• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











İhlas

İHLÂS

 

وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ:

 

     “Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini yalnız Allah’a has kılarak O’na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur.”   (BEYYİNE SURESİ: 5. AYET)

 

     Yüce Allah biz kullarına ibadetleri emretmiş, aynı zamanda kulluk görevlerimizi ihlâsla ifa etmemizi emretmiştir. İHLÂS, yaptığımız bir ibadeti sadece Allah için ve O’nun rızasını kazanmak maksadıyla yapmaktır. Bu yolu bırakan kimse, yaptığı kulluk görevine Allah’tan başkasını ortak yapmış ve Allah’a şirk koşmuş sayılır.

     İbadetler bir vücuda benzetilecek olursa, ihlâs o vücudun ruhu mesabesinde bir ehemmiyet arz eder. Ceset, ne kadar sağlam olursa olsun, ruh olmadıkça kokmaya başlar ve dağılmaya yüz tutar. Kulluk görevlerimizi yaparken Allah’ın rızasından başka bir şey düşünmemeli, ticari ve siyasi sahada muvaffak olabilmek için ibadeti basamak yapmamalıyız. Amellerin değeri ve onlara verilecek sevap, ihlâs ve samimiyetle yapmasına bağlıdır. Bu hususta Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:

 

إنماالأعمال بالنيات وإنمالكل امرئ مانوىفمن كانت هجرته إلىالله ورسوله فهجرته إلىالله ورسوله ومن كانت هجرته إلىدنيايصيبهآأوامرأة ينكحهافهجرته إلىماهاجرإليه.

 

     “Amellerin sıhhati ancak niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır. Artık kimin hicreti Allah ve Resulü’ne müteveccih ise hicreti de Allah ve Resulü’nedir. Kimin hicreti de kavuşacağı dünya malı veya nikâhlanacağı kadın için yapılmışsa, hicreti de (Allah ve Resulü için değil) göç ettiği şeyedir.”

     Büyük velilerden Sehl b.Abdullah’a: “Nefse en zor gelen şey nedir?” diye sordular. O da: “İhlâstır. Çünkü onda nefis için bir pay yoktur.” cevabını verir.

     İbadetlerin takdire layık olan tarafı, yapılan işin çokluğu değil, ihlâsla yapılmasıdır. İhlâstan mahrum olan işler, Allah tarafından kabul edilmez.

Bu konuda Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:

 

أخلصوآأعمالكم لله فإن الله لايقبل إلاماخلص له.

 

     “Allah için yaptığınız amellerinizi ihlâs ile işleyiniz. Zira Allah, halisane yapılan şeyden başkasını kabul etmez.”

     Bizlere doğru yolu gösteren Peygamberimiz (SAV), ayak kayacak noktalara semavi işaretler dikmiştir. Manevi yolun trafik işaretleri diyebileceğimiz bu uyarılar, ibadetlerimizin değerini korumak içindir. Peygamberimiz (SAV), Muaz b.Cebel (RA)’ı Yemen’e gönderirken, ona şu tavsiyede bulunmuştur:

 

أخلص دينك يكفيك العمل القليل.

 

     “Dini vazifelerini halis bir niyetle yap. İşlediğin az bir iş olsa da sana yeter.”

     Ashab-ı Kiram’dan Ebu Ümametül Bahili (RA)’dan şöyle dediği rivayet olunmuştur: Peygamberimiz (SAV)’e bir adam geldi de: “Sevap kazanmayı ve insanlar tarafından anılmayı isteyerek savaş yapan bir adam hakkındaki görüşünüz nedir?” dedi. Peygamberimiz (SAV: “Ona bir şey yoktur.” buyurdu. Bu kimse sorusunu üç defa tekrarladı. Peygamberimiz (SAV) de her defasında: “O kimse için bir şey yoktur.” dedi. Sonra sözüne şöyle devam etti:

 

إن الله لايقبل من العمل إلاما كان له خالصاوأبتغي به وجهه.

 

     “Hiç şüphe yok ki Allah, yapılan işten bir şeyi kabul etmez. Meğerki o amel yalnızca O’nun zatı için halisane olarak yapılmış ve rızası talep edilmiş olsun.”

     Yapılan savaşlarda mücahitlerden bazıları şan ve nişan için, bir kısmı ganimet elde etme gayesiyle, bazısı da Allah rızasını kazanmak düşüncesiyle düşmanla harp eder. Yapılan iş birbirinin aynı gibi görünse de neticeler birbirinden farklıdır. Tevhit kelimesinin ifade ettiği “Allah’tan başka ibadete layık ve müstahak bir mabudun bulunmadığı” inancı en yüksek bir akide olsun diye savaşan ve bu cihadında Allah rızasından başka bir hevesin peşine takılmayan bir müminin elde edeceği sevap ve rıza diğerlerinden çok farklı ve üstündür.

     İhlâsın önemi ve değeri hakkında Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurur:

 

ثلاث لايغل عليهن قلب امرئ مسلم إخلاص العمل الله والنصح لائمة المسلمين ولزوم جماعتهم.

 

     “Üç büyük haslet vardır ki bir Müslümanın kalbinde onlar üzerinde sabit oldukça hıyanet etmez. O meziyetler: Allah için ihlâsla amel etmek, Müslümanların önderleri için hayır dilemek ve onların cemaatinden ayrılmamaktır.”

     İnsanın kalbi bir pusulanın ibresi gibidir. O, daima hakka ve hakikate yöneliktir. Kulun menfi müdahalesiyle bu ibrenin ucu başka istikametlere yönelecek olursa, kişi dalalete saplanır ve hıyanete teşebbüs eder. Bu kötü akıbetten kurtulmanın yegâne çaresi yaptığı işleri ancak Allah rızası için ifa etmektir.

     Ebu Hüreyre (RA) anlatıyor: Peygamberimiz (SAV)’e: “Ey Allah’ın Resulü! Kıyamet günü senin şefaatinle bahtiyar olacak insanların en saadetlisi kimdir?” diye sordum. Peygamberimiz (SAV): “Zannediyorum ki ey Ebu Hüreyre, senden evvel hiçbir kimse bu haberden bana sual sormadı. Zira senin hadis öğrenme üzerine hırsını ve hevesini görüyorcasına biliyorum.” dedi ve şu açıklamayı yaptı:

 

أسعدالناس بشفاعتىيوم القيامة من قال لآإله إلاالله خالصابقلبه أونفسه.

 

     “Kıyamet günü insanların benim şefaatimle en fazla mesut olanı kalbinden veya canından kopup gelen bir arzu ile halisane olarak La ilahe illallah diyen kimsedir.”

     Büyük velilerden biri, ihlâsın önemini dile getirirken şöyle demiştir: “Dünyada en zor şey ihlâstır. Çünkü kalbimden riyayı atmak için ne kadar uğraştımsa, o başka bir renkte yine yeşerdi.”

     Yapılan kulluk vazifelerinin icabet makamına ulaşması, ancak ihlâs kanatlarıyla mümkündür. İbadetlere riya karışırsa, çürük elma gibi atılmaya mahkûm olur. Allah, rububiyette kendisine ortak tanınmasını asla kabul etmez. Kulluk vazifesini ticari bir menfaat elde etmek için yapan kimse, gizli bir şirk içine girmiş olur. İhlâstan nasibimiz olup olmadığını anlayabilmemiz için Peygamberimiz (SAV), bizlere şöyle ışık tutuyor:

من أخلص لله أربعين يوماظهرت ينابيع الحكمة من قلبه علىلسانه.

 

     “Kim kırk gün ihlâsla ibadet ederse, kalbinden doğup kaynayan hikmet çeşmeleri, dilinde açığa çıkarak akmaya başlar.”

     Bir Müslüman, kulluk vazifelerini ihlâsla yaparsa kalbinin derinliklerinde feyiz pınarları kaynamaya başlar. Kalbi dolduran bu hikmet pınarları, göğsümüzde bir inşirah meydana getirir. Letaifimiz bu envar ve hikmetle dolup ağzımızdan taşmaya başlar. Bu tecelliyle konuştuklarımızı dinleyenler hayran olur. Bu feyizle konuşan da hayrette kalır. Bu hal, ihlâsın semeresidir. İhlâslı insan, toplum içinde yolunu şaşırmış kimselere ışık tutar. İhlâslı insanın kıymetini Peygamberimiz (SAV), şöyle ifade eder:

 

طوبىللمخلصين أولئك مصابيح الهدىتنجلىعنهم كل فتنة ظلمآء.

 

     “Saadet, ihlâs sahiplerine mahsustur. Onlar, hidayetin yol gösteren ışıklarıdır. Onlardan yayılan fikir ve feyizle her karanlık düşünce ve fitne aydınlığa çıkar.”

     Kuraklığın hüküm sürdüğü bir yılda halk yağmur duasına çıkıyorsa da yalvarmaları müstecap olmuyordu. Ekinler sararmış, otlar kurumaya başlamış ve sağmal hayvanların sütü azalmıştı. Halk şiddetli bir geçim sıkıntısına düşmüştü. Bu günlerde bir şehirden diğer bir beldeye yolculuk yapan bir şahıs, geçtiği yolun iç tarafında kalan çalıların arasında cılız bir sesle dua eden bir kimsenin yalvarmasını duydu ve durdu. O kimse Allah’a şöyle yalvarıyordu: “Ya Rabbi, sen Gaffar-üz Zünubsun, kullarının günahlarına bakarak onlardan rahmetini esirgeme. Kullarına yağmur ihsan ediver.” diyordu. Cam gibi parlak olan gökyüzü bulutlanmaya başladı ve kısa bir zaman sonra bereketli bir yağmur boşandı. Duayı yapan kimse bulunduğu yerden kalkarak acele adımlarla şehre doğru yürümeye başladı.

     Onun yalvarmalarını duyan yolcu da bu Allah dostunun peşine takıldı. O bahtiyar insan bir köleydi. Girdiği evi tespit eden yolcu, hane sahibini bularak bir köle satın almak istediğini açıkladı ve satılık kölesi olup olmadığını sordu. Ev sahibi para edeceğini umduğu köleleri müşterisinin karşısına sıraladı. Müşteri, onları beğenmediğini, başka kölesi olup olmadığını sordu. Ev sahibi, yaşlı ve zayıf bir kölesi daha olduğunu söyleyince müşteri onu görmek istediğini söyledi. Getirilen köle, çalılıkların arkasında dua eden, dudaklarının kıpırdamasıyla gökyüzünün bulutlarla kaplanmasına vesile olan kişiydi. Müşteri, ev sahibine buna ne kadar para istediğini sordu. Ev sahibinin istediği fiyata hiç itiraz etmeden ödedi ve köleyi alıp gitti.

     Eve vardıklarında köle şöyle dedi: “Efendim, benim gibi yaşlı ve zayıf köleye bu kadar yüksek bir bedel ödeyip almanızdaki sebebi bir türlü anlayamıyorum. Ben size nasıl bir hizmet yapabilirim?”Hane sahibi: “Ben seni kendime köle yapmak için almadım. Ben sana köle gibi hizmet edeceğim.” dedi. Köle: “Dediklerinizden bir şey anlayamadım.” deyince ev sahibi: “Ben senin çalılıkların arasında Allah’a yaptığın duayı duydum. Senin yalvarmaların üzerine semayı bulutların kapladığını gördüm. Yağan bereketli yağmurun altında ıslanarak peşini takip ettim ve seni satın aldım. Bundan sonra sen efendi, ben senin emrinde bir köle olacağım.” deyince, Köle: “Ya Rabbi, otuz senedir sakladığım kulluk sırrı açığa çıktı. İbadetlerimin heyecanı kayboldu. Ömrümün sonu yaklaştıysa ruhumu kabzet.” dedi ve yere yığılıp ruhunu teslim etti.

     Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:

 

إنمايبعث الناس علىنياتهم.

 

     “İnsanlar, ancak niyetleri üzerine diriltilip mahşere gönderileceklerdir.”

     Bu hadisten açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki, insanların ebedi hayattaki durumu, dünyadayken kalplerinde taşıdıkları niyet ve kafalarında tasarladıkları düşünceye göre tahakkuk etmiş olacaktır. İyi bir akıbete ve uhrevi saadete nail olmak isteyen bir mümin, halisane bir niyetin takipçisi ve tatbikçisi olmalıdır. Zira insan kalbindeki niyete göre şekillenir ve yaşar. Takip ettiği yaşayışa göre ömrü son bulur ve dünya hayatı ne hal üzere noktalandıysa, o şekilde ahiret hayatına kalkmış olur.

     Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:

     “Allah sizin vücutlarınıza ve görünüşlerinize bakmaz. Fakat kalplerinize nazar eder.”

     Peygamberimiz (SAV), vücut ikliminin sultanı bulunan kalbin içindeki niyet, samimiyet ve ihlâsa göre Allah’ın kullarına rahmet nazarıyla ve amellerini kabul edeceğini açıklamaktadır.

     İleriyi gören ve ahiret saadetini arzu eden aklıselim sahibi bir mümin, Allah’ın rızasından başka bir istikamete meyletmemelidir. Hele yaptığı bir işi başkalarına göstermekte veya duyurmakta asla bir fayda beklememelidir. İnsanların gözlerinde çapak ve kulağında pasak vardır. Bunlara yanaşmak isteyen kimse, riya ile kirlenmiş ve ihlâstan uzak kalmış olur.

     Ebu Abdurrahman Abdullah b.Ömer b. Hattab (RA) diyor ki: Peygamberimiz (SAV)’i, şöyle derken işittim: “Sizden evvelkilerden üç kişilik bir erkek cemaati yola çıktılar. Gecelemek arzusu onları bir mağaraya çekti götürdü, mağaraya girdiler. Derken dağdan kopan büyük bir kaya parçası onların üzerine mağara ağzını kapattı. Birbirlerine: “Sizi bu kayadan ancak iyi işlerinizle dua etmeniz kurtarabilir.” dediler. İçlerinden biri dedi ki: “Ya Allah, benim yaşlı kocamış anam ve babam vardı. Akşam olunca ben onlardan evvel; ne çoluk çocuk, ne de kölelerimden hiç birine bir şey içirmezdim. Bir gün hayvanlarımı otlatacak ağaçlık bir yer aramak arzusu beni uzaklara götürdü. Onlar uyuyuncaya kadar geri dönemedim. Onların akşam sütlerini sağdım, fakat onları uyumuş halde buldum. Kendilerini uyandırmayı ve onlardan evvel çoluk çocuk ve kölelerime akşam sütü içirmeyi hoş görmedim. Çocuklarım ayaklarımın etrafında ağlaşırken ben süt bardağı elimde olduğu halde onların uyanmasını gözeterek şafak sökünceye kadar yerimde bekledim. Nihayet uyandılar, akşam sütlerini içtiler. Ya Allah, eğer ben şu yaptığımı senin rızan yapmışsam, şu kayanın üzerimize kapanmasından düştüğümüz sıkıntıyı bizden açıver.” dedi. Kaya biraz aralandıysa da çıkmaya güç yetiremiyorlardı. Diğeri de şöyle dedi:

     “Ya Allah, benim amcamın bir kızı vardı, o bana insanların en sevimlisiydi. Diğer rivayette: Onu bir erkeğin kadını en şiddetli sevdiği gibi seviyordum. Ona yaklaşmak istedim, benden çekindi. Nihayet kıtlık zuhur eden senelerden birinde o bana kendiliğinden geldi. Kendisini bana teslim etmesi şartıyla ona 120 altın verdim, isteğimi kabul etti. Ona karşı arzumu yapmaya muktedir olunca; diğer rivayette iki ayağı arasına oturduğumda: “Allah’tan kork, haksız yere bekâret mührümü bozma.” dedi. O bana kadınların en sevimlisi olduğu halde ondan uzaklaştım, verdiğim altınları da kendisine bıraktım. Ya Allah, eğer ben bu yaptığımı senin rızan için yaptımsa içinde bulunduğumuz bu hali bizden açıver.” dedi. Kaya biraz daha aralandı, ama o aralıktan dışarı çıkmaya imkân bulamıyorlardı. Üçüncüsü de şöyle yalvardı:

     “Ya Allah, bir takım ameleler kiralamıştım. Birisi hariç diğerlerinin ücretlerini kendilerine verdim. O bir kişi hakkını almadan bırakıp gitti. Onun parasını çalıştırıp çoğalttım. O kadar ki, birçok mal meydana geldi. Bir zaman sonra bana geldi ve: “Ey Abdullah, bana ücretimi ver.” dedi. Ben de:“Deve, sığır, koyun ve köle olarak bu gördüklerinin hepsi senindir.” dedim. O da: “Ey Abdullah, benimle eğlenme.” dedi. Ben: “Seninle alay etmiyorum.” dedim. Bunun üzerine malların hepsini aldı, sürüp götürdü. Onlardan hiçbir şey bırakmadı. Ya Allah, eğer ben şu yaptığımı senin rızan için yapmışsam içinde bulunduğumuz şu hali bizden açıp kurtarıver.” dedi. Kaya tamamen açıldı da mağaradan yürüyerek çıktılar.”

     Allah, cümlemizi zatına kul ve Resulüne ümmet kılsın. Dini vazifelerimizi ihlâsla yapmaya muvaffak eylesin. Bizi bir göz açıp kapayıncaya kadar, hatta ondan daha kısa bir zaman bile nefsimizin eline bırakmasın. Şu ayetle konumuzu bitirelim:

 

قُلِ اللَّهَ أَعْبُدُ مُخْلِصاً لَّهُ دِينِي:

 

     “De ki, Ben dinimde, kendisine ihlâs edici olarak ancak Allah’a ibadet ederim.”  (ZÜMER SURESİ – 14. AYET)

 

 

KAYNAK: KÜRSÜDEN MÜMİNLERE VAAZLAR      MEHMET EMRE

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi15
Bugün Toplam486
Toplam Ziyaret4706777
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI