• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Bilgi Ahlâkı: Âlimin İlimle Sınavı

BİLGİ AHLAKI

 

Rasûlullah başkalarına iyiliği emrederken kendisi buna aykırı davranın kişinin ahiretteki durumu hakkında şöyle buyurmuştur: 

يُؤْتَى بِالرَّجُلِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَيُلْقَى فِى النَّارِ، فَتَنْدَلِقُ أَقْتَابُ بَطْنِهِ، فَيَدُورُ بِهَا كَمَا يَدُورُ الْحِمَارُ بِالرَّحَى، فَيَجْتَمِعُ إِلَيْهِ أَهْلُ النَّارِ، فَيَقُولُونَ: يَا فُلاَنُ! مَا لَكَ؟ أَلَمْ تَكُنْ تَأْمُرُ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَى عَنِ الْمُنْكَرِ؟ فَيَقُولُ: بَلَى، قَدْ كُنْتُ آمُرُ بِالْمَعْرُوفِ وَلاَ آتِيهِ، وَأَنْهَى عَنِ الْمُنْكَرِ وَآتِيهِ.”

“Kıyamet günü bir adam getirilip cehenneme atılır ve bağırsakları dışarı fırlar. O kişi, eşeğin değirmen taşı ile döndüğü gibi bağırsaklarıyla birlikte dönmeye başlar. Derken etrafına cehennemlikler toplanır ve 'Ey falan, ne bu hâl? Sen iyiliği emredip, kötülükten alıkoymaz mıydın?' derler. O da, 'Evet, ben iyiliği emrederdim, ama onu kendim yapmazdım. Kötülükten alıkoyardım, ama onu kendim yapardım.' diye karşılık verir.”[1]

Kur'an'ın benzetmesine göre, böyle bir kimse tıpkı ciltler dolusu kitap taşıyan ama taşıdığı kitaplardan faydalanamayan merkep gibidir.3

مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَارًا بِئْسَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذِينَ كَذَّبُوا بِآيَاتِ اللهِ وَاللَّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ

Bizâtihi muhterem ve değerli olan bilginin saygınlığına uygun hareket etmek de, en az onu elde etmek kadar önemlidir. Bilgi sahibi, onu bu asil konumuna yaraşır bir şekilde, doğru ve ahlâklı bir yöntemle kullandığı zaman âlim sıfatını kazanır. Aksi takdirde aynı bilgi birikimine sahip olduğu hâlde zalim ve cahil konumuna düşebilir.

Gerçek âlim başkalarına aktardığı bilgiyi öncelikle kendisi özümseyen ve hayatına yansıtan kişidir.

Bilgisini kendi ruhu ve kalbi üzerinde etkin kılarak imanını güçlendiren, bilgisi doğrultusunda davranışlarını biçimlendiren kişiler Kur'ân-ı Kerîm'de övülmektedir.

وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِنْ تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا وَعْدَ اللهِ حَقًّا وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللهِ قِيلاً [122]

Nisa, 4/122. İman eden ve iyi işler yapanları, içinde ebedî kalmak üzere, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Allah, (bu söylenenleri) hak bir söz olarak vâdetti. Söz verme ve onu tutma bakımından kim Allah'tan daha doğru olabilir?

Süfyân b. Uyeyne, kişinin, sahip olduğu bilgiyi başkalarına aktarmadan önce iyice belleyip özümsemesi gerektiğini şu şekilde ifade eder:

 أول العلم الإستماع ثم الفهم ثم الحفظ ثم العمل ثم النشر

“İlmin başı güzelce dinlemektir. Sonra onu bellemek, sonra anlayıp kavramak, sonra bilgiyi uygulamak ve en sonunda da onu neşredip yaymak gelir.”7 

Kur'ân-ı Kerîm'de başkalarına iyiliği telkin edip de kendileri unutanlar eleştirilmiş ve akıllarını kullanmaya davet edilmişlerdir.

أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنْسَوْنَ أَنْفُسَكُمْ وَأَنْتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ

Bakara, 2/44. (Ey bilginler!) Sizler Kitab'ı (Tevrat'ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?

Allah Resûlü, bilgisini başkalarına aktaran ama kendisini bundan mahrum bırakan kişileri, 'etrafını aydınlattığı hâlde kendisini yakan kandil' e benzetmiştir.[2]

 مَثَلُ الْعَالِمِ الَّذِي يُعَلِّمُ النَّاسَ الْخَيْرَ ويَنْسَى نَفْسَهُ كَمَثَلِ السِّرَاجِ يُضِيءُ لِلنَّاسِ ويُحْرِقُ نَفْسَهُ

Topluma öncülük etmek, insanları doğruya ve güzele sevk etmek, bilgi sahibi kişilerin temel sorumluluğudur. Onlar bu özellikleri sayesinde peygamberlerin vârisleri konumunu elde ederler.[3]

وَإِنَّ الْعُلَمَاءَ وَرَثَةُ الأَنْبِيَاءِ 

Muâz b. Cebel ile Peygamberimiz arasında geçen şu konuşma, ilim adamlarının toplum içindeki rollerine ve sorumluluklarına dikkat çekmektedir: Genç sahâbî Muâz der ki: “Resûlullah tavaf yaparken ona yanaştım ve “İnsanların hangisi en şerlidir?” diye sordum. Bana şu cevabı verdi:

« لاَ تَسْأَلُونِى عَنِ الشَّرِّ وَسَلُونِى عَنِ الْخَيْرِ ». يَقُولُهَا ثَلاَثاً ، ثُمَّ قَالَ :« أَلاَ إِنَّ شَرَّ الشَّرِّ شِرَارُ الْعُلَمَاءِ ، وَإِنَّ خَيْرَ الْخَيْرِ خِيَارُ الْعُلَمَاءِ »

“Bana şerden değil, hayırdan sorun (Bu sözü üç kere tekrarladı). İnsanların en şerlileri en şerli âlimler, en hayırlıları da en hayırlı âlimlerdir.”[4]

İlim adamı, peygamberlerin yolundan giderek bilgisinin gücüyle insanları doğru ve güzele teşvik edip onların en hayırlısı konumuna yükselebileceği gibi, yanlış yollara özendirip topluma en büyük kötülüğü de yapabilir. İşte bu ikinci tip bilgi adamı, topluma herhangi bir kötü insandan kat kat daha fazla zarar verebilmektedir. İlim sahibi kimselerin sadece kasıtlı ya da sorumsuz davranışları değil, farkında olmadan yaptıkları hatalar bile toplumsal çürüme ve yozlaşmaya sebep olabilir. Nitekim Hz. Peygamber, “âlimlerin ayak sürçmesi”ni vefatından sonra ümmeti için endişe ettiği en tehlikeli durumlardan biri olarak zikretmiştir.

Rasulullah buyurdular ki:

إِنِّي أَخَافُ عَلَى أُمَّتِي مِنْ بَعْدِي مِنْ أَعْمَالٍ ثَلاثَةٍ قَالُوا: مَا هِيَ يَا رَسُولَ اللَّهِ؟ قَالَ: زَلَّةُ الْعَالِمِ، أَوْ حُكْمٌ جَائِرٌ، أَوْ هَوًى مُتَّبَعٌ.

“Benden sonra ümmetim hakkında üç şeyden korkuyorum.”

“Onlar nedir ey Allah’ın Rasulü?” diye sordular.

Rasulullah cevapladı: “Alimin ayak sürçmesi, zalim hüküm ve hevaya tabi olunması.”[5]

Bilgiyi gizlemek ve insanlardan esirgemek ilim adamının gösterebileceği en büyük sorumsuzluklardan biridir. Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: 

« مَنْ سُئِلَ عَنْ عِلْمٍ عَلِمَهُ ثُمَّ كَتَمَهُ أُلْجِمَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ بِلِجَامٍ مِنْ نَارٍ » 

“Her kim, bildiği bir konuda kendisine danışılır da onu gizlerse kıyamet günü ağzına ateşten bir gem vurulur.”[6]

Rasulullah bilginin paylaşılması konusunda şöyle buyurdu:

 « أَفْضَلُ الصَّدَقَةِ أَنْ يَتَعَلَّمَ الْمَرْءُ الْمُسْلِمُ عِلْمًا ثُمَّ يُعَلِّمَهُ أَخَاهُ الْمُسْلِمَ »

“Sadakanın en faziletlisi, Müslüman kişinin öğrendiklerini Müslüman kardeşine öğretmesidir.”[7]

Kur'an'da, ilâhî hakikatleri gizleyen ilim adamları şiddetle kınanmaktadır: “İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti kitapta açıklamamızdan sonra onları gizleyenler var ya, işte onlara hem Allah, hem de diğer bütün lânet edenler lânet eder.” 21

Bilgiyi paylaşmak ve yaymak aslında âlimin varlık sebebidir. Bu, bazen var olma ve var kalma mücadelesi hâline gelebilir. Özellikle kritik zamanlarda toplumsal duyarlılıkların sesi olmak, toplumun rehberleri konumundaki âlimlerin sorumluluğudur. Elbette ki hakikatin sözcülüğünü yapmak her zaman kolay olmayabilir, cesaret ister, inanç ister, özgüven ister.

İslâm'ın ilk yıllarından itibaren Hz. Peygamber'le birlikte sıkıntılara göğüs geren sahâbe-i kirâmdan Ebû Zerr'in22 tutumu bu mücadelenin en güzel örneklerindendir. Hz. Osman'ın hilâfeti döneminde Muâviye ile arasındaki tatsızlık nedeniyle konuşması yasaklanan23 Ebû Zer, bu yasağa aldırmayıp bir hac mevsiminde etrafında toplanan insanlarla konuşurken, bir adam gelmiş ve kendisine konuşma yasağını hatırlatmıştı. Bunun üzerine Ebû Zer, ensesine işaret ederek “Kılıcı şuraya dayasanız da, Resûlullah'tan (sav) duymuş olduğum bir kelimeyi, sizler beni öldürmeden önce nakledeceğimi bilsem, kesinlikle onu naklederim.” dedi.24 

Bilginin Maddi Menfaat İçin Kullanılması:

Bilginin çıkarlara alet edilmesi ise, bilgi ahlâkına ters düşen bir diğer durumdur. Peygamberimiz bu duruma dikkat çekmiş ve şöyle buyurmuştur: 

« مَنْ تَعَلَّمَ عِلْمًا مِمَّا يُبْتَغَى بِهِ وَجْهُ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ لاَ يَتَعَلَّمُهُ إِلاَّ لِيُصِيبَ بِهِ عَرَضًا مِنَ الدُّنْيَا لَمْ يَجِدْ عَرْفَ الْجَنَّةِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ »

“Allah'ın rızası için öğrenil(mesi gerek)en bir ilmi, sırf dünya menfaati elde etmek için öğrenen bir kimse kıyamet günü cennetin kokusunu (dahi) alamayacaktır.”[8]

Allah Resûlü'nden bu konuda nakledilen başka bir hadis de şudur:

« لاَ تَعَلَّمُوا الْعِلْمَ لِتُبَاهُوا بِهِ الْعُلَمَاءَ أَوْ لِتُمَارُوا بِهِ السُّفَهَاءَ أَوْ لِتَصْرِفُوا وُجُوهَ النَّاسِ إِلَيْكُمْ فَمَنْ فَعَلَ ذَلِكَ فَهُوَ فِى النَّارِ » .

“İlmi, âlimlere karşı övünmek, cahillerle münakaşa etmek ve insanların teveccühünü kazanmak için öğrenmeyiniz. Kim böyle yaparsa o kimse ateştedir.”[9]

İlimde Riya:

Allah Resûlü (sav) bilginin kişisel tatmin aracı yapılamayacağını vurgulayarak şunları anlatmıştır: 

وَرَجُلٌ تَعَلَّمَ الْعِلْمَ وَعَلَّمَهُ وَقَرَأَ الْقُرْآنَ فَأُتِىَ بِهِ فَعَرَّفَهُ نِعَمَهُ فَعَرَفَهَا قَالَ فَمَا عَمِلْتَ فِيهَا قَالَ تَعَلَّمْتُ الْعِلْمَ وَعَلَّمْتُهُ وَقَرَأْتُ فِيكَ الْقُرْآنَ . قَالَ كَذَبْتَ وَلَكِنَّكَ تَعَلَّمْتَ الْعِلْمَ لِيُقَالَ عَالِمٌ . وَقَرَأْتَ الْقُرْآنَ لِيُقَالَ هُوَ قَارِئٌ . فَقَدْ قِيلَ ثُمَّ أُمِرَ بِهِ فَسُحِبَ عَلَى وَجْهِهِ حَتَّى أُلْقِىَ فِى النَّارِ 

“...Dünyadayken ilim öğrenmiş, öğretmiş ve Kur'an okumuş bir adam kıyamet günü Allah'ın huzuruna getirilir. Yüce Allah ona olan nimetlerini hatırlatır ve o da bunları tasdik eder. Sonra Allah ona 'Peki bunlara (nimetlerime) karşılık ne yaptın?' diye sorar. O da 'Yâ Rabbi! İlim öğrendim, öğrettim ve senin (rızan) için Kur'an okudum.' der. Yüce Allah, 'Hayır, yalan söyledin. Sen, 'Falan kimse âlimdir.' desinler diye ilim öğrendin ve 'O, kâri'dir (iyi bir Kur'an okuyucusudur).' desinler diye Kur'an okudun, nitekim böyle denildi de.' buyurur. Sonra Allah emreder ve o kişi yüz üstü sürüklenerek cehenneme atılır.”[10]

Kibirli ve menfaat peşinde koşan âlimin bu şekilde cezalandırılmasının bir nedeni de, sahip olduğu bilgilere kendi gücü ve imkânları sayesinde ulaştığı kuruntusudur. Kur'an'da bu yanlışa düşenlere örnek olarak Kârûn'un hikâyesine yer verilir. Hz. Musa'nın kavminden olan Kârûn, Allah tarafından bahşedilen33 hazineleri, kendisine ait olan “bilgi” sayesinde elde ettiğini iddia etmiş,34sahip olduklarını muhtaç insanlarla paylaşmaktan kaçınmıştı. Dünya hayatına talip olanlar, Kârûn'un servetine sahip olmayı arzularken, “kendilerine ilim verilenler”, Allah tarafından inanıp faydalı davranışlar sergileyenlere verilecek mükâfatın daha hayırlı olduğunu onlara hatırlatmışlardı.35 

{إِنَّ قَارُونَ كَانَ مِنْ قَوْمِ مُوسَى فَبَغَى عَلَيْهِمْ وَآتَيْنَاهُ مِنَ الْكُنُوزِ مَا إِنَّ مَفَاتِحَهُ لَتَنُوءُ بِالْعُصْبَةِ أُولِي الْقُوَّةِ إِذْ قَالَ لَهُ قَوْمُهُ لاَ تَفْرَحْ إِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ الْفَرِحِينَ} [76]

76. Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlükuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.

{وَابْتَغِ فِيمَا آتَاكَ اللهُ الدَّارَ الآخِرَةَ وَلاَ تَنْسَ نَصِيبَكَ مِنَ الدُّنْيَا وَأَحْسِنْ كَمَا أَحْسَنَ اللهُ إِلَيْكَ وَلاَ تَبْغِ الْفَسَادَ فِي الأَرْضِ إِنَّ اللهَ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ} [77]

77. Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.

{قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ عِنْدِي أَوَلَمْ يَعْلَمْ أَنَّ اللهَ قَدْ أَهْلَكَ مِنْ قَبْلِهِ مِنَ الْقُرُونِ مَنْ هُوَ أَشَدُّ مِنْهُ قُوَّةً وَأَكْثَرُ جَمْعًا وَلاَ يُسْأَلُ عَنْ ذُنُوبِهِمُ الْمُجْرِمُونَ} [78]

78. Karun ise: O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi, demişti. Bilmiyor muydu ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmişti. Günahkârlardan günahları sorulmaz (Allah onların hepsini bilir).

{فَخَرَجَ عَلَى قَوْمِهِ فِي زِينَتِهِ قَالَ الَّذِينَ يُرِيدُونَ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا يَا لَيْتَ لَنَا مِثْلَ مَا أُوتِيَ قَارُونُ إِنَّهُ لَذُو حَظٍّ عَظِيمٍ} [79]

79. Derken, Karun, ihtişamı içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını arzulayanlar: Keşke Karun'a verilenin benzeri bizim de olsaydı; doğrusu o çok şanslı! dediler.

{وَقَالَ الَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ وَيْلَكُمْ ثَوَابُ اللهِ خَيْرٌ لِمَنْ آمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًا وَلاَ يُلَقَّاهَا إِلاَّ الصَّابِرُونَ} [80]

80. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şöyle dediler: Yazıklar olsun size! İman edip iyi işler yapanlara göre Allah'ın mükâfatı daha üstündür. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.

Tâbiûn neslinin önde gelen âlimlerinden Hasan-ı Basrî'nin dediği gibi,

مَنْ طَلَبَ شَيْئاً مِنْ هَذَا الْعِلْمِ فَأَرَادَ بِهِ مَا عِنْدَ اللَّهِ يُدْرِكْ إِنْ شَاءَ اللَّهُ ، وَمَنْ أَرَادَ بِهِ الدُّنْيَا فَذَاكَ وَاللَّهِ حَظُّهُ مِنْهُ.

İlmiyle Allah katında olanı isteyen, istediği şeye ulaşır; dünyalık bir şey isteyen de istediğine ulaşır, ama elde edeceği sadece bundan ibarettir.36

Kur'an'da, bilgi hep Allah'a nispet edilmiştir. Nitekim insanı yarattıktan sonra ona bilmediklerini,38 bütün eşyanın isimlerini,39 kendini ifade etmeyi ve canlı cansız tüm varlıkları birbirinden ayırabilme40 becerisini öğreten Allah'tır. Kısacası Allah insanı ilim öğrenme hassalarıyla donatmış, ona bilgi elde etme kabiliyeti vermiştir. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber'e (sav) “Rabbim, ilmimi artır!” şeklinde dua etmesi emredilmiştir.41 Kur'an'da “ilim sahipleri” yerine “kendilerine ilim verilenler” ifadesi kullanılmıştır.42

Kur'ân-ı Kerîm, bilginin değerini fark edemeyen ve bilgiye sahip olduğu hâlde onun kıymetine yaraşır bir tavır geliştiremeyen kişiyi43 ilginç bir benzetmeyle anlatır:

فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ الْكَلْبِ اِنْ تَحْمِلْ عَلَيْهِ يَلْهَثْ اَوْ تَتْرُكْهُ يَلْهَثْ ذٰلِكَ مَثَلُ الْقَوْمِ الَّذينَ كَذَّبُوا بِاٰيَاتِنَا فَاقْصُصِ الْقَصَصَ لَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ

“Onun hâli, köpeğin hâli gibidir ki üstüne varsan da dilini sarkıtıp solur, kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp solur.”[11]

İsrâiloğulları'ndan Bel'am b. Bâûra olduğu da rivayet edilen ve sahip olduğu ilmi, nefsine mahkûm olup geçici dünya menfaatleri doğrultusunda kullanan bu kişinin hâli, kemiğe muhtaç bir köpeğin onu elde etme uğruna düştüğü zillete benzetilmiştir. Daha da kötüsü, ihtiyacı olsa da olmasa da dilini sarkıtıp solumasının köpekte bir âdet hâline gelmesi gibi, uğruna her türlü yüzsüzlüğü gösterdiği dünya menfaati hırsının da bu ilmin kıymetini bilmeyen ilim adamında bir alışkanlığa dönüşmesidir.

Hz. İsa'ya nispet edilen şu söz âlimliğin sadece bilgi yüklenmek olmayıp bir karakter inşası, bir duruş ve kıymetli olanla olmayanı ayırt edebilme melekesi olduğuna işaret etmektedir:

“Bunun Allah'ın ilminden ve kudretinden kaynaklandığını bildiği hâlde, rızkından hoşnut olmayan ve bulunduğu konumu küçümseyen kimse nasıl ilim ehlinden olur? Allah'ın kendisi hakkında takdir ettiklerinin doğruluğundan şüphe eden ve kendisine verilenlere razı olmayan kimse nasıl ilim ehlinden olur? Dünyaya daha fazla rağbet ederek, dünyayı âhiretten daha fazla seven kişi nasıl ilim ehlinden olur? Dönüş yeri âhiret olduğu hâlde dünyaya meyledip zararlı şeyleri faydalı olanlardan daha çok seven kimse nasıl ilim ehlinden olur? İlmi, kendisiyle amel etmek için değil, başkasına aktarmak için öğrenen kişi nasıl ilim ehlinden olur?”46

İnsanın, Allah'ın bilgisinin kuşatıcılığını ve kendi bilgisinin sınırlılığını kabul etmesi, bilgi ahlâkının temel bir gereğidir. Bilgi elde etmekten amaç, hakikati kavramak özellikle de Hakk'a yakınlaşmaktır. Bu bilinçten uzaklaşan insanlar, bilgiyi çıkar aracı hâline dönüştürmüş, insanlara refah ve mutluluk getirmesi beklenen bilgiyi tahrip ve yıkım için kullanmışlardır. Özü gereği doğruya, güzele ve hikmete ulaştırması beklenen bilginin istismarı, bu değerleri kaybettirir. Bilginin bu yanlış kullanımının bedelini görmek için, yakın tarihte yaşananlara, dünya savaşlarındaki trajedilere bakmak yeterlidir.

Allah Resûlü şöyle buyurmaktadır: 

“Ancak iki kişiye haset (gıpta) edilir. Bunlar; Allah'ın kendisine mal verdiği ve onu hak yolunda harcayan kimse ile Allah'ın kendisine (ilim ve) hikmet verdiği ve ona göre karar verip, onu başkalarına da öğreten kimsedir.” 48

Rahmet Elçisi, arkasında istifade edilen ilim bırakan kimselerin sevap hanelerinin öldükten sonra da açık olduğunu bildirmiştir.50

İbn Mes'ûd'un Hz. Nebî'den (sav) naklettiği bir başka hadis, paylaşma sayesinde, anlama ve kavrama yeteneği daha yüksek olan, bilgiyi işleyip çoğaltabilecek kişilere ilmin ulaştırılmasının önemini ortaya koymaktadır: 

 نَضَّرَ اللَّهُ امْرَأً سَمِعَ مِنَّا شَيْئًا فَبَلَّغَهُ كَمَا سَمِعَ فَرُبَّ مُبَلَّغٍ أَوْعَى مِنْ سَامِعٍ

“Allah, bizden bir şey işitip, işittiği gibi başkasına ulaştıran kişinin yüzünü ak etsin. Kendisine (bilgi) ulaştırılan nice kimseler vardır ki onu işiten (ve kendisine aktaran kimse)den daha kavrayışlıdır.” 51 

Yine Abdullah b. Mes'ûd, “Eğer ilim ehli, ilmi(n değerini) koruyup onu liyakatli olanların yanına koymuş olsalardı, ilim sayesinde, kendi devirlerinin büyükleri olacaklardı. Ne var ki bilginler, ilim vasıtası ile dünyalık birtakım menfaatler sağlamak için ilmi, dünya ehlinin eline verdiler. Bu sebeple ilim adamlarının değeri de dünya ehli yanında düştü.” demiştir.52

Enes b. Mâlik'in naklettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem'in, 

« طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ وَوَاضِعُ الْعِلْمِ عِنْدَ غَيْرِ أَهْلِهِ كَمُقَلِّدِ الْخَنَازِيرِ الْجَوْهَرَ وَاللُّؤْلُؤَ وَالذَّهَبَ »

“Bilgiyi lâyık olmayana öğreten kişi, domuza, değerli taşlar, inci ve altın(dan yapılmış bir gerdanlık) takmış sayılır.” 53 sözü de bu durumun bir başka ifadesidir.

İbrâhim b. Abdurrahman el-'Uzrî'nin Resûlullah'a isnad ettiği şu söz, bilginin aktarılması ve emanet edilmesi konusunda ciddi bir uyarı niteliğindedir: 

 يَرِثُ هَذَا الْعِلْمَ مِنْ كُلِّ خَلَفٍ عُدُولُهُ يَنْفُونَ عَنْهُ تَأْوِيلَ الْجَاهِلِينَ وَانْتِحَالَ الْمُبْطِلِينَ وَتَحْرِيفَ الْغَالِينَ

“Bu ilmi gelecek nesillerden dürüst ve kabiliyetli olanlar miras olarak alacak ve onu, cahillerin yorumlarından, bâtıl ehlinin istismarından ve haddi aşanların saptırmalarından koruyacaklardır.” 55

Bilgi istismarı, insanlığın faydasına kullanılabilecek değerli bir bilgi birikimini kötülüğün hizmetine sunma çabası, günümüzün en büyük sorunlarından birisidir. Çeşitli coğrafyalarda yaşanan maddî ve mânevî tahribatın büyük bir kısmının bilginin gücünün yanlış yerlerde kullanılmasıyla ilgili olduğu görülmektedir. İnsanlar çıkarlarına alet ettikleri bilgi sayesinde koca şehirleri bir bombayla yok edebilecek hâle gelmiş, on binlerce hatta yüz binlerce kişiyi aynı anda öldürme gücüne ulaşmışlardır. Aslında daha vahimi sessizce gerçekleştirilen katliamdır. Bu, kimi zaman Allah'ın insanlara bahşettiği hayat kaynaklarını kurutmak, ekolojik dengeyi bozmak, kimi zaman da canlıların, bitkilerin doğal genetik yapılarını bozmak şeklinde tezahür etmektedir. Kısacası bugün bilgi pek çok alanda insanlığın hayrına değil, zararına kullanılmaktadır.

Bilgi sahibi olmak aynı zamanda sorumlu olmak demektir. Bilgi arttıkça sorumluluk da artar. Bilgi, sahibini kendisine karşı, topluma karşı, tabiata karşı ve nihayetinde Allah'a karşı sorumlu hâle getirir. Kısacası bilgi, başlı başına bir sınavdır. Bilgi ahlâkına sahip olma ve onu koruma daha da zor bir sınavdır. Bu yüzden Peygamberimiz bilgiyle meşgul olanlara şu duasıyla örnek olmaktadır: 

« اللَّهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنْ عِلْمٍ لاَ يَنْفَعُ وَقَلْبٍ لاَ يَخْشَعُ وَدُعَاءٍ لاَ يُسْمَعُ وَنَفْسٍ لاَ تَشْبَعُ » . ثُمَّ يَقُولُ « اللَّهُمَّ إِنِّى أَعُوذُ بِكَ مِنْ هَؤُلاَءِ الأَرْبَعِ » . 

“Allah'ım! Faydasız ilimden sana sığınırım.”[12]

« اللَّهُمَّ انْفَعْنِى بِمَا عَلَّمْتَنِى وَعَلِّمْنِى مَا يَنْفَعُنِى وَزِدْنِى عِلْمًا الْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى كُلِّ حَالٍ وَأَعُوذُ بِاللَّهِ مِنْ حَالِ أَهْلِ النَّارِ »

“Allah'ım, bana öğrettiklerinle beni faydalandır. Bana fayda verecek ilmi bana öğret ve ilmimi artır.” 57



[1] Müslim, Zühd, 51.

[2] İbn Ebû Şeybe, Musannef, Zühd, 59.

[3] Ebû Dâvûd, İlim, 1.

[4] Dârimî, Mukaddime, 34.

[5] Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XVII, 17.

[6] Tirmizi, İlim, 3.

[7] İbn Mâce, Sünnet, 20.

[8] Ebû Dâvûd, İlim, 12.

[9]  İbn Mâce, Sünnet, 23.

[10]  Müslim, İmâre, 152.

[11] A’râf, 7/176

[12] Nesâî, İstiâze, 21.


Kaynak: Diyanet Hadislerle İslam



Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi13
Bugün Toplam889
Toplam Ziyaret4707180
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI