• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











İbadette Gayret

İBADETTE GAYRET

 

إِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ:

 

     “Hiç şüphesiz Allah, iyi amel işleyenlerin ecrini zayi etmez.”  (TEVBE SURESİ – 120. AYET)

 

     Muaz b.Cebel (RA) şöyle diyor: “Bir gün Hz Peygamber bana şöyle dedi: “Sana hayır kapılarını göstereyim mi?” Ben de:“Evet.” deyince, şöyle buyurdular:“Oruç günahlara karşı kalkan, sadaka da burhandır. Kulun gece yarısı uykudan kalkıp ibadet etmesi ise her türlü günahı söndürür.”

     Ebu Ubeyde (RA)’ın rivayetinde Hz Peygamber (SAV) şöyle buyurur: “Oruç günahlara karşı bir kalkandır. Fakat kul tarafından gıybetle delinmedikçe…”

     İsa b.Ahmet, Hasan-ı Basri’ye dayanarak şöyle diyor:“Şu dört şey, ahiret azıklarındandır:

     1-) Nefsin sağlıklı olmasını sağlayan oruç

     2-) Kul ile cehennem ateşi arasında perde olan sadaka

     3-) Kulu Rabbine yaklaştıran namaz

     4-) Günahların silinmesine vesile olan gözyaşı

     Anlatıldığına göre ibadetin aslı şu üç şeydir:

     1-) Korku     2-) Ümit     3-) Sevgi

     Korkunun alameti, haramları terk etmek; ümidin alameti ibadete karşı arzulu olmak; sevginin alameti de şevk ve yöneliştir. Buna karşılık günahın özü de şu üç şeydir:

     1-) Kibirlilik     2-) Hırs     3-) Kıskançlık

     Kibirlilik ilk defa şeytanda görüldü. Bilindiği gibi şeytan, secde etmesi emredildiği zaman kibirlenip bu emre uymayarak lanetlik oldu.

     Hırs, ilk defa Hz Âdem (AS)’da görüldü. Bilindiği gibi Hz Âdem (AS), ebedi olarak cennette kalma tutkusuyla yasak meyveden yediği için oradan çıkarıldı.

     Kıskançlık ta ilk defa Hz Âdem (AS)’ın oğlu Kabil’de görüldü. Bilindiği gibi Kabil, kıskançlık yüzünden kardeşini öldürdü ve bu sebeple cehennemlik oldu. Buna göre herkesin günahlardan kaçınarak olanca gayretiyle ibadete sarılması ve ibadetini de sırf Allah rızası için yapması gerekir.”

     Hz Peygamber (SAV) şöyle buyuruyor: “Kim kırk gün boyunca ihlâsla Allah’a ibadet ederse hikmet kaynakları kalbinden fışkırarak dilinin ucuna çıkar.”

     Anlatıldığına göre şu üç kimse kendileri hakkında kalplere nefret ekerler, kendilerine karşı kin duyulmasına yol açarlar ve yaptıklarını yıkarlar:

     1-) Başkalarının ayıplarıyla uğraşanlar

     2-) Kendilerini beğenenler

     3-) Desinler diye ve gösteriş için amel işleyenler

     Buna karşılık şu üç kimse de kendileri hakkında kalplere muhabbet ekerler, huzura kavuşurlar ve gök halkı (melekler) nezdinde itibar kazanırlar:

     1-) Güzel ahlaklılar     2-) Amellerinde ihlas sahibi olanlar     3-) Alçak gönüllüler

     Bir gün Hatem-i Tai’ye sordular: “Amellerini hangi esaslara dayandırdın?” Şöyle cevap verdi: “İşlediğim amelleri dört esasa dayandırdım:

     1-) Bildim ki, benim bir rızkım var ve bu rızkım beni aşıp başkasına gitmez. Tıpkı başkasının rızkının sahibini aşıp bana gelmeyeceği gibi. Bu prensibe güvendim.

     2-) Bildim ki, üzerime farz kılınmış bazı ibadetler var ki, onları benim yerime başkası yerine getiremez. Bu düşünceyle kendimi o ibadetlere adadım.

     3-) Rabbimin her an beni gördüğünü bilerek ondan utanmayı prensip edindim.

     4-) Hızla bana doğru gelmekte olan bir ecelim olduğunu bilerek ben ona doğru gitmeyi prensip edindim.”

     Ecele doğru gitmek demek, iyi ameller işleyerek ona karşı hazırlıklı olmak, Allah’ın yasaklarından kaçınmak ve bu yolda sebat ederek hayırlı bir akıbete erebilmek için Ulu Allah’a yalvarmak demektir.

     Ehl-i Hikmetten bir zat diyor ki: “İşlediği ibadetten haz almak isteyen kimse, şu dört esası gözetmelidir:

     1-) İbadete niyetle başlamalı  2-) Allah’a karşı minnettar olmalı  3-) Korku içinde ibadet işlemeli  4-) İbadeti ihlaslı olarak bitirmelidir.”

     Çünkü kul, yaptığı amele niyetle başlayınca kendisini o ameli işlemeye muvaffak edenin Allah olduğunu bilir. Allah’a karşı minnet duyduğu takdirde işlediği amele şükürle başlar ve bu şükür de Allah’ın kendisine karşı olan bağışını arttırmasını sağlar. Çünkü Allah şöyle buyuruyor:

 

وَإِذْ تَأَذَّنَ رَبُّكُمْ لَئِن شَكَرْتُمْ لأَزِيدَنَّكُمْ وَلَئِن كَفَرْتُمْ إِنَّ عَذَابِي لَشَدِيدٌ:

 

     “Eğer şükrederseniz size verdiğim nimetleri kesinlikle arttırırım. Buna karşılık eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphe yok ki, azabım pek ağırdır.”  (İBRAHİM SURESİ – 7. AYET)

     Bunun yanında kul, yaptığı ibadeti korkuyla yaparsa onun sevabını elde etmeyi kesinlikle hak etmiş olur. Allah şöyle buyuruyor:

 

إِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ:

 

     “Hiç şüphesiz Allah, iyi amel işleyenlerin ecrini zayi etmez.”  (TEVBE SURESİ – 120. AYET)

     İşlenen amelin dünyadaki sevabı ibadetten haz duymak, Ahiretteki sevabı da cennettir. Öte yandan kul, işlediği ibadeti ihlâsla bitirince Allah o ibadeti kabul eder. İşlenen amelin kabule mazhar olduğunun alameti, Allah’ın o kulu daha üstün bir ibadeti işlemeye muvaffak buyurmasıdır.”

     Anlatıldığına göre şu üç şey aldanmışlığın alametidir:

     1-) Yok olmaya mahkûm şeyler biriktirmek

     2-) Mahvolmaya sebep olacak günahları çoğaltmak

     3-) Kurtuluşa erdirecek amelleri terk etmek

     Şu üç şey de Allah’a yönelişin alametidir:

     1-) Kalbi tefekküre adamak

     2-)Dili zikre adamak

     3-)Bedeni hizmete, ibadete adamak”

     Yine anlatıldığına göre, şu üç şey, insanın kendini aldatmasının alametleridir:

     1-) Günah endişesi taşımaksızın nefsin arzuları peşinde koşmak

     2-) Uzun vadeli emellere kapılarak tövbeyi ertelemek

     3-) İyi amel işlemeksizin ahiret saadetini temenni etmek

     Ehl-i Hikmetten bir zat şöyle der: “Kim ki, üç şeye rağmen üç şeye sahip olmayı iddia ederse, bilesin ki, şeytan kendisi iledir:

     1-) Dünyayı sevmesine rağmen, Allah’ı zikretmekten haz duyduğunu iddia eden kimse

     2-) Nefsinin nefretine muhatap olmaksızın Rabbinin rızasını kazandığını ileri süren kimse

     3-) İnsanların takdirinden hoşlanmasına rağmen ihlâslı olduğunu iddia eden kimse.”

     Ebu Nerde diyor ki:“Kim ki şu dört ameli işlediği halde kendisinde iyilik yönünde gelişme görmezse bu durum, işlemiş olduğu o amelin Allah tarafından kabul edilmediğinin alametidir:

     1-) Kim Allah yolunda savaşa katılır da döndükten sonra kendisinde iyilik yönünde bir gelişme görmezse bu durum, işlemiş olduğu cihat ibadetinin kabul edilmediğini gösterir.

     2-) Kim Ramazan ayında oruç tutar da daha sonraki aylarda kendinde iyilik yönünde bir gelişme göremezse bu durum, tuttuğu Ramazan orucunun Allah Tarafından kabul edilmediğini gösterir.

     3-) Kim ki üzerine farz olan hac ibadetini yapar da dönüşünde kendinde iyilik yönünde bir gelişme göremezse bu durum hac ibadetinin Allah tarafından kabul edilmediğini gösterir.

     4-)Kim ki bir hastalık çeker de iyileştikten sonra kendisinde iyilik yönünde bir gelişme göremezse bu durum, çektiği hastalığın günahlarına kefaret olmadığının alametidir.”

     Söylendiğine göre, akıllı kimsede şu dört şey bulunmalıdır ki,Salih ameller işleyebilsin ve gayretleri boşuna gitmesin:

     1-) Her davranışında rehber olacak olan ilim

     2-) Kendini güven içinde ibadete adamasını ve insanların görüşlerine aldırış etmemesini sağlayacak tevekkül

     3-) İşlediği ibadeti eksiksiz yapmasını sağlayacak olan sabır

     4-) Sevap elde etmesini sağlayacak olan ihlâs

     Hasan-ı Basri şöyle diyor:“Kim şu hayrı yani cenneti istiyorsa, onun uğrunda olanca gayretini harcamalı, süzülmeli, sararmalı ve bu yolda sebat etmeli ki, Allah’a varabilsin.  Baksana Allah ne buyuruyor:

 

إِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللَّهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلَائِكَةُ أَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَأَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِالَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ:

 

     “Hiç şüphesiz önce Rabbimiz Allah’tır deyip te arkasından bu sözde sebat edenlere, korkmayınız, tasalanmayınız ve size vaat edilen cennetle müjdeleniniz diyerek melekler inecektir.”  (FUSSİLET SURESİ – 30. AYET)

     Ehl-i hikmetten bir zata göre, istikamet sahibi kimse dağ gibi olmalıdır. Çünkü dağın dört alameti vardır:

     1-) Onu sıcaklık eritmez.  2-) Soğuk dondurmaz  3-) Rüzgar kımıldatmaz  4-)Sel sürüklemez.

     İşte bunun gibi, istikamet sahibi kimsenin de dört alameti vardır:

     1-) Biri kendisine iyilik edince bu iyilik onu iyilik sahibine haksız yere meyletmeye sevk etmez.

     2-) Biri kendisine bir kötülük edince bu yüzden kötülük edene haksız bir söz söylemez.

     3-) Nefsinin arzusu kendisini Allah’ın emrinden saptırmaz.

     4-) Dünyanın olayları onu Allah’a ibadet etmekten alıkoymaz.

     Söylendiğine göre şu yedi şey, iyilik hazinelerindendir ve Allah’ın kitabıyla ispatlanmış farzlardır:

     1-) İbadette ihlâs. Allah şöyle buyuruyor:

 

وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ:

 

     “Oysa onlara sadece dinde sırf Allah’a yönelecek ve dosdoğru yoldan ayrılmayarak O’na kulluk etmeleri emredilmiştir.”  (BEYYİNE SURESİ – 5. AYET)

     2-) Ana-babaya iyilik ve ihsan etmek. Allah şöyle buyurur:

 

وَوَصَّيْنَا الْإِنسَانَ بِوَالِدَيْهِ حَمَلَتْهُ أُمُّهُ وَهْناً عَلَى وَهْنٍ وَفِصَالُهُ فِي عَامَيْنِ أَنِ اشْكُرْ لِي وَلِوَالِدَيْكَ إِلَيَّ الْمَصِيرُ:

 

     “Biz insanoğluna bana, ana-babana teşekkür et. Sonunda bana döneceksin diye tavsiye ettik.”  (LOKMAN SURESİ – 14. AYET)

     3-) Sıla-i Rahim, yani akrabalık haklarını gözetmek. Allah şöyle buyurur:

 

يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُواْ رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَازَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالاً كَثِيراً وَنِسَاء وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِي تَسَاءلُونَ بِهِ وَالأَرْحَامَ إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيباً:

 

     “Adını öne sürerek dileklerde bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık bağlarını çiğnemekten korkunuz.”  (NİSA SURESİ – 1. AYET)

     4-) Emaneti ehline vermek. Allah şöyle buyurur:

 

إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعاًبَصِيراً:

 

     “Hiç şüphesiz Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adalet uyarınca hüküm vermenizi emreder.”  (NİSA SURESİ – 58. AYET)    

     5-) Günah yolunda hiç kimseye itaat etmemek. Allah şöyle buyurur:

 

وَلاَ نُشْرِكَ بِهِ شَيْئاً وَلاَ يَتَّخِذَ بَعْضُنَابَعْضاً أَرْبَاباً مِّن دُونِ اللّهِ:

 

     “Hiç birimiz Allah’ı bırakıp birbirimizi rab edinmeyelim.”  (ALİ-İMRAN SURESİ – 64. AYET)

     6-) Nefsin arzuları uyarınca hareket etmemek. Allah şöyle buyurur:

 

وَأَمَّا مَنْ خَافَ مَقَامَ رَبِّهِ وَنَهَى النَّفْسَ عَنِ الْهَوَى:فَإِنَّ الْجَنَّةَ هِيَ الْمَأْوَى:

 

     “Kim Allah’ın huzurundaki makamından korkar da nefsini aşırı arzulardan alıkoyarsa varacağı yer cennettir.”  (NAZİAT SURESİ – 40/41. AYET)

     7-) Olanca gayreti sarf ederek ibadet etmek, Allah’tan korkmak ve O’nun sevabını istemek. Allah şöyle buyuruyor:

 

يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفاً وَطَمَعاً وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ:

 

     “Korku ve ümit içinde Rab’lerine dua ederler ve kendilerine vermiş olduğumuz rızıklardan harcarlar.”  (SECDE SURESİ – 16. AYET)

     Demek ki, herkesin korku içinde ve devamlı şekilde ağlar olması gerekir. Çünkü mesele ciddi ve çetindir.

     Hz İsa (AS) yolculuklarından birinde bir köye uğrar. Köyün yanı başındaki dağdan ağlama ve inleme seslerini işitince Köylülere sordu: “Bu ağlama ve iniltiler nedir?” Köylüler cevap verdi: “Ey İsa! Kendimizi bildik bileli bu dağdan böyle ağlama ve inleme seslerini işitir dururuz.” Hz İsa (AS), Allah’a yalvardı: “Ya Rabbi! Şu dağın benimle konuşmasına izin ver.” Allah’ın izin vermesi üzerine dile gelen dağ, Hz İsa (AS)’a seslendi: “Ey İsa, benden ne istiyorsun?” Hz İsa (AS) sordu: “Anlat bana, niçin ağlıyorsun?” Dağ cevap verdi: “Bir zamanlar insanlar, benden çıkardıkları taşlarla putlar yaparlar ve onlara ilah diye taparlardı. Bu yüzden Allah beni cehenneme atacak diye korkuyorum. Çünkü Allah şöyle buyuruyor:

 

فَاتَّقُواْالنَّارَ الَّتِي وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ:

 

     “Yakacağı insan ile taşlar olan cehennem ateşinden korkunuz.”  (BAKARA SURESİ – 24.AYET)”

     Bunun üzerine Allah, vahiy yoluyla Hz İsa (AS)’a şöyle buyurdu: “O dağa söyle, artık ağlayıp inlemesin. Çünkü ben onu cehenneme atmayacağım.”

     Görüldüğü gibi bütün katılık ve sertliklerine rağmen taşlar bile cehennem ateşinden korktuklarına göre, nasıl olur da zayıf yapılı ve zavallı Âdemoğlu, ondan korkup ta bu yüzden Allah’a sığınmaz? Ey Âdemoğlu, cehennem ateşinden kork ve kaçın. Cehennem ateşinden korkup kaçınmak, ancak günahlardan uzak durmakla olur. Çünkü günahlar kulun Allah’ın gazabına ve azabına uğramasını gerekli kılar. Oysa sen Allah’ın azabına dayanamazsın. Enes b. Malik (RA) rivayet ediyor:

 

وَكَذَلِكَ جَعَلْنَاكُمْ أُمَّةً وَسَطاً لِّتَكُونُواْشُهَدَاء عَلَى النَّاسِ وَيَكُونَ الرَّسُولُ عَلَيْكُمْ شَهِيداً:

 

     “İşte böylece orta bir ümmet yaptık ki, insanlara şahit olasınız ve Peygamber de size şahit olsun.”  (BAKARA SURESİ – 143. AYET)

     Mealindeki ayet nazil olduğu zaman, Hz Peygamber (SAV), gözyaşları içinde şöyle buyurdu: “Ey İnsanlar, ulu Allah beni size peygamber olarak gönderdi, sizi bana ümmet olarak seçti ve beni size ve sizi de geçmiş ümmetlere karşı şahit tuttu.” Ensar’dan Kays b. Urva (RA), sözlerinin burasında Hz Peygamber (SAV)’e sordu:“Ya Rasülallah! Biz eski ümmetler hakkında nasıl şahitlik yapabiliriz? Çünkü ne biz onların dönemine yetiştik, ne de onlar bizim zamanımızda yaşadılar.” Hz Peygamber (SAV) şöyle devam etti: “Ey İbni Urve, kıyamet günü gelip te yeryüzü başka bir biçime dönüşünce, gökler defter yaprakları gibi dürülünce ve tüm canlılar kimi ak, kimi kara yüzlü olarak mahşer yerinde toplanınca orada kırk yıl kadar beklerler.” Sahabelerden biri, Hz Peygamber (SAV)’e sordu: “Ya Rasülallah! İnsanlar orada neyi beklerler?” Hz Peygamber (SAV), sözlerine şöyle devam etti: “Canlılar orada sayhayı beklerler. Nitekim Ulu Allah şöyle buyuruyor:

 

يَوْمَئِذٍ يَتَّبِعُونَ الدَّاعِيَ لَا عِوَجَ لَهُ وَخَشَعَت الْأَصْوَاتُ لِلرَّحْمَنِ فَلَا تَسْمَعُ إِلَّا هَمْساً:

 

     “O gün mahşere çağırana uyarlar, hiç kimsenin ondan sapma imkânı yoktur. Rahman’a saygı için sesler kısılmıştır, fısıltıdan başka bir şey işitemezsin.”  (TA HA SURESİ – 108. AYET)

     Bir süre sonra tüm canlılar, üzerinde kan dökülmemiş bir alana götürülürler. Orada önce hayvanlar huzura çağrılır ve aralarındaki haksızlıklar ödeştirilir. Arkasından tüm hayvanlara: “Toprak olunuz.” buyurulur. Bundan sonra her peygamber ümmetiyle birlikte huzura çağrılır ve haklarında adalet uyarınca gereken hükümler verilir. Bu yargılama sonucunda her ümmetin kimi fertleri cennetlik ve kimisi de cehennemlik olur.

     Bu arada “Ey Nuh” diye bir ses duyulur. Bu ses üzerine Hz Nuh (AS) huzura getirilir. Ulu Allah, Hz Nuh (AS)’a sorar: “Ey Nuh, sana verilen mesajı tebliğ ettin, emaneti yerine getirdin mi?” Hz Nuh (AS) cevap verir: “Evet ya Rabbi, bana verdiğin mesajı tebliğ ettim ve emaneti ulaştırdım.” Arkasından Hz Nuh (AS)’ın ümmeti huzura çağrılır ve Allah onlara der: “Ey Nuh’un ümmeti, bu adam sizin peygamberiniz Nuh’tur. O’nu sizi benim varlığımı ve birliğimi tanımaya çağırsın diye görevlendirdim. Benim mesajımı size tebliğ etti mi?” Hz Nuh (AS)’ın kavmi şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bize ne bir müjdeci ne de bir uyarıcı geldi.” Bunun üzerine Yüce Allah, Hz Nuh (AS)’a şöyle der: “Ey Nuh, baksana ümmetin seni yalanlıyor, görevini yaptığına dair şahidin var mı?” Hz Nuh (AS) şöyle der: “Evet, var. Muhammed (SAV)’in ümmeti, görevimi yaptığıma şahittir.”

     Hz Nuh (AS) böyle deyince, şöyle bir ses duyulur: “Ey insanlar için ortaya çıkarılmış hayırlı ümmet, ey Ramazan’da oruç tutanlar.” Bu ses üzerine Hz Muhammed (SAV)’in ümmeti, Ulu Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de tarif ettiği gibi alınlarında secde izleri taşıyarak kalabalıklar arasından ayağa kalkarak seslenirler: “Buyur ey Allah’ın davetçisi.” Ulu Allah onlara şöyle sorar: “Ey Muhammed (SAV)’in ümmeti! Hz Nuh (AS) lehine şahitlik eder misiniz?” Onlar şöyle cevap verirler: “Evet ya Rabbi, Hz Nuh (AS)’ın senden aldığı mesajı tebliğ ettiğine ve emanet yerine ulaştırdığına şahidiz.”

     Bunun üzerine Hz Nuh (AS)’ın ümmeti şöyle derler: “Ya Rabbi, Hz Nuh (AS) eski bir peygamber ve Hz Muhammed (SAV) de en son peygamber olduğuna göre bunlar zamanında yaşamadıkları biri lehine nasıl şahitlik ediyorlar? Muhammed (SAV)’in ümmeti onlara şöyle derler: “Biz Kur’an-ı Kerim’de yer alan:

 

إِنَّا أَرْسَلْنَا نُوحاً إِلَى قَوْمِهِ أَنْ أَنذِرْ قَوْمَكَ مِن قَبْلِ أَن يَأْتِيَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ:

 

     “Biz Nuh’u kavmine – kendilerine elem verici bir azap gelmeden önce kavmini ikaz et – diye gönderdik.”  (NUH SURESİ – 1. AYET) ayetleri okumuştuk.

     Bunun üzerine Ulu Allah şöyle buyurur:“Ey Muhammed (SAV)’in ümmeti, doğru söylüyorsunuz. Ben hiç kimseyi delilsiz ve ispatsız olarak azaba çarptırmayacağıma dair kendime ahdettim. Ey Muhammed (SAV)’in ümmeti, şimdi siz aranızdaki haksızlıkları birbirinize bağışlayınız. Benimle sizin aranızdaki haksızlıkları ise ben size bağışlıyorum.”

 

KAYNAK: EBUL LEYS SEMERKANDİ      TERCÜME: YAMAN ARIKAN

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi10
Bugün Toplam566
Toplam Ziyaret4706857
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI