• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
  • https://www.facebook.com/insanveislam.org/
  • https://twitter.com/insanuislam











Allah Katında Sevilmenin Şartları

ALLAH KATINDA SEVİLMENİN ŞARTLARI

 

قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ:

“(Habibim) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve suçlarınızı örtsün. Çünkü Allah çok yarlığayıcı, çok esirgeyicidir.” (ALİ-İMRAN SURESİ - 31. AYET)

 

Allah Tela’yı sevmenin ve bilhassa O’nun katında mahbub olmanın bir takım şartları ve yolu vardır. Bu yolda yürüyen ve açıklayacağımız şartlara riayet eden kimseler Allah Teala’yı sevmiş ve Allah katında mahbub olma şerefine ulaşmış olur. Bir müminin Allah katında sevimli olabilmesinin ve Rabbimizi layıkıyla sevdiğinin alameti ve şartı Rasülüllah (SAV) e tabi olmak ve onun sünnetiyle amil olmaktır. Bu yolda yürüyen Müslüman çift yönlü saadete ulaşmış olur.

    
İleriyi gören akl-ı selim sahibi bulunan bir müminin kendisini Yüce Rabbimize sevdirebilmesi için kâmil manada bir teslimiyetin sahibi olması gerekir. Bu teslimiyetin neticesi olarak kendisinin aciz olduğunu bilmesi ve Allah Teala’ya fakr-ı mutlak ile muhtaç bulunduğunu anlayıp inanması icab eder. Bu iman ve idrakin sonunda kerem sahibi Rabbimize şükretmesi icab eder. Kur’an bunu şu şekilde belgeler: “Allah Teala Halil’i İbrahim’e hitaben: “Kendini Hakk’a teslim et.” emrini vermişti. O da: “Âlemlerin Rabbine teslim oldum.” demişti.”

    
Bu teslimiyet anlayışı içinde kemalatın zirvesine yükselen Hz İbrahim (AS), dilini büryana vücudunu nirana malını misafirlere ihsana evladını kurbana tahsis etmişti. Kamil manadaki bu teslimiyetin sonunda Allah tarafından HALİL ittihaz olundu ve Allah katında mahbub oldu.

    
Keremine nihayet bulunmayan kullarına olan ihsanına sınır tayin edilemeyen Allah bir kulunu severse onu melekler ve insanlar katında da sevimli kılar. Bu tecelli murad-ı ilahi olduğu için o kulu melekler ve insanlar da sever. Şu hadis-i şerif bu durumu belgeler:

 

إذآأحب الله عبداقذف حبه فى قلوب الملآئكة.

 

“Allah bir kulunu sevdiği zaman onun muhabbetini meleklerin kalplerine koyar.”

    
Allah katında mahbub ve melekler yanında sevimli olan bu kul insanlar nezdinde de beğenilen ve sevilen bir fert haline gelir. Böyle bir mazhariyete erişen bahtiyar bir Müslüman müstağrak olduğu ilahi füyüzat içerisinde kendi aczini ve Allah’a olan ihtiyacını yakinen idrak eder ve Allah’a dua ederek yalvarmaya başlar. Acz-i mutlakın ve fakr-i mutlakın idraki içinde bulunan bir kulun kerem sahibi Rabbine niyazda bulunması neticesinde erişeceği mazhariyeti bir hadis-i şerif şöyle açıklamaktadır:

إذاقال العبديارب يارب يارب قال الله لبيك عبدى سل تعط.

 

“Kul: Ya Rabbi Ya Rabbi Ya Rabbi dediği zaman Allah: Kulum ne diyorsun? İste (dilediğin) sana verilecektir. Buyurur.”

          
Kalbinin kulağına erişen bu ilahi hitabın neşvesi içerisinde kalan bir kul yüce Rabbimize dua ederek niyaz makamından naz makamına yükselmiş olur. Bir hadiste Peygamberimiz (SAV) şöyle buyuruyor:

ليس شئ أكرم على الله من الدعء.

     “Allah’ a dua etmekten daha değerli hiçbir şey yoktur.”

    
Muhabbet-i ilahi derecesine ulaşmış olabilmenin işareti ve beşareti vardır. Bir müminin bu alameti bilmesi ve bu sevgiye nail olmanın feyzine erişmesi için gereken gayreti göstermesi lazımdır. Bu lâzımeyi bize hatırlatan Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurmaktadır:

علامة حب الله تعالى حب ذكرالله.وعلامةبغض الله بغض ذكرالله عزوجل

    
“Yüce Allah’ın sevgisinin Allah’ın zikrini sevmektir. Allah’ın buğzunun alameti de Aziz ve celil olan Allah’ı anmaya buğz (ve düşmanlık) etmektir.”

    
Acz-i mutlak ve fakr-u mutlak kavramlarını anlattıktan sonra Şükr-ü mutlak kavramını açıklayalım. Her halükarda Allah’a şükretmeye çalışmalıyız. Elimize geçen nimete şükrettiğimiz gibi elde edemediğimiz cihetlere de bu anlayış ile yaklaşmak şükr-ü mutlak olmaktadır. Lütufları sayıya sığmayan nimetlerin ardı arkası kesilmeyen Rabbimize karşı şükretmek her Müslüman’a farzdır. Nimetlere şükretmek onu ikram eden Rezzak’ın büyülüğünü itiraf etmektir. Bunlara karşı aldırış etmemek ise nankörlüktür. Şükür Allah’ın ihsan ettiği nimetleri dille itiraf ve kalple ikrar etmektir. Şükür elden çıkanı avlayan mevcut olanı bağlayan manevi bir bağdır. Allah’ın bize olan en büyük nimeti İslam Dinidir. Bu nimet ahiret hayatının ebedi nimetlerini elde etmeye vesiledir. Yaratıcımızın bizi insan olarak yaratması anlamak için akıl görmek için göz işitmek için kulak ihsan etmesi hep birer nimet değil midir? Eğer bunlar nimet olmasaydı karşılığında şükür emredilir miydi? Bir ayette şöyle buyrulur:

 

وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئاً وَجَعَلَ لَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ وَالأَفْئِدَةَ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ:

“Allah sizi analarınızın karnından kendiniz hiçbir şey bilmiyorken çıkardı. Size şükredesiniz diye kulaklar gözler ve gönüller verdi. Ta ki şükredesiniz.”(NAHL SURESİ – 78. AYET)

    
Ya bir günde 24000 defa alıp verdiğimiz ve hayatımızı devam ettirdiğimiz nefesler bir nimet değil midir? Bir an için bunlardan mahrum kaldığımızı farz etsek gözümüzü kapayıp kulağımızı tıkasak nefes almasak dünya başımıza zindan olur.

    
Ya yiyip içtiğimiz şeyler ekmeği tuzu suyu eti sütü ile her biri nimet değil midir? Bu nimetler hep Allah’a şükretmek için verilmiştir. Bir ayette şöyle buyruluyor:

 

وَآتَاكُم مِّن كُلِّ مَا سَأَلْتُمُوهُ وَإِن تَعُدُّواْ نِعْمَتَ اللّهِ لاَ تُحْصُوهَا إِنَّ الإِنسَانَ لَظَلُومٌ كَفَّارٌ:

“O size istediğiniz şeylerin hepsinden verdi. Eğer Allah’ın (bunca) nimetini birer birer saymak isterseniz (ne mümkün?) Siz (onları) icmal suretiyle bile sayamazsınız. Hakikat insan çok zulümkardır çok nankördür.” (İBRAHİM SURESİ – 34. AYET)

    
Bu kadar çok nimetlere erişmiş bulunan insanın Allah’a şükretmesi farzdır. Halikımızın emrettiği bu şükürden doğacak fayda insanın kendi lehinedir. Çünkü kul şükretmekle Allah’ın rızasını kazanmış ve elindeki nimetin zevalini önlemiş olur. Allah Kur’an’da şöyle buyuruyor:

 

وإذتأذن ربكم لئن شكرتم لأزيدنكم ولئن كفرتم إن عذابىلشديد:

“Hatırlayın ki Rabbiniz (size)şunu bildirmişti: And olsun şükrederseniz elbette sizi (n nimetlerinizi) arttırırım. And olsun nankörlük ederseniz hiç şüphesiz benim azabım cidden çetindir.”


Evliyaullah’tan Şibli Hazretleri diyor ki: “Şükür nimeti değil onu vereni görmektir.” Nimet ne kadar değerli olsa yine fanidir. Onu veren Allah Teala ise Hayy-ü baki’dir. İnsanın rızka veren Rezzak’a bağlanması gerekir. Bir kulun Allah’a şükretmesi de Allah’ın bir nimetidir. Şayet taraf-ı ilahiden kendisine bu anlayış verilmemiş olsaydı akıl bu hakikati anlayamaz fikir buna yol bulamazdı.

    
Hz Davud (AS) Allah’a şöyle niyaz etmişti: “İlahi! Sana şükredebilmem de ihsan ettiğin bir nimet iken sana (hakkıyla) nasıl şükredebilirim.” Allah kendisine şöyle vahyetti: “İşte şimdi şükredebildin.”

    
İslami yolda kemale ermiş insanlar hakkıyla şükredememenin üzüntüsünü çekmişlerdir. Onlar şakir olmayı kâfi görmemişler şekur olmak için gayret etmişlerdir. ŞAKİR: Elde mevcut nimete şükreden; ŞEKUR: Kaybettiklerine de hamdeden kimsedir. Şakir ata ve ihsana Şekur bela ve noksana şükredendir. Bir ayette şöyle buyrulur:

وَقَلِيلٌ مِّنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ:

“Kullarımdan (hakkıyla) şükreden azdır.” (SEBE SURESİ 13. AYET)

    
İmam Hasan (RA) Kâbe’de Mültezem’de Allah’ şöyle niyaz etmiştir: “İlahi! Bana nimet verdin sana şükredemedim bela verdin sabredemedim. Şükrü terk ettim diye nimetini benden almadın sabredemediğim için derdi devam ettirmedin. İlahi! Kerim olan da ancak kerem bulunur.”

    
Zikreden dil şükreden kalp sabreden beden ve iman sahibi iyi bir zevce kimde bulunursa o kimse dünya ve ahiret hayırlarına erişmiştir. Hz Musa Allah’a şöyle niyaz etmişti: “Ya Rabbi! Âdem’i kudret elinle yarattın. Ona ruhundan can verdin. Kendisini cennete koydun. Emrettin de melekler onun önünde (ihtiramla) secde (edercesine) ye (re) kapandılar. O bu nimetlerine karşı şükretmeye nasıl güç yetirebildi?” Kendisine şöyle vahyolundu: “Ya Musa! O bunların benden (bir ikram) olduğunu bildi ve bana hamdetti. Bu hamd nimetlerime karşı şükrüdür.”

    
Peygamberimiz (SAV) şükrün ehemmiyetini dile getiren bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

 

إن للطائم الشاكر من الأجرمثل ما للصائم الصابر.

“Yemeği yiyip te şükreden kimseye oruç tutup ta sabredene (verilen) ecrin bir misli vardır.”                                                          

Bir insan kendisine verilen ufak bir hediye karşılığında onu veren kimseye teşekkür eder. Allah’ın ihsan ettiği riyazî rakamlara sığmayan nimetlere karşı hissiz davranıp şükrü unutmak elbette ki müminin yapacağı bir davranış değildir. Şükrü eda edilmeyen bir nimet sahibi için bir vebaldir.

Bunun için bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

 

قليل تؤدى شكره خير من كثيرلاتطيقه.                            

“Şükrünü eda ettiğin az (bir mal) şükrüne güç yetiremediğin çok (şey) den hayırlıdır.”

    
Kul elindeki nimeti gizlemez ve bunu Allah’ın verdiğini bilirse bu bile bir nevi şükürdür. Elindeki yiyeceğe sırtındaki giyeceğe şükretmek avamın şükrüdür. Havvasın şükrü ise kalbe gelen manalardan dolayı da hamd etmektir. Rabbimizin ikram ettiği nimetleri onun razı olduğu işlere ve emrine uygun şekilde sarf etmek nimetin kadrini bilmek olur.

    
Cüneyd-i Bağdadi hazretlerine: “Şükür nedir?” diye sorulmuştu. Cüneyd: “Allah’ın nimetlerinden hiç biriyle ona isyana kalkmamaktır.” cevabını verdi.

    
İslami hasletlerin zirvesinde bulunan Peygamber (SAV) efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadırlar:

 

عجبالأمرالمؤمن إن أمره كله خير وليس ذالك لأحدالاللمؤمنين.إن أصابته سرآء شكر وكان خيراله وإن أصبته ضرآءصبرفكان خيرامه.

“Müminin işine taaccüb etmişimdir. Onun her işi kendisi için hayırdır. Bu müminden başkası için (nasip) olmuş değildir. Ona kolaylık ( ve sevinç) veren şey isabet etse şükreder bu kendisi için hayır olur. Ona bir zorluk (ve sıkıntı) isabet etse sabreder bu da onun için hayır olur.”

    
Müslüman “yediveren” cinsi asma gibidir. Bu asmanın üzüm vermesi devamlı ve bol olmaktadır. Müminin durumu da böyledir. Kalbindeki imana müsteniden işlediği her fiil kendisi için bir derece yükselmesi ve kucak kucak sevaba erişmesi için bir vesile kılınmıştır. O nereye yönelse ve hangi işe teşebbüs etse Allah Teala’nın lütfuna nail olur.

    
Hayırlı yolların yol göstericisi ve ümmetlerin hamisi bulunan Peygamberimiz (SAV) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: “Üç (güzel haslet) vardır ki onlar kimde bulunursa Allah onlara kendi canibinde makam verir onun üzerine rahmetini yayar ve onu cennetine koyar: Bir şey verildiği zaman şükreden (intikam almaya) güçlü olduğu zaman suç bağışlayan ve öfkelendiği zaman (hiddetini yenip) sakin davranandır.”

    
Yeryüzünü olanca genişliğiyle bir nimet sofrası haline getiren ve REZZAK sıfatıyla muttasıf bulunan Rabbimiz helal ve tayyib olmak şartıyla ve israfa kaçmamak kaydıyla bu nimetlerden faydalanmamıza izin vermiştir. Bu ilahi sofradan gerektiği kadar istifade eden kimse riyazî rakamlarla ifade edilmesi mümkün olmayan çeşit çeşit nimetlerin karşısında tefekkür etmek ve bunları ikram eden kerem sahibi Rabbimize şükretmek mecburiyetindeyiz. Bu mükellefiyeti bizlere hatırlatan Rabbimiz bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır:

 

فَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلالاً طَيِّباًوَاشْكُرُواْ نِعْمَتَ اللّهِ إِن كُنتُمْ إِيَّاهُ تَعْبُدُونَ:

“Artık Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden helal ve temiz olarak yiyin. Allah’ın nimetlerine şükredin eğer O’na kulluk edecekseniz.”     (NAHL SURESİ 114. AYET)


Peygamberimiz (SAV) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadırlar:

 

خصلتان من كانتا فيه كتبه الله شاكرا صابراومن لم يكونا فيه لم يكتبه الله لاشاكراولاصابرا:من نظرفى دينه إلى من هو فوقه فاقتدىبه،ونظر فى دنياه إلى من هو دونه فحمدالله على ما فضمه به عليه،كتبه الله شكراوصابرا،ومن نظر فى دينه إلى من هو دونه فى دنياه إلىمن هو فوقه فأسف على مافاته منه لم يكتبه الله شاكراولاصابرا.

“İki haslet vardır ki bunlar kimde (toplanmış) olursa Allah onu ŞÜKREDİCİ, SABREDİCİ olarak yazar. Kim de bunlar bulunmazsa Allah onu SABREDİCİ, ŞÜKREDİCİ olarak yazmaz. Kim dininde kendinden üstün olana bakıp ona uyarsa ve dünyasında (mal ve servet hususunda) kendinden aşağı durumda olana bakıp üstün kıldığı şey sebebiyle Allah’a hamd ederse Allah bu kimseyi ŞÜKREDİCİ, SABREDİCİ olarak yazar. Kim de dininde kendisinden aşağı durumda olana ve dünyasında (mal ve mevki hususunda) kendinden üstün olana bakarak şahsını geride bıraktığı şey üzerine tasalanır (ve üzülür) ise Allah onu ŞÜKREDİCİ SABREDİCİ olarak yazmaz.”

Allah’a şükretme hususunda bizlere düşen ve riayet edilmesi dini bir vecibe olan bir takım vazifeler vardır. Onların başında Allah’a hamd ve şükür vazifesi gelmektedir. Bu mükellefiyetler hususunda Peygamber (SAV) bizleri şöyle uyarmaktadır:

 

ألحمد رأس الشكر ماشكرالله عبد ليحمده.

“Hamd şükrün başı (ve başlangıcı) dır. Allah’a hamd etmeyen bir şahıs O’na şükretmiş değildir.” Bir diğer ikazda da şöyle buyurur: “Nimeti yaymak (ve duyurmak) onun şükründen (biri) dir.”


Rabbimizin bize olan ikram ve ihsanları bazen vasıtasız olarak bize ulaşır çok kere de bir kul aracılığı ile bize gelmiş olur. Böyle bir lütuf karşısında iki türlü mükellefiyet altına girmiş oluruz. Birincisi Allah’a şükür vazifesidir. Diğeri o nimetin bize ulaşmasında vasıta olan şahsa teşekkürdür. Bunu ihmal şahıs Allah’a yaptığı şükrü tam olarak yapmış sayılmaz.

Peygamber (SAV) Efendimiz şöyle ifade eder:

 

من لم يشكرالناس لم يشكرالله.

“Kim insanlara teşekkür etmezse Allah’a (hakkıyla) şükretmiş değildir.”


Allah katında kendisinin mahbub ve amellerinin makbul olmasını arzu eden bir mümin aczini ve fakrını itiraf edip Allah’a niyazda bulunmalı nail olduğu nimetlerin şükrünü mutlaka ifa etmelidir.

    

KAYNAK:  KÜRSÜDEN MÜ’MİNLERE VAAZLAR     MEHMET EMRE

Üye Girişi
Aktif Ziyaretçi19
Bugün Toplam404
Toplam Ziyaret4706695
MAKALELER
EĞİTİM SUNUMLARI