• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Âl-i İmran Suresi 92. Ayet Tefsiri

ALİ-İMRAN SURESİ   92. AYET

 

لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ وَمَا تُنفِقُواْ مِن شَيْءٍفَإِنَّ اللّهَ بِهِ عَلِيمٌ:

92-) “Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda, O’nun rızası uğrunda) harcamadıkça, gerçek iyiliğe elbette erişemezsiniz. Her ne harcarsanız, herhalde Allah onu bilir.”   (ALİ-İMRAN SURESİ – 92. AYET)

 

İLGİLİ   HADİSLER

“Muhakkak ki doğruluk gerçek iyiliğe götürür. Gerçek iyilik ise Cennet’e eriştirir. Adam doğru söyleye söyleye Allah katında doğru kişi olarak yazılır. Şüphesiz ki yalan haktan sapıp ayrılmaya götürür. Haktan sapmak ise ateşe iletir. Adam yalan söyleye söyleye Allah katında yalancı yazılır.”


Ashap’tan Sem’an oğlu Nevas (RA) diyor ki: “Rasülüllah (SAV) Efendimizden gerçek iyilik ve bir de günahtan sordum. Buyurdu ki: “Gerçek iyilik, güzel ahlaktır; günah ise göğsün (vicdanın) gıcık duymasıdır ve insanların o şeyi öğrenmesini hoş karşılamadığın şeydir.”

    
Bir adam Rasülüllah (SAV) Efendimize gelerek sordu: Hangi sadaka daha üstündür? Rasülüllah (SAV) ona: “Sıhhatli, mala karşı istekli, fakirlikten korkup zenginliği umduğun halde can boğaza gelip şu kadarı falana, şu kadarı filana diyeceğin vakte kadar geciktirmeyip verdiğin sadaka daha üstündür. Can boğaza gelip şu kadar falanın, şu kadar filanın olsun, desen de demesen de onları olacaktır.” diye cevap verdi.

 

SEVGİDE   KISTAS

 

لَن تَنَالُواْ الْبِرَّ حَتَّى تُنفِقُواْ مِمَّا تُحِبُّونَ:

“Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça, gerçek iyiliğe elbette ulaşamazsınız.”


İslam, gerçek imanı; iman da Allah sevgisini gerektirir. İmansız İslam olmayacağı gibi, sevgisiz de iman olmaz. Ama bunun ölçüsü nedir? Kur’an sık sık konuya dikkatleri çeker. İslam olmanın kıstasını verirken, hakiki imanın da ölçüsünü belirleyip ortaya koyar. Evet, bu ölçü, Allah yolunda seve seve BİRR=GERÇE İYİLİKTE bulunmaktır.

    
Diyebiliriz ki, Kur’an burada bir bakıma TAHKİKİ İMAN ile TAKLİDİ İMAN’ı birbirinden ayırmakta ve insanların bunu dış görünümüyle anlayabileceği bir sınır koymaktadır. Sonra da Kur’ân bu beyanıyla materyalizme ağır bir şamar indirmektedir. Çünkü hayatla ölümün durmadan birbirine dönüştüğünü iddia eden ve: “Her şey daima kendi zıddına dönüşür.” formülünü yol gösterici bir kanun olarak kabul edenler vardır. Materyalist felsefeye bağlı kalanlara göre önümüzde umut veren hiçbir ışık yoktur. Ölen bir bedenin bir daha diriltilmesi söz konusu değildir. Ancak elemanları değişir, gübre olur, toprağı verimli kılar ve başka canlıların meydana gelmesini sağlar, hepsi bu kadar.


Hayat ve ölümü bu kadar basit, gayr-i ilmi ve gayr-i dini ölçülere irca edip her şeyi tesadüflerin zamanla oluşturduğuna inanarak, insanı sadece bir makine ve öldükten sonra bir gübre yığını kabul edenler için gerçek mümin, Allah’a bağlılık, O’nun yolunda harcama yapmak, insanlıktan yana gönül hoşnutluğuyla hizmet etmek anlamsız ve amaçsızdır. Hayat bir ekmek, diğer bir deyimle boğaz kavgasından başka bir şey değildir. O halde bu kavgayı başka bir kavgayla durdurmak gerek. Özel mülkiyete son verip her şeyi devletleştirerek insanları hakiki hürriyetten uzak birer ırgat olarak boğaz tokluğuna çalıştırmak tek çıkar yoldur. Bunu ismi de proletarya düzenidir. Çünkü ölümden sonra tekrar dirilmek, hesap vermek diye bir şey yoktur. Her şey insan için mübahtır. İşte anarşizmin ve bir sürü felaketin kaynağı budur, bu felsefedir.

    
İslam ise insanı bu kadar hakir gören ve hayvani bir hayattan başka ona bir ölçü ve anlam tanımayan, yakıştırmayan materyalistlerin gelişen biyolojiye, sağlam ve sıhhatli akla, sağlıklı vicdana ve peygamberlerin getirdiği binlerce hakikate ters düşen iddialarını varlık âlemindeki mutlak düzenle kökünden yıkmaktadır. Kur’an insan unsurunu sadece maddi yapısıyla değil, ruhuyla ve ruhun ortaya koyduğu hafıza, akıl, zekâ gibi ilahi kudreti yansıtan yetenekleriyle ele alır. Kör ve sağır, aynı zamanda sözü edilen ruhtan ve yeteneklerden mahrum maddenin böylesine mükemmel bir varlığı yaratmasının mümkün olmadığını kalplere ve kafalara işler.

    
Onların diğer bir iddiasına göre, madde düşünceyi doğuruyor. Peki, yok olan bir şeyi doğurmak mümkün olmadığına göre, düşüncenin varlığını kabul etmek zorundayız. Madde bir an kabul edelim ki, mevcut olan düşünce kapısını aralıyor. Ama onu meydana getiren kudret nedir? Neden bu düşünce insanda var da başka maddelerde yoktur? Eğer madde mutlak surette düşünceyi doğuruyorsa, varlık âlemi düşüncelerin kaynaştığı yer olmalı ve her varlığın en az insan kadar düşünmesi gerektiğini söylemeliyiz.

    
Hiç okumamış, ilahi vahye ermemiş dağdaki bir çobanın atomu bulup imal etmesi, füzeler icad edip fırlatması ne kadar mantıksız ve gülünç ise maddecilerin madde ile insan arasındaki kurmaya çalıştıkları ilgi de o nispette mantıksız ve gülünçtür.

    
Acaba madde hiç durmadan mucizeler mi yaratıyor? Maddede böyle bir güç varsa herhalde yarattığı mucizelerin çok üstünde bir güce, yeteneğe, akıl ve iradeye sahip olması gerekir.

    
Madde mucize yaratamıyorsa – ki yaratması mümkün değildir – insan denilen ve her organı çok ince bir plana ve üstün bir kanuna göre düzenlenen, üstelik hafıza, akıl ve benzeri yeteneklerle donatılan varlık kendiliğinden nasıl oluşup bu kadar mükemmel ölçüde ortaya çıkabilmiştir? Darwin’in çürütülüp yıkılan yutturmacası mı bunu cevaplandırarak açıklar? Ne garip şey!...    

    
Kur’an insanı, bedeniyle, ruhuyla ve bütün yetenekleriyle ele alıp onun asıl mahiyetini belirler. Başlanılan bir hayatın herhalde devam edeceğini, ancak şartları dünyadaki şartlardan ayrı olan ahiret hayatına adım atarken – tıpkı buğdayı yeşerebilmesi için toprağa atıldığı gibi – ora şartlarına uygun bir bedene sahip olabilmesinin ve ölüp toprağa girmesinin gereğini haber verir. Bununla hem hakikatin penceresini açar, hem insana büyük bir ümit vererek yaşama gücü ve sevgisini enjekte eder. Sonra da insanın Allah ile olan ilişkilerinin ölçü ve anlamını sergiler. Allah sevgisinin yüksek bir gaye olduğunu, imanın böylesine feyizli bir sevginin ürünü bulunduğunu haber verir.

    
İşte insanı insan yapan bu inanç ve sevgidir. İnsanlıktan yana gönül rızasıyla hizmete insanı iten güç te budur. Buna TAHKİKİ İMAN denir. Bu düzeye gelen müminin kalbi Allah sevgisiyle dolup taşar. İnsanları sevmek onun için ayrı bir zevk, insanlıktan yana hizmet onun için ayrı bir amaçtır. Topluma huzur verir. Sosyal yapıyı dengeli biçimde ayakta tutmaya yardımcı ve destek olur. Özlenen insan bu değil midir?

 

ÖRNEKLER VE MODELLER

 

1-)  Medine’de Mescid-i Saadet’in önünde BİRAHA veya BEYRAHA adında güzel bir bahçesi ve içinde tatlı suyu bulunan Ebu Talha (RA) bu ayet inince kalkıp Rasülüllah (SAV) Efendimize geldi ve: “Ey Allah’ın Peygamberi! “Allah sevdiğiniz, şeylerden harcamadıkça gerçek iyiliğe elbette erişemezsiniz.” buyuruyor. Bana en sevgili malım BİRAHA adındaki bahçemdir; onu Allah yolunda sadaka ediyor ve karşılığını sadece Rabbimden umuyorum.” dedi. Rasülüllah (SAV) Efendimiz memnun kaldı ve: “Oh, oh! Ne karlı bir amel. Onu yakın akrabandan ihtiyaç sahiplerine vermeni uygun görüyorum.” buyurdu. Bunun üzerine Ebu Talha adı geçen bahçeyi gönül hoşnutluğu içinde akrabasına bağışladı.

    
2-)  Irak dolaylarında Sa’d b. Ebi Vakkas (RA) komutası altında savaşan İslam ordusunda yer alan Ebu Musa El Eş’ari, bu tavsiye üzerine Hz Ömer (RA) için güzel bir cariye satın almıştı. Cariye Medine’ye getirildiğinde Hz Ömer (RA) onu çok beğendi ve hemen yukarıdaki ayeti hatırlayıp okuyarak onu hürriyetine kavuşturdu.

    
3-)  Bu ayet indiğinde Zeyd b. Harise (RA)’ın çok güzel bir atı bulunuyordu; en sevdiği malı bu idi. Vakit kaybetmeden Rasülüllah (SAV) Efendimize getirip Allah yolunda sadaka edilmesini istedi. Rasülüllah (SAV) Efendimiz onun bu davranışına memnun oldu ve atı alıp Üsame’ye verdi.

    
4-)  Emevi halifelerinden Ömer b. Abdülaziz, bol miktarda şeker alıp muhtaçlara dağıttırdı. Sebebi sorulduğunda, şu cevabı vermiştir: “Çünkü şekeri çok severim. Allah ta sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça gerçek iyiliğe erişemezsiniz.” buyuruyor.”

    
Müminlerin Allah’a bağlılığı ve belirtilen bu güzel halleri Kur’an’da çok anlamlı bir cümleyle şöyle açıklanmaktadır:

 

وَالَّذِينَ تَبَوَّؤُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِن قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةًمِّمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌوَمَن يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ:

“Onlara verilen şeylerden dolayı kalplerinde bir ihtiyaç duymazlar; ihtiyaçları olsa bile onları kendilerine tercih ederler.” (HAŞR SURESİ - 9. AYET)

 

YORUMLAR  RİVAYETLER

 

BİRR:

1-)  Cennet ve ondaki yüce nimetler (Gerçek iyiliğe, yani Cennet sevabına demektir.)

2-)  Güzel amel, iyi iş, yararlı hizmet

3-)  İbadet ve taat

4-)  Allah korkusu, kötülükten kaçınmak, takva

5-)  Farz olan zekât

6-)  Geniş hayır ve çokça iyilik gibi manalara gelir.

    
Kur’an, hadis ve fıkıhta bu deyim hukuk ve hıns karşılığında da kullanılmıştır.

 

KAYNAK:  İLMİN IŞIĞINDA ASRIN KUR’AN TEFSİRİ    CELAL YILDIRIM

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi9
Bugün Toplam559
Toplam Ziyaret4706850
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI