumsuz şekilde etkilemese de, imanın kemalini etkiler. Nitekim Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:[13]

لا يزنىِ الزانى حين يزنى وهو مؤمن, ولا يسرق السارق حين يسرق وهو مؤمن, ولا يشرب الخمر حين يشربها وهو مؤمن.

Hadiste; zina eden, hırsızlık yapan ve içki içen kimsenin mümin olarak bunları yapmayacağı ifade edilmekte ise de, Ehl-i Sünnet bunu, kamil mümin olarak, bu günahları yapmaz, şeklinde anlamıştır. Az önce naklettiğimiz hadiste; Allah’tan başka ilah olmadığını ve bu ikrar üzere ölen kimse zina etse de, hırsızlık etse de, cennete gireceği bir kaç kez teyit edilerek ifade buyurulmuştur.

Çünkü Efendimizden itibaren hemen her devir İslam alimleri, imanı bulunduğu halde, farz olan ibadetleri yapmayan veya haram ve büyük günahları işleyen kimseleri yaptıklarını helal görmedikleri sürece, mümin kabul etmişler. Ancak, bunların günahkar olduklarını söylemişlerdir. Ehl-i Sünnetin görüşü de bu yöndedir.

İman Huzur Kaynağıdır

İman, insanın en değerli kazancıdır. Karanlık ile aydınlık bir olmadığı gibi inanan insan ile inanmayan insan da bir değildir. İnanan insanın Allah katında üstün değeri vardır. Allah mümin olan kullarını sevdiği gibi, insanların güvenini kazanan da, bu inanan insanlardır.

İmanlı insan huzurlu ve mutlu kişidir. Çünkü inanan insan, bir gün Allah’ın huzurunda, dünyada yaptıklarının hesabını vereceğine inandığı için, Allah’a ve insanlara hatta diğer canlılara karşı olan görevlerini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışır. İşinde ve sözünde ölçülü olur. Her türlü aşırılıklardan sakınır. Ailesine, çevresine, tüm insanlara ve hatta hayvanlara karşı şefkat ve merhamet gösterir. Kimsenin malına, ırzına göz dikmez. Kimsenin hakkına tecavüz etmez. Herkese hakkını verir. Komşuluğundan herkes memnun olur. İşveren ise işçiye, işçi ise işverene haksızlık yapmaz. Felaketler karşısında sarsılmaz, ümitsizliğe düşmez. Allah’a sığınır ve güvenir. Bütün bunlar, insanın huzurlu ve mutlu olmasını sağlar.

Küfür

Küfür kelimesinin de iman gibi genel ve özel manaları vardır. Sözlükte küfür; örtmek demektir. Görünen şeyleri karanlığı ile örttüğü için geceye "kafir" denmiştir. Çiftçiye de tohumu toprağa ektiği için aynı ad verilmiştir. Bu küfür kelimesinin genel manasıdır.  Küfür kelimesinin itikat ve amel yönünden olmak üzere iki özel manası vardır.

A. Amel Yönünden Küfür; Allah’ın verdiği nimetlere, şükretmemek ve nankörlük etmektir. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:[14]

فَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتِ وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَلَا كُفْرَانَ لِسَعْيِهِ وَإِنَّا لَهُ كَاتِبُونَ.  

Allah’ın nimetlerine karşı küfür yani nankörlük iki şekilde olur.

1. Nimetleri, Allah’ın verdiğini inkar etmektir. Bu aynı zamanda akide yönünden de küfürdür. Karun’un küfrü böyle idi. Kendisine:[15]

وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللَّهُ الدَّارَ الْآخِرَةَ وَلَا تَنسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِن كَمَا أَحْسَنَ اللَّهُ إِلَيْكَ وَلَا تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الْأَرْضِ إِنَّ اللَّهَ لَا يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ. قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ عِندِي أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللَّهَ قَدْ أَهْلَكَ مِن قَبْلِهِ مِنَ القُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعاً وَلَا يُسْأَلُ عَن ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ.  

2. Nimetlerdeki kötü tasarruftur. Bu nimetlerin sahibine karşı saygısızlıktır. Nitekim buyuruluyor ki:[16]

لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ.

Ameli küfür, nimete karşı nankörlüktür.

B. İtikat Yönünden Küfür; Efendimizi, Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen şeylerde yalanlayıp, getirdiklerini inkar etmektir. Bunun hükmü, dünyada; müslüman muamelesine tabi olmamak, ahirette ise; ebedi olarak cehennemde kalmaktır. Nitekim Allah Teala buyuruyorlar ki:[17]

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُوا وَمَاتُوا وَهُمْ كُفَّارٌ أُولَئِكَ عَلَيْهِمْ لَعْنَةُ اللّهِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ. خَالِدِينَ فِيهَا لاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ.

Tekfir Nedir?

Tekfir; bir insanın küfrüne hükmetmektir. Bu, çok dikkatli olunması gereken bir konudur. Bir kimsenin mümin olduğunda zayıf da olsa bir delil varsa onu dikkate alarak o kimse mümin kabul edilir. Çünkü mümini affetmekte hata etmek, onu cezalandırmada hata etmekten daha hayırlıdır.

Değerli Müminler! Az önce de söylediğimiz gibi imanın yeri kalp olduğu gibi küfrün yeri de kalptir. Kalplerde olanı ise, ancak Allah bilir. Dıştaki belirtiler, her zaman kesin olarak kalpte olana delalet etmez. Dış belirtilerin kalpte olana delaleti çoğu kere zannidir. İslam ise zanna uymaktan nehyetmiş ve zannın çoğunun günah olduğunu bildirmiştir. Şu olay ne kadar çarpıcıdır.

Efendimizin azatlı kölesi Zeyd’in oğlu Üsame, Hurka üzerine savaşa gönderilmişti. Düşmanla karşılaşıp savaşmış ve düşmanı yenilgiye uğratmıştı. Bu sırada o çevrede koyun güden bir çobanla karşılaşmıştı. Çoban bunları görünce şaşırmış: -La İlahe İllallah demişti. Buna rağmen Üsame, çobanı öldürmüştü. Medine’ye döndüklerinde Efendimiz durumu öğrenince Üsame’ye:

-Ey Üsame, bu adamı La ilahe illallah dedikten sonra niçin öldürdün? diye sordu. Üsame:

-O, ölümden kurtulmak için La ilahe illallah söyledi, dedi. Efendimiz:

-Kalbini yardın da baktın mı? buyurdu.[18] İşte bu olay üzerine şu ayet nazil oldu:[19]

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِذَا ضَرَبْتُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ فَتَبَيَّنُواْ وَلاَ تَقُولُوا لِمَنْ أَلْقَى إِلَيْكُمُ السَّلاَمَ لَسْتَ مُؤْمِناً تَبْتَغُونَ عَرَضَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فَعِندَ اللّهِ مَغَانِمُ كَثِيرَةٌ. كَذَلِكَ كُنتُم مِّن قَبْلُ فَمَنَّ اللّهُ عَلَيْكُمْ. فَتَبَيَّنُواْ إِنَّ اللّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيراً.  

Konu ile ilgili olarak Efendimiz de şu uyarılarda bulunmuşlardır:[20]

ايماامرئٍ قال لاخيه: يا كافر. فقد باء بها احدهُما اِنْ كان كما قال. واِلا رجعتْ عليه.  

İslam büyükleri bu konuda dikkatli olunmasını öğütlemişlerdir. İmam Malik’in: Bir kimsenin küfre ihtimali olan 99 hareketi yanında 1 hareketi de mümin olduğuna delalet ederse, o kimsenin mümin olduğuna hükmedilir, dediği rivayet edilmiştir.[21]

Şu olay da Efendimizin bu konuda ne kadar titiz davrandığını gözler önüne seriyor: Ebu Said el-Hudri şöyle diyor:

-Hz. Ali Yemen’de iken, Efendimize toprağı üzerinde yani, henüz işlenmemiş bir külçe altın göndermişti. Efendimiz uygun gördüğü dört kişiye bunu taksim etti. Bunun üzerine bir adam Efendimize:

-Allah’tan kork, demek cüretinde bulundu. Efendimiz:

-Yazıklar olsun sana, ben, yeryüzünde ki insanların Allah’tan en çok korkanı değil miyim? buyurdu ve çok üzüldü. Sonra adam arkasına dönüp gitti. Halid b. Velid:

-Ey Allah’ın Rasulü, izin ver de şunun boynunu vurayım, dedi, Efendimiz:

-Hayır, vurma. Bunun da ilerde namaz kılan bir kişi olması umulur, buyurdu. Bunun üzerine Hz. Halid:

-Ey Allah’ın Rasulü, namaz kılanlardan öyle kimseler var ki, onlar, gönüllerinde olmayan şeyi dilleri ile söylerler, dedi. Efendimiz:

-Ey Halid, ben insanların kalplerini açmaya, karınlarını yarmaya memur değilim, buyurdu.[22]

Yine Efendimiz şöyle buyurmuştur:[23]

من صلى صلاتَنا واستقبل قبلتنا واكل ذبيحتنا فذلك المسلم الذى له ذمةُ الله وذمة رسوله, فلا تُخْفِروا اللهَ فى ذمته.

Bütün bunlar gösteriyor ki, müminlerden bir kısmının bazı söz ve davranışlarına bakarak bundan, dinden çıktığını ve küfre girdiklerini söylemek ağır sorumluluğu olan bir davranıştır. Bu itibarla bir hata yapıp sonunda pişman olmamak için, her konuda olduğu gibi özellikle bu konuda daha dikkatli ve titiz olmak gerekmektedir. Kaldı ki akait kitaplarında; kıbleye yönelenlerin yani namaz kılanların tekfir edilmemesi Ehl-i Sünnetin temel kuralları arasında yer almıştır. İmam-ı Azam Ebu Hanife ile fakihlerin çoğunluğu bu görüştedir.[24]

Büyük İslam alimlerinden Şiraz’lı Azdu’l-Milleti ve’d-Din Abdurrahman b.Ahmed el-İci, Mevakıf adlı meşhur eserinin sonundaki uyarısı ile konuşmamızı tamamlayalım. Şöyle diyor: -Ehl-i kıbleden olan hiç kimseyi tekfir etmeyiz. Ancak Alim ve Kadir olan Allah’ı tanımamak, O’na ortak koşmak, peygamberliği ve Efendimizin Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen İslam hükümlerini inkar etmek veya dinde haram olan şeyleri helal kabul etmek gibi durumlar müstesna.



[1] Bakara, 2/ 285.

[2] Bakara, 2/ 8.

[3]Hucurat, 49/ 14.

[4] Alusi Tefsiri, 26, 167.

[5] Şerhu Fıkhi’l-Ekber, 69.

[6] Nisa, 4/ 18.

[7] Enfal, 8/ 2.

[8] Bakara, 2/ 260.

[9] Buhari, İman, 15; Müslim, Kitabu Fedailü’s-Sahabe, 2.

[10] Bakara, 2/ 277.

[11] Buhari, Tevhid, 33, Rikak, 16; Müslim, İman, 40.

[12] Buhari, İman, 11; Müslim, Hudud, 10.

[13] Buhari, Eşribe, 1; Müslim, İman, 24.

[14] Enbiya, 21/ 94.

[15] Kasas, 28/ 77-78.

[16] İbrahim, 14/ 7.

[17] Bakara, 2/ 161- 162.

[18] Buhari, Megazi, 45; Müslim, İman, 41.

[19] Nisa, 4/ 94.

[20] Müslim, İman, 26.

[21] Seyyid Sabık, Fıkhu’s-Sünne, 2, 453.

[22] Buhari, Megazi, 61; Müslim, Zekat, 47.

[23] Buhari, Salat, 28.

[24] Taftazani, Şerhu’l-Makasıd, 197.

Kaynak:  Lütfi Şentürk - Diyanet Aylık Dergi

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi13
Bugün Toplam792
Toplam Ziyaret4707083
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI